• İstanbul 16 °C
  • Ankara 16 °C

Devletin Yeni İdeolojik Aygıtları; Tarikatlar ve Cemaatler

Rüstem BUDAK

İmparatorluktan cumhuriyete geçişte farklı bir yapı ve kurumsal süreç oluştu. Devletin değişmeyen ve değişen unsurları vardı. Değişen unsurların başında imparatorluk sürecinde devlet içinde yapılanmanın asli unsuru olan veya devlete karşı var olan cemaat ve tarikatlar gelmekteydi. İmparatorluk içinde toplumsal kümelenmenin, korunmanın, kaçışın, çıkarın ve iktidarın aracı haline gelen cemaat ve tarikatlar cumhuriyet sürecinde yeni dönüşüme uygun roller alarak varlıklarını devam ettirdiler.

 

İmparatorlukta tarikat ve cemaatlerden bazıları devlete direkt müdahale edip, askeri ve sivil bürokratik işleyiş içinde yer edinmeye çalışıp, devletin kurumsal ortağı olarak hareket ederken, bazıları da muhalif kalarak toplumsal muhalefetin odağı olup, toplumsal- siyasal saldırılara karşı korunma işlevi görürken yeni süreç karşısında hazırlıksız yakalandılar.

 

İmparatorluğun yeniçerilerin ortadan kaldırılması başta olmak üzere aşama aşama mesafesini ortaya koyan devlet, bu yapıları tehlike ve güç konumsallaşmasında, tehlike olarak varlıklarını kabul etmeye başladı. Vakıflar ve devletten aldıkları mal varlıkları ile hem kitlesel hem ekonomik olarak güce erişen tarikatlar ve cemaatler yeni cumhuriyet ile bunları kaybettiler. Cumhuriyetin kuruluş sürecine aktif olarak katılan, desteklerini esirgemeyen, bazen İstanbul ve Ankara arasında tereddütte kalan yapılar, yeni şekillenme ile beraber tavırlarını gizli veya açık şekilde ortaya koydular. “Devletin dini elden gidiyor” ve “Hilafet kaldırılıyor” anlayışıyla tavır takındılarsa da etki edemediler. Şeyh Said isyanı başta olmak üzere bazı küçük tepkiler olsa da bunların sert bir şekilde bastırılması bu tepkiye yatkınlığı olan kesimleri suskunluğa mahkûm etti. Devlet “Kubilay” metaforu üzerinden tarikat ve cemaatlerin toplumsal hafızadaki yeri korku merkezli olarak inşa edilmeye çalıştı.  Cumhuriyet Halk Partisi toplum içinde bu türden görünür olan kişi ve kurumları ihbar ederek yer yer idama kadar gidecek cezalarla bu kurumsal yapıları her alanda görünürlüğünü ortadan kaldırmaya çalıştı.

 

Batıcı- pozitivist- laikçi- oligarşik yeni kadro yeni cumhuriyet tasarımında cemaat ve tarikatların varlığını kabul etmedi. Gerilemenin sebeplerinden biri olarak kabul görüldüler. Kurumsal varlıklarını red etti, resmi anlamda yasakladı, mal varlıklarına el koydu ve özellikle de devlet ile ilişkilerini minimize etti. Tekke ve zaviyeler kanunu ile varlıklarını sona erdirmeye çalıştı. Tekke kurumlarını devletin sahipliğine verdi. Ekonomik kaynaklarına el koydu. Türbeleri ya müzeleştirdi ya da kapatarak yıkılmaya ve yok olmaya mahkûm etti. Görünür kılmaktan uzaklaştırdı. Her cemaate ait kisveleri yasaklayarak toplum içinde varlıklarını devam ettirmelerine engel olmaya çalıştı.

 

Yeni cumhuriyet tasarımına karşı çıkan ve bunu değişik tepkilerle ortaya koyanları en ağır yaptırımlarla cezalandırdı. Bazıları suskun kalmayı tercih etti. İçe dönerek, sinerek sessiz kaldı. Yitirdikleri kurumsal varlıklarına karşı toplum içinde özerk alanlar oluşturup devam ettiler. Faaliyetlerini gizlilik içinde sürdürdüler. Bazıları ise tepkilerini silahlı isyan dâhil olmak üzere tavrını açıkça ortaya koydu. Yeni cumhuriyet tasarımındaki din ve hilafetin varlık sahasını yok etmeye dönük anayasa ve kurumsallaşmadan dolayı silahlı tavırlar başta olmak üzere tepkilerini koyanlar oldu. Bu tür tavırlar en ağır cezalarla karşılık buldu. İdamlar, sürgünler, toplu kıyımlar ve hapisler ile cevap buldu. Bazen de sessiz kalmayı yeğleyenler açık ve gizli müdahalelere maruz kaldılar. Bazıları komplolarla idama kadar giden cezalandırmaları yaşadılar.

 

Alevilerin siyasal ve ideolojik duruşları üzerine gidilerek toplumsal olarak “dedelik” kurumu başta olmak üzere yapıları çözülmeye tabi tutuldu. “Dersim isyanı” aleviler üzerinde korku nesnesi olarak kullanıldı. Yeni yapılar oluşturulmasına izin verilmedi.

 

Gayr- i Müslimler üzerinde 1915 Tehciri, Sünni dindarlar üzerinde Şeyh Said İsyanı, Kubilay olayı ve Aleviler üzerinde Dersim isyanı vesilesiyle cemaat ve tarikatların var olmaya dönük çabaları mahkûm edildi. Askeri, bürokratik ve eğitim süreçlerinde bunlar yoğun bir şekilde işlenerek tehlike modunda gösterilerek ilerlemeye, dönüşüme, çağdaşlaşmaya karşı gruplar olarak lanse edildi.

 

İmparatorluk dönemindeki ideolojik aygıtların yerine olan parti ve yerel yeni sivil aktörleri devreye sokarak hareket sahalarını daralttılar. Sisteme destek olacak yeni sermaye sınıfı, teorik altyapısını oluşturacak aydın kesimi, halkla bütünleşmesini sağlayacak halkevleri ve kamusal kurumlar, tabandan dönüşümü sağlayacak eğitim kesimi, askeri açıdan bağlılığı koruyacak yapılanma yeni yapılanmanın ana öğeleri oldular.

 

İmparatorluk perspektifinde fark dinlere mensup cemaat ve tarikatlar aşama dönüştürüldü. Gayr-ı Müslim cemaatlere yeni ulus devlet- millet tasarımında yer verilmediği için cumhuriyet öncesinde başlayan baskılar- tehcirler- mübadeleler ve sürgünler ile varlıkları sembolik birkaç öğeden ibaret kalan yapılara dönüştüler. 1915 tehcir sürecinden, 6-7 Eylül olaylarına kadar yaşanan süreçte okulları, vakıf malları, mabedleri ve mülkleri ellerinden alındı. Gayr-i Müslimlerin cumhuriyet kimliğinde yeri olmadığı için halen devam eden baskı, yok etme, öncülerini yok etme, kurumsal varlıklarını zayıflatma ve tehlike olarak gösterip toplumsal linçlere maruz bırakıldılar.

 

Tarikatlar topluma ve derin geleneğe dayalı olarak varlıklarını devam ettirdiler. “Devlet elden gidiyor” düşüncesinden ziyade “toplum elden gidiyor” endişesi ile yasaklