• İstanbul 23 °C
  • Ankara 23 °C
  • İzmir 26 °C
  • Konya 26 °C
  • Sakarya 28 °C
  • Şanlıurfa 25 °C
  • Trabzon 19 °C
  • Gaziantep 24 °C
  • Bolu 20 °C
  • Bursa 28 °C

Ali İlbey'den: Mağaranız Hangisi?

Ahmet Doğan İLBEY


Dücane Cündioğlu'nun ifadesiyle, “Türkiye mağarasının duvarlarında gezinip duran gölge-hakikatlerin aslının Batı kökenli olduğuna işaret edip Türk intelijansiyasının duyduğu seslerdir…” bu yansımalar.

Platon'a göre mağara hakikate ulaşmayı engelleyen toplumu ve ideolojileri sembolize eder. Mağaraya zincirlenmiş insan, bu anlayışın parçasıdır. Zincir, kişiyi sınırlayan kurallardır. “Mağara istiaresi”nde dünyada her şeyin birer his yanılması ve gerçekleri kapatan kökleşmiş yanılmaların da birer mağara olduğunu ifade eder.

Bu manada mağara dünya demektir. Yaradanın varlığını reddeden, maddeci aydınlanma görüşünün dünya tasavvurudur. Hakikatlerin ışığını değil, Allah'ın ayetlerine muarız olan sahte hakikatleri yansıtır. Nurun değil, materyalist düşüncenin, yani karanlığın mekanıdır. Din ve insan rabıtası yoktur bu mağarada. Allah'a inanan müminlerin değil, gözlerini dışarıya, yani ışığa kapatan aydınların sığınağıdır. Yani “kendi insanından kopanların” sembolüdür.

“EY BATI'DAKİ MAĞARALAR”

Şair Asaf Halet Çelebi, “Mağara” şiirinde kendi şuuraltını mağaraya benzetir: “ İçimdeki mağara / Bir yığın kitap var / Bakınca yakından / Tasvirlerin gözleri oynar ve konuşur / Hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi ve gözleri benim gözüm gibi...”

Şair, mağaraya benzettiği iç benini, hakikatin taklitlerini yazan kitapların kapladığını söylüyor. Tasvirler de hakikat değil, taklitlerin tasviridir. Konuşan bu tasvirlerdir. Hakikatin önünü kapatan, derununu meşgul eden içindeki kitaplar onun mağarasıdır. Şair, “İçindeki mağara”dan şikayet etmiyor ve mutludur. Fakat bu mısradan, mutlak olanın önünü kendi oluşturduğu mağarayla kapatanların trajedisini de anlamak mümkün. Şimdiki zamanda modern mağaralarda zincirlenmiş olanlar var. Bunlar mağaradan çıkması gereken insanlardır.

Bu manadaki mağaraların zıddı olan, yani inkardan doğan materyalist ve pozitivist aydınlanmacı mağaralar var. Descartes'den Marks'a, Sartre'den Camus'a kadar Batının “Tanrısız” filozoflarının mağaralarıdır bunlar. Böyle olduğunu Sezai Karakoç'un “Mağara” tarifinden anlıyoruz. Ona göre “Mağara”, Batı'nın Mutlak Hakikat'ten koptuktan sonraki maddî ve metafizik olarak gölgenin ve sahtenin mekanıdır: “Soluk alır bir nesne bulamadım / Bir gün daha öldü / Ey Batı'daki mağaralar / Beni afyonunuz bağlasaydı da / Uyusaydım / Bu katı bu sert kente gelmeseydim.”

ULVÎ MAĞARA SAKİNLERİ

Hira Mağarası, Efendimiz (s.a.v.)'e ilk ayeti getiren Cebrali Âleyhisselam'ın indiği ilahî kudrete mekanlık etmiş bir ulu mağaradır. Mekke'deki on üç yıllık tebliğ ve tezkiye mücadelesinden sonra Medine'ye hicret ederken Sevr Mağarası gösterildi ve bu mekanda vahyin emirlerini aldı. Bu manada mağara, ilahî hikmetlerle buluşma ve kalbî açma yeridir. Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ebubekir'e “mağara arkadaşı” manasına gelen “yar-ı gar” diye hitap ederlerdi. O'nun mübarek ayaklarının değdiği mağarada bir müddet halvet içinde olmak nasıl bir ulvi duygudur? Haccedenler veya umre yapanlar, erkenden gidip bu duyguyu yaşamayı niçin denemezler?

İslam tasavvufunda kainata bakış olarak dünya bir mağaradır. Bu mağaradan bir an evvel çıkıp hakikate, yani asıl vatana ulaşmak gerek. Fakat dünya imtihanındayken mağaranın zahirî ve manevî fonksiyonu vardır. Efendimiz (s.a.v.)'e vahyin mağarada gelmiş olmasından ve Hira Mağarası'na çekilip ibadet etmesinden dolayı çile ve tefekkür edilen bir mekandır.

“BEDEN CANIN MAĞARASI, KALP MAĞARANIN İÇİDİR”

Kehf sûresinin 11. ve 25. ayetlerinde mağara, bir ıstılah olarak geçmektedir. Ashab-ı Kehf, yani mağara dostları için mağara, “309 yıl uyutulup yeniden doğuşun gerçekleştiği ve yenilenmek için kapatıldığı hidayetin ve emniyetin” mekanıdır. Mağarada Mutlak Hakikatle buluşmuşlardır. Bu ayetin tefsirine göre beden ruhun, yani canın mağarasıdır. Bu mağarada kalp, Hakk'ın nazar ettiği ve nurlandığı yerdir. Aynı sûrenin 16. ayetine göre mağara, ehl-i dil için bir uzletgahtır: “Madem ki, onlardan ve Allah'tan ayrı olarak taptıklarınızdan uzaklaştınız, o halde o mağaraya sığının ki, Rabbimiz rahmetini size yaysın ve yaptığınız sizin için yararlı bir şey oluştursun.”

Mana cihetiyle mağara “keşif” makamıdır. Ehl-i hal olanlar için keşiflerin başladığı yerdir. Beden bir mağaradır. Nefs-i emmare bedendir, yani mağaranın kendisidir. Nefs-i Levvame mağaranın eti ve kemiğidir. Nefs-i mülhime mağaranın içinde kalbin ağzıdır. Kalp, mağaranın, yani canın içidir. Diğer manasıyla Ashab-ı Kehf'in giriş kapısıdır. Mücerret alemin başladığı arş'ın sınırıdır. Burada mücerret alemden sezgi ve ilham gelir. Bu makamdaki kişi, artık mağaranın içindedir ve keşif makamındadır. Mağara deyince derviş, abid, evliya ve mürşid-i kamiler akla gelir.

“MAĞARA HALVETLERİ OLMADAN DERVİŞ OLUNMAZ”

Eskiden abidler Hakk'ın zikrini yapmak ve halktan uzaklaşmak için bir mağaraya çekilirlerdi. Tasavvufta mağaraya çekilme, cezbeli bir hal ve zikir içinde bir müddet yalnız başına olmaktır. “Mağara halvetleri” olmadan, Mağarada inziva çekilmeden derviş olunmaz. Dervişlerin mağaraya çekilmesini, denî olandan, yani dünyalık eşya ve varlıklardan sıyrılıp kendi benliğini Allah'a hasretmesini anlatan kıssayı bilmeden mağarayı tanımak zordur. Bir dağ yamacındaki mağarada belli bir süre halvete çekilen derviş adayı düşünün. Mağaraya her gün ihtiyaçlarını getirmekle görevli bir kişi, derviş adayına ilk gün altmış gram ekmek ve altı adet zeytin tanesi getirmeye başlar. Bu miktar gittikçe düşer. Derviş adayı mağarada altı kez soğuk su ile abdest alır. Kur'an'dan her gün yedi ile onbeş cüz okur. Sonra, Allah'ın ism-i celalini zikreder ve Efendimiz (s.a.v.)'e salavat getirir. Bütün bunları en az uyku ile geçen bir zaman içinde yapar. İşte bu derviş, “Yar-i gar” olmayı idrak edebilen bir mümin ve mağara ehlinin “hal”ine inanmış biridir.

Mürşidi, bütün varlığını Hak yoluna harcayan Niyaz-i Mısrî Hz.lerinin, nefsini tezkiye için bilerek azarlar ve dergahından kovar. Bir mağaraya çekilir, ağlar ve dua eder. Bir müddet sonra mürşidini mağaranın kapısında görür. Mürşidi, “Bu mertebeye ulaşman için seni denedim” der. Bu vakada mağara, ehl-i irfan için kendine gelme ve nefsini tezkiye etme yeridir.

Hz. İbrahim'in Nemrut'tan korunmak için sığındığı mağara onun peygamberliğe giden yoldaki imtihanın ilk mekanıydı. Hz. Eyyüb'ün, hastalığı için çekildiği mağara ilahî hikmetlerin tecelli ettiği imtihan yeriydi, yani sabır ve çile mağarasıydı.

YUNUS EMRE'NİN KALP KAPISI MAĞARADA AÇILDI

Yunus Emre Hazretleri, Taptuk'un dergahından ayrıldıktan sonra bir mağaraya sığınır. Mağarada dervişlerle yaşadığı yemek duası onu tekrar Taptuk'un dergahına götürür. Hakikati bulmak yolunda nasibinde mağaraya gitmek vardı. Mağaraya varmamış olsaydı, Taptuk'un dergahında kazandığı mertebeyi fark edip dönmeyecek ve anlamayacaktı. Kalp kapısı mağarada açılmıştı. Duasının makbul olduğunu ve seyr u sülûkunun dergahta tamamlanacağını mağarada idrak etti. Onun dervişlik hayatındaki merhaleyi mağara öncesi ve mağara sonrası diye ifade etmek gerek.

