• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Benim Cizrem

Önder SAATÇİ
Bugünlerde “barış” uğruna, “çözüm” uğruna bombaların patladığı, yolların kesildiği, hendeklerin kazıldığı ve bir taraftan günahsız yavruların can verdiği bir taraftan da emniyet güçlerinin zayiat verdiği Cizre’yle tanışmam 1975 yılına rastlar.

Kerkük’ten gelerek Türkiye sınırlarına girdiğimizde ilk durağımız Cizre’ydi. Şehre kısa bir mesafe kala uğradığımız dinlenme tesislerinde Cizrelileri de görmüş ve oranın havasını ilk kez teneffüs etmiştim. Bu şehre sonraları 1991’de bu kez bir öğretmen olarak geldim. Şırnak’a o yıllarda yeni bağlanmıştı Cizre. Ben Uludere’de asker öğretmendim; ama Cizre yol üzeri olduğundan herkes gibi bizim de uğrağımızdı.

Cizre insanıyla bu yıllarda daha yakından tanışmıştım. Bu şehirde kendimi Kerkük’tekinden farksız bir coğrafyada hissetmiştim. Her şeyden önce Kerkük’ün sıcağı ile Cizre’nin kavurucu havası arasında hiçbir fark yoktu. Bir otele yerleştiğimde o gece tıpkı Kerkük’teki gibi damda(teras) yatmıştım. Uykuya teslim oluncaya kadar yıldızları saymak çocukluğumu hatırlatmıştı bana.

Gündüz, otelin girişinde otururken otelciyle sohbetimiz sırasında bir çocuğun da oralarda ders çalıştığını gördüm. Öğretmenliğimin ilk yıllarında olmanın da heyecanıyla otelcinin oğlu olduğunu öğrendiğim o sevimli çocukla biraz ilgilenmeye çalıştım. Derslerde işlediğimiz dil bilgisi konularından birkaç soru sordum ve çocuktan doğru cevaplar almak beni fazlasıyla mutlu etti. Demek, o bölgedeki meslektaşımız başını yastığa rahatça koyabilirdi. Otelden ayrılıp çarşıda bir müddet gezindikten sonra bir berbere girip bayram tıraşı olmak için koltuğa oturduğumda aynı çocuğa rastladım. Ben tıraş olurken ustasıyla fısıldaştıklarını aynadan gördüm. Neler konuştuklarını merak ettimse de pek üstünde durmadım. Tıraş bittikten sonra berbere ücreti uzattığımda bu seferki tıraşın kedisinin ikramı olduğunu söyledi. Berber kardeşimle helalleşerek oradan ayrıldım.

Bir bayram arefesiydi ve Cizre sokaklarında dolaşmaya devam ediyordum. Bir iki ay önce yine Cizre’ye gelmiş, ileri bir tarihe terminalden Antalya için yer ayırmıştım. Yerim garanti olsun diye ücretini de ödemiştim; fakat bana ileri tarih için bilet kesemeyeceklerini söylemişler, zamanı gelince hatırlatmamın yeterli olduğunu söylemişlerdi. Bayram arefesinde gittiğimde ise otobüs yazıhanesinde başkaları olmasına rağmen, herhangi bir not da almamış olmalarına rağmen, yalnızca benim sözüme güvenerek biletimi kesmişlerdi. Cizre insanı emanetin, sadakatin ve güvenin hayatımızdan henüz çekilmediğini ispatlıyordu.

Cizrelilerin ve umumen Doğu ahalisinin dinine ne kadar bağlı olduğunu orada çok canlı örneklerle gözleyebilirsiniz. Daha önceki gelişlerimden tanıdığım bir beyaz eşya mağazası sahibine selam vermek üzere uğradığımda dükkânın kapısında geniş bir koli içinde beşlik, onluk banknotların yığılı olduğunu gördüm. Dükkâna uğrayan muhtaç insanlar bir sebilden su içer gibi satıcının zekâtından paylarına düşeni alıyorlardı...

Bugün Cizre’den hiç de iyi haberler gelmiyor. O gün ustasıyla fısıldaşarak elimi cebime attırmayan o sevimli çocuk, belki bugün bir aile babası ve evladının okula gittikten sonra eve sağ salim dönüp dönemeyeceğini kara kara düşünüyordur. Kim bilir, belki birçok Güneydoğulu vatandaş gibi o da kendine ve ailesine daha emin bir gelecek için büyük şehirlerden birine göç etmiştir. O gün bana emeğini ikram ederek bir bayram hediyesi lütfeden berber kardeşim acaba şimdi eşkıyanın her gün Cizre’yi yangın yerine çevirmesinden dolayı evine ekmek götürebiliyor mudur! Beyaz eşya satıcısı o mümin kardeşim, acaba, kendisini haraca bağlayan hangi çapulcuyla cebelleşmektedir!

Çözümün bu kadar dikenli yollardan gerçekleşeceğine inanmamız isteniyorsa kimse kusura bakmasın bu dikenli yollar Türkiye’mizi ancak bir cehenneme çevirir. “Kurtarılmış bölge”ye dönüştürülen bir Cizre’ye gün gelir de pasaportla girmek zorunda kalacağımızdan endişe etmekteyim. Fahreddin Paşa’nın kahramanca müdafaa ettiği Mekke’yi, Medine’yi İngiliz oyunları neticesinde 1918’de soysuz bedevilere teslim etmek zorunda kaldığımız gibi Anadolu’nun bu köşesini, Mardin’i, Diyarbekir’i, Hakkâri’yi, Van’ı, Ağrı’yı da Amerikan ve İsrail planlarıyla nesebi gayrı sahih dağ eşkıyasına kaptırmak tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Bu yazı toplam 1337 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim