Şahiner, Şerif Mardin’in Cemil Meriç’e ziyaretiyle ilgili bir hatırasını da aktardı: “Bir gün Şerif Mardin, Cemil Meriç’i ziyarete gelir. Üstada Bediüzzaman ile ilgili sorduğum sualleri o da Şerif Mardin’e sorar. Şerif Mardin de bilemiyorum deyince Üstad ona, ‘Bediüzzaman’ı bilmeden nasıl sosyolog olunur, onun çalışmaları tüm Türkiye’nin meselesidir!’ diye sitem eder. Bunun üzerine Mardin, Said-i Nursi’yi araştıracağını ve Nur talebeleriyle tanışacağını söyler.”
Bir süre sonra Şerif Mardin New York’ta, “Modern Türkiye’de dini-sosyal değişimler: Bediüzzaman” kitabını yayınlayacak ve girişine de, “Bu çalışmayı bana Cemil Meriç tavsiye etmişti. Kitabı hocama yetiştiremedim, henüz böyle bir kitabı yayınlayabiliyorum. Hocam için rahmet ve mağfiret diliyorum,” diye bir de girizgâh koyacaktır.
Dur evladım! Abdest alayım da beraber kılalım
Cemil Meriç’in hanesindeki hatıralarına da değinen Şahiner, “Ezan okunduğunda, ‘Hocam namaz kılayım,’ derim, o da, ‘Dur evladım, abdest alayım da beraber kılalım,’ derdi. “Bazen kızı Ümit Meriç Hanımefendi de en arkada bize uyardı. Bazen Yasin okumalarımız, cevşen okumalarımız, çiğ köfteli muhabbetlerimiz de olurdu” dedi.
Kıyas ve saz âşıkları
Geçmişinden ve medeniyetinden kopuk bir edebiyat düşünülemeyeceğini ifade ederek sözlerine başlayan Recep Garip, “Edebiyat, medeniyetten beslenir kuşkusuz ve medeniyeti güncel olan edebiyat yaşar. İbn-i Haldun, ‘Suyun suya benzediği kadar geçmiş geleceğe benzer’ sözü ile bu gerçeği ifade eder” dedi. Kadim kültürümüzde kıyasın ve saz âşıklığının değerine dikkat çeken Garip, ”Medeniyetimizin derin köklerine yolculuk yapmak isteyenler kıyası ve saz âşıklarını gündemine almalı bu iki kültürü masanın üzerinde bulundurmalıdır. Çünkü kıyas bize Kur’an ve hadislere doğru yolculuk yaptırır. Karacaoğlan ve Dadaloğlu gibi saz âşıkları ise halkın sözcülüğünü yapmış kimselerdir” dedi.
Kültür, sanat, şiir ve musiki bir bütün olarak insanı imar eder
Cemil Meriç’in, Avrupa kültürünün aracının akıl; Asya’nınkinin ise coşku olduğunu söylediğini belirten Garip, “Bu coşkuyu Asyalının selamında, algısında, birbirine olan yaklaşımında görürüz. Meriç, aklın dilinin söz, coşkunun dilinin musiki olduğunu ifade eder. Bizde şiir ve musiki yan yana durur, ayrılmaz bir bütündürler ve birlikte şiir medeniyetini oluştururlar” dedi. Kültürün, sanatın, şiirin ve musikinin bir bütün olarak insanı imar ettiğini söyleyen Garip, Cemil Meriç’in batılı edebiyatçılar için söylediği şu cümleleri dinleyicilere aktardı:
“J. Paul Sartre, bütün isyan ve inkârına rağmen Hıristiyanlıkanlayışından kendini kurtaramamıştır.
Albert Camus, hayat üzerine kafa yorarken. kısır döngü içinde gördüğü dünyayı intiharla çözmeye çalışırken, Antik Yunan mitolojisinin içine gömülmüştür.
Dostoyevski, inanabileceği bir tanrı oluşturmak için eserler yazmıştır.
Tolstoy, bir ömür ruhunu dindirmek için düşüncesi içinde bocalarken, Hıristiyanlıktan kopamamıştır.