Şazelî Hazretleri gibi nice alimler tasavvuf yolunda sülûk etmek için dağ başında bir mağarada bir süre kalarak, inzivaya çekilirlerdi. Feridüddin Attar, “İlahînamesi”inde, Padişah Keyhüsrev'in, saltanatın fani olduğunu anlayıp sırlara vakıf olunca yerine bir padişah atadığını, Cemşid'in kadehini alarak ermişler gibi malı mülkü terk ettiğini ve bir mağaraya çekildiğini, mağarada namı duyulmayana, nişanı kalmayana kadar kaldığını, böylece dünyalık varlığından sıyrıldığını anlatır.

Âlimlere göre mağara, insanın manevî bakımdan kemale ermesine vesile olabilir. Fakat mutlak değildir. Her zaman kurtuluş vesilesi olmayabilir. Medreselerde ve camilerde yapılan Halvetî zikirleri ilk zamanlarda mağaralarda yapılırdı. Şehirlerde dînin yaşanmasını yasak eden Cumhuriyet inkılapçılarının şerrinden uzak kalmak için ahir ömrünü mağarada tefekkürle geçiren Bediüzzaman Hazretlerinin, mağara hayatının faydalarından bahsettiğini hatırlamak gerek.

Mağara, fizikî olarak yabanîliği ve gayr-ı medenîliği taşısa da, ilim ve irfan için sığınılan tenhalığın mekanıdır. “Kadîm kültürlerde hikmet ehli olanların sesi mağaralardan yükselirdi.” Mağarayı, “Teolojik dönemin iptidai inanç mekanıydı” diyerek küçümseyen teknoloji çağının modernlerine ama üstadım Cemil Meriç'in, “Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı?” cümlesiyle cevap veriniz.

MAĞARAYA MÂNA VE KEŞF YERİ OLARAK İNANMAK

Mağaraya, mana ve keşf yeri olarak inanan muharrirlerimiz var. Rasim Özdenören'in mağaraya yüklediği mana vahye bağlı tefekkürün mekanıdır: Mağara, Efendimiz (s.a.v.)'in peygamberliğinin tebliğinden önce beş yıl uğradığı yerdi. Yani Hıra Mağarasıydı. Vahiy de bu mağarada inmişti. Sevr Mağarası da, Hz. Ebubekir ile uğradıkları, ümmetin Allah'ı nasıl zikretmesi gerektiğinin ilk zikir yeriydi. Bu mağaralar sembol değil, gerçek mağaralar idi. Feyzlenme ve salih müminler için cehaletten bilgiye dönmenin gönüllü bir sürgün mahalli idi. Ulvî arayışı olanlar için bir uğrak mekanı ve ışığın keşfedileceği bir yerdi. İster sembolik ve istiare olarak, ister gerçek olarak mağaradan çıkan kimseler nurlanmış olarak çıkıyorlardı. Yunus ve Yusuf Peygamberlerde mağara bir sembol, bir istiare değeri taşıyordu. İlki için balığın karnı; ikincisi için atıldığı kuyu ve sonra atıldığı zindan birer mağara mesabesindeydi. Bu noktada mağara belli bir ulvî tecrübenin elde edilmesi için bir çilehane vazifesi görüyordu.”

Özdenören, insanın içinde ve dışında olabilecek değişikliklerin gerçekleştiği “Bir yeni uğrak yeri daha vardır” diyor: “O yer insanın kendi iç mağarasıdır. Ortalıktan çekilerek kendi iç mağarasına olan göçünü gerçekleştirebilir. Allah'ın Resulü, bu yolculuğu daha kendine tebliğ ulaşmadan önceki günlerinden itibaren yapıyordu. Mağaradan dışarıya çıkıldığında dünyanın artık eski dünya olmadığı anlaşılıyordu. Çünkü artık mağaranın dışında o eski insan yoktu. Mağaranın karanlığında, ortalıktan el ayağın çekildiği, dünyalık seslerin, nefeslerin işitilmez olduğu o mübarek anlar her soluk alış verişte bir uğraktan ötekine sabırla, tevekkülle yol açıyor, yol veriyordu. Bu halin adı İtikaftı. Mağaradan çıkışta, insan, dünyayı avuçlarının içine alır.”

