Dolayısıyla öğrenci, ailesinden aldığı terbiye ne kadarsa, o kadarlığıyla hayatını sürdürüyor. Ailenin de ekonominin girdabında boğuşurken tek düşündüğü konu, doğal olarak, çocuğunun ekonomik geleceği oluyor. Hayatta beraber yaşadığımız bu birey, birlikteliğin gerektirdiği nezaket, nezahet, saygı ve görgüden yoksun olduğundan sosyal hayat “güçlülerin sözünün geçtiği arena” ya dönüşüyor.
Eğitim sistemimizde bir disiplin yönetmeliğinin olmaması bir yana, liberal eğitim garabetiyle dava adamlığından gardiyanlık görevine geçiş yaptırılan öğretmenin de, bu öğrenciyle baş etmesi gerçekten zor iş. Bu, sadece ülkemizin değil, içinde bulunduğumuz dünyanın diğer ülkelerinde de, özellikle model almaktan zevk duyduğumuz batılı ülkelerinde de ciddi bir sorundur.
Bir terbiye eprimesi olduğu çok açık. Batı Avrupa, standardize edilmiş hayatı, yani modernleşmeyi savunduğu ve dayattığı dönemlerde bunun üstesinden gelmek kısmen kolaydı. Mesela Avrupa ülkeleri o yıllarda birlikte yaşamanın kurallarını belirten, yani âdâb-ı muâşereti ortaya koyan çok sayıda yayın neşrediyordu. Özellikle okullarda bu kuralları uygulatıyordu, öğretiyordu. Çağdaşlaşmak hedefi nedeniyle Cumhuriyet’in ilk yıllarına hâkim olan tek parti dönemde de âdâb-ı muâşeret, ders olarak okullarda okutuluyordu. Sonraki yıllarda liberalizmin savurduğu iklimde, kapitalizmin cenderesinde, herkes yalnız başına bırakıldığından, ahlak, kültür gibi kavramlar geri plana atıldı. Öğretim her şeyin önüne geçti. Bunun sonucunda bireyler, birlikte yaşamanın değil, birlikte para kazanmanın peşine düştüğünden muaşeret ahlakı diye bir şey kalmadı.
Devamı: https://www.maarifinsesi.com/2021/05/31/adab-i-muaseret-meselesi/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.