Nietzsche, Batı insanının medeniyetinin dünyayı ayağa kaldıran bir çığlığıdır. “
Doğu, insanı vahiyle besler. Vahiyle beslenen insan, varlığını geleceğe doğru ledün ilmine doğru, ihsana, feyze, ilhama doğru götürür. Batı ise, insanı maddeden ibaret görür,” diyen Garip, Meriç’in şu sözünü hatırlattı: “Batıda edebiyat ilhamını boşluk ve yokluktan; Doğu’da ise varlıktan alır.”
Tevfik Fikret küçük burjuva, Mehmet Akif Asr-ı Saadet Müslüman’ı
Meriç ‘in eleştirmenliği bir sanat olarak telakki ettiğini ifade eden Garip, dinleyicilere üstadın şairler hakkındaki eleştirilerini aktardı. Cemil Meriç’in Nazım Hikmet’i, şiirin kapısını düşünceye açan adam olarak gördüğünü belirten Garip, “Meriç, şiirin Nazım Hikmet’te son bulduğunu ifade etmiştir; ancak sonraki dönemlerde bu ifadesini tezyif eden daha farklı değerlendirmeler de yapmıştır. Cemil Meriç’e göre Tevfik Fikret küçük burjuva ve anarşist; Mehmet Akif ise sömürgeciliğe bütün benliğiyle düşman, insaf ve vicdan sahibi tam bir Asr-ı Saadet Müslüman’ıdır” dedi. Meriç’in,Necip Fazıl’ı diğer şairlerle kıyaslayarak adeta bir gölge oyunu oynadığına dikkat çeken Garip, “O, N. Fazıl’ı bir Yahya Kemal ile bir Mehmet Akif ile kıyaslanabilecek derecede büyük bir şair olarak görür ama onun bir mütefekkir olduğu noktasında aynı fikre sahip değildir” dedi.
Cemil Meriç’in kitaplarında şiirsel metinlerinin olduğunu ve bu metinlerin bir iki kelimeyle budanacak olursa çok önemli şiirlerin doğacağını ifade eden Garip, okuduğu iki şiirle konuşmasını sonlandırdı:
“Senin yıldızların kelimeler
Söyle raks etsinler alev saçlarıyla,
Sonsuz bahçesinde hayallerimin
Kelime ormanda uyuyan dilber
Şair uzaklardan gelen şehzade
Öyle seveceksin ki kelimeleri, sana yetecekler
Kelimeler benim sudaki gölgem
Okşayamam onları, öpemem
Güzel kelime
Dualarda muhterem
Gönülden gönle köprü, asırdan asra merdiven
Kelime kendimi seyrettiğim dere
Kelime sonsuz
Kelime Âdem”
***
“Acı hassasiyetini kabuklaştırıyor insanın
Ölmek galiba bu
Ayrılığa alışmış gibiyim
Tevekkül, teslimiyet ve heyecanların gün geçtikçe kararan pırıltısı,
Alışkanlıkların, insanı pestile çeviren çarkı;
Artık yanarak değil tüterek yaşıyorum.
Nemli bir tomar gibi kanatlarım
Her gün bin parça daha ağırlaşıyor
Galiba ihtiyarlıyorum.”
Programda son olarak Celal Fedai söz aldı. Marksizm’i aydınların zihinlerini iğdiş eden bir akım olarak niteleyen Fedai, “1960’lı, 1970’li yıllar entelektüeller, düşünen beyinler Marksizm’le iğdiş edilmişlerdir. Nasıl bugün halk kapitalizmin tüketim kültürüyle iğdiş ediliyorsa, o gün de entelektüeller Marksizm’le iğdiş edilmişlerdir. Cemil Meriç bu iğdişe, muazzam bir karşılıktır. O yüzden sosyalistler Cemil Meriç’i pek sevmezler, onunla hep hesaplaşmak isterler. Orhan Koçak’tan Tanıl Bora’ya kadar bu konuda yazanları burada hatırlatmak isterim” dedi.
Cemil Meriç Arjuna’ya benzer
Cemil Meriç’in Hint Edebiyatı’ndaki Bhagavat Gita metnine dikkat çekti. Cemil Meriç’i o metindeki Arjuna’ya benzeten Fedai, “Kendi kastı için mücadele veren Arjuna’nın hikâyesini hatırlayalım. O bir askerdir ve savaşmak zorundadır ama bir tereddüt geçirir. Çünkü karşısında kendisi gibi değerli askerleri görür ve kılıcını bırakır. Meriç, oradaki Arjuna’dan farksızdır aslında. İşte Cemil Meriç’in kastı entelektüellerdir ve Meriç bu entelektüellerin Müslümanlığıyla ilgilenmez; düşünen adam olup olmamalarıyla ilgilenir. Ona birisi gelip, “Hocam, Said Nursi diye birisi var; şu tarz kitapları ve çalışmaları var,” dediğinde o bunu ciddiye alır. Başka birisi gelip ona her hangi bir anarşisti söylediğinde Meriç bunu da ciddiye alır. Düşüncenin safında olmak demek, adı üstünde düşüncenin, düşmüşlerin, düş görenlerin safında olmak demektir” dedi.
Meğer Türk entelijansiyası Hint’e ilgisizmiş
Hint’in Cemil Meriç için son derece cazip bir yer olduğunu belirten Fedai, “Çünkü Hint’te muhayyile başka türlü işler. O kadar din ve o kadar insanın bulunduğu bir ortam ve kimse kimseye ilişmeden yaşar. Herkes kendiliğini yaşayabilir. Cemil Meriç, bu ortamı düşüncenin gelişmesi açısından uygun bir ortam olarak görür ve Hint’te fevkalade bir soluklanma yaşar” dedi. Meriç’in Hint Edebiyatı çalışmalarının, aslında Türk entelektüeller için adeta bir lojistik gayreti olduğunu söyledi.
Cemil Meriç, “Bir Dünyanın Eşiğinde” kitabını iki bölüm halinde yayınlamıştır. İlk bölüm 1964’te yayınlanmış 1974’te “Hint ve Batı” adlı ikinci bölüm ilave edilmiştir. Bu kronolojiye dikkat çeken Fedai, “Belli ki Cemil Meriç, 64’te yazdığı bölüme insanları inandıramamış; on sene sonra bu defa Batı’nın Hint’e olan ilgisini referans göstererek konunun önemine dikkat çekmek istemiştir. Hâlbuki kitabın ilk bölümü Hint Edebiyatı için fevkalade bir bölümdür; lakin ne yazık kiTürk entelektüellerin ilgisizliği onu Batılı kaynakları referans göstermeye icbar etmiştir” dedi. Ondan sonra Hint ciddiye alınır mı?” diye soran Fedai, Çin ve Hint edebiyatına dair metinlerimizin son derece zayıf olduğunu bu kültürlere ait tercüme çalışmalarının son on yılda hız kazandığını söyledi.
Yara olmadan olmaz; bu toplum yaraya muhtaç
“Buradan bir atlı geçti, yarama baktı geçti” dizelerini hatırlatan Fedai, “Bugün birbirinin yarasına bakan insanlar yok; herkes diğerinin elbisesine, ayakkabısına, arabasına bakıyor. Bunun için birilerinin gözlerini mi kaybetmesi gerekiyor bilmiyorum ama bu toplumda artık bazı yaraların açılması gerekiyor çünkü yarasız bir toplum, yaralı insanların meselelerini kavrayamıyor” dedi.
Meriç’in şiire yaklaşımına ve onun şiir algısının çok da ileri seviyede olmadığına değinen Fedai, “Büyük mütefekkirlerimizi anlayabilmek için, naif bir algıdan uzak olmamız gerekir. Algılarımız düşünceye ayarlı bir frekans tutturabilmelidir. Meriç büyük bir mütefekkirdir lakin şiirle ilgili algıları normaldir, kendisinden daha farklı bir şiir zevki beklememiz de gerekmez. Onun şiir zevki, Yahya Kemal’de kalmış, donmuştur. 1950’li ve 60’lı yıllarda Türk şiiri büyük hamleler yaparken, Cemil Meriç bu gelişmeleri takip edememiştir” dedi.
Sıbgatullah Bostancı yazdı
www.dunyabizim.com































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.