Ahlakı sadece öznenin omuzlarına yüklemek özneyi yorabilir. Bu nedenle kolektif eylemleri de merkeze almak ve politika, hukuk, ekonomi, bilim, sanat ve eğitim gibi kurumlarını ahlakîleştirmek, ahlâkı, medeniyetin gökyüzü değil zemini yapmak esas olmalıdır. Geçmişin bagajını ve erdemlerini olduğu gibi taşımak bugün öznenin yetkinleşmesini sağlamaz. Ayrıca çağdaş meselelerle teması güçleştireceği için lakaytlığa ve ahlaki duyarlılıkların kaybına yol açabilir. Oysa ahlâk, tüm çalışma konularının en insani ve en acil olanıdır.
VI. Ahlâk Şûrası'nda yalnızca ahlâkî kriz ve semptomlarını değil aynı zamanda ahlâkın farklı tezahürleriyle birlikte modern dünyadaki değişim ve dönüşümleriyle bir anlam zemini sunma potansiyeli masaya yatırıldı. Fenomenolojik birleşim ve metaetik bir derinlikle meseleleri yeniden yorumlayarak ahlâkın yalnızca bir normlar değil aynı zamanda insanlığın varoluşsal bir proje sistemi olduğu vurgusunun yapıldığı şûra, şu iki ana görüşün karşılıklı düellosuna ev sahipliği yaptı: Yaşananları ahlaki bir kriz olarak görüp meseleye daha makro ölçekte yaklaşan ve söz konusu durumun kökeninde, ahlâkın metafizik temelinden kopmasının yattığını ifade eden akademisyenlere karşılık sayıları daha az olsa da meseleye mikro ölçekte yaklaşan ve yaşanılan durumu kriz yerine imkân, değişim ve dönüşüm üzerinden anlamak gerektiğine yoğunlaşan akademisyenlerin diyalektiği.
Şûra bildirilerinin ağırlık merkezini oluşturan makro ölçekte tespitler şöyle özetlenebilir:
Metafizikten kopuş ve insanlığın yabancılaşması
Modernitenin "Aydınlanma ile başlayan sekülerleşme süreci, postmodern çağda bireycilik, haz ve tüketim eksenli bir dünyaya dönüşmüştür". Akabinde küreselleşme ve dijitalleşme, bu ontolojik çözülmeyi evrensel bir ölçüye taşımıştır. Özellikle çağımızda küresel iktisadî düzen, zenginlik ve sömürü arasındaki ahlâkî uçurumu derinleştirmiştir. Kâr odaklı ekonomik sistemler, sefalet ve adaletsizliği çoğaltmıştır. Benzer şekilde, mega kentlerin döngüsünde yer alan ve ahlâk ilişkisinin temsili olan şehirler, insanın onuruna uygun, adil ve merhametli bir yaşam alanı olmaktan çıkmıştır. "Mega kentlerin kuruluşunda şehirleşme, mimari, mekân, ahlâk ilişkisi gittikçe daha büyük önem arz etmekte ve tüm ilişkileri ciddi şekilde etkilemektedir. Evler, sokaklar, caddeler, binalar ve şehirler insan-tabiat, insan-insan ve insan-toplum ilişkisinden uzaklaşmıştır." Bu bakış açısında olanlara göre mesele; metafizik, bilgi ve buna bağlı bir zihniyet sapması olarak okunmalıdır. Söz konusu durumla insan manevî bir yoksunluğa sürüklenmiş ve kötülüğün görünümü bir olgu haline gelmiştir. Yaratıcının merkezden çıkarılmasının ve ahlâkî politikaların yalnızca çözümsüzlük değil aynı zamanda adaletsizlik ve zulmün çoğalmasına yol açtığını savunanlara göre Heidegger'in "varlığın unutuluşu" fenomenine paralel olarak modern insan, varoluşsal açıdan yoksun bir "teknolojik dünya" içinde kaybolmuştur. Bu ahlâk krizi, yalnızca etik bir mesele değil aynı zamanda ontolojik bir yabancılaşmadır.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.