İÇ MAĞARA, DIŞ MAĞARA

Demek ki, çeşit çeşit mağara var. İç mağara, dış mağara. İç mağara, Kur'anî yaşayışın safhalarından olan itikaf gibi derûnumuza, yani kendi iç mağaramıza çekilmenin adıdır; bir mütefekkirin, bir dervişin, bir edibin tefekkür ettiği vakitlerdir; salih bir müminin camisidir; münzevî bir fikir adamının dosthanesidir, fikir ve gönül talimi yapılan bir sığınaktır. Dış mağaranın da nev'i çoktur. Dükkan'dır, dergahtır, fikrî ve edebî bir dergidir, kitaplardır. İç ve dış mağarada dünya menfaati yoktur. Mağaranın yolları farklıdır sadece. Müdavimlerinin meşrebine göre şekillenmiştir.

Necip Fazıl'da “mağara” Allah'a açılan ufukları ehli tarafından görmenin ilk yeridir. Kendisinden dinleyelim: “Mağaranın içinden öyle bir pencere açtık ki, kucakladığı ufukları en kaba topografya nisbetleriyle belirtmek için bile, kütüphaneler dolusu kitap yazmak lazım. Pencereyi kapatıyor ve sadece dipsizlik aleminden bir işaretçik çekip dış plana dönüyoruz. İşte bu yolu O, Allah'ın Sevgilisi, Sevr Mağarasında açtı ve ilk batın istikametini Ebu Bekr'e gösterdi.”

Dücane Cündioğlu'na göre mağara ulvîliğin ilk mekanıdır. Cebrail Âleyhisselam'ın, Kadir Gecesi “Yarin mektubuyla” Efendimiz(s.a.v.)'in huzuruna gelip “Oku” emrini, yani “Yarin” ilk mektubunu tebliğ ettiği yerdir.

AŞKSIZLARIN MAĞARASI YOK, SİZİN MAĞARANIZ VAR MI?

Akılcı ve Mutezilî alimler, tefekkür, itikaf ve ibadet için mağaraya çekilmeyi şirk saymışlar. Yani bir başına halvet ve cezbe içinde olmayı tekfir etmişler. Dolayısıyla onların mağarası yok. Sizin mağaranız var mı?

Hz. Mevlana'nın, “Billur sular, derin ve karanlık mağaralardan doğar” sözünden güç alarak, ruhsuz şehirden birkaç günlüğüne kaçıp bir mağarada tefekkürane ve abidane bir tarzda kalabilecek bir babayiğit var mıdır aranızda?
------------------------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Mehmet Ceran: Doktor. Fikir Dükkanı'na, yani Mekteb-i İrfan'a Bir Hocam'ın kolundan bağlı müdavimlerden. Doktorluğu modern tıptan öğrendikleriyle sınırlı değil. Gönlümüzdeki yaralara merhem olamayan, modernizmin mantığıyla bakan, çatık kaşlı, general edalı, yalnızca neşter kullanan ve ilaç isimleri bilen “muasır” doktorlara hiç benzemez Kendinden olanları da, düşman olanları da aynı ruh, aynı alaka ve ihtimamla tedavi eden derviş meşrep ve inanmış bir tabiptir. Hem tıbbı, hem tasavvufu bilen, imanı ve maneviyatı olan, nefsin hastalıklarıyla da mücadele eden bir hekimdir. El vurup yaramızı incitmeden tedavi eder.

Doktorluk mesleğinin yanında, bağlısı olduğu Bir Hoca'sından öğrendiği balık tutmaya meftundur. Dili ironik ve tatlılı olan bu gönül dostu için balık tutmak, biraz tefekkürane, biraz eğlenceli bir iptiladır. Bu iptila şüphesiz ki Bir Hoca'sından sirayet etmiştir. “Balıkçılık mı yazarlık mı fikirlidir?” diye fakire zarf atmadan duramaz. Tatlıya düşkünlüğünden dolayı, bendeniz de ona “Tatlı fikri öldürür” diye zarf atarım. Bir Hocası'nın sözünden hareketle “Biz dostlara balık veririz, siz yazar olarak ne veriyorsunuz?” diyerek attığı zarflar kalp ağrılarıma iyi geliyor.
Balıktan gönlünce muradını alamayan, fakat balığı vecdle arayan bir dosttur. Lakin oltasına balık zor gelir. Bunun sebebini Bir Hocası'na sormaya edep eder. Tuttuğu balığı kendisi pişirip yer. Nadirattan bir vaka olarak eğer fazlaca tutabilirse dostlarına ikramda geri kalmaz. Şimdilik seyr u sülûkunu balıkçılıkta tamamlamaya çalışıyor. Müstear isimle aleyhimde yazı yazdığını söyleyenler var. Fakat bunun, aramızı açmak isteyenlerin iftirası olduğuna inanıyorum. Tabip vasıflı bu gönül dostuyla dostluğumuz dar-ı bekaya kadar sürecektir. Dostluğun pîrleri ondan razı olsun.

11.12.2012 Habervaktim.con

Bu yazı toplam 1691 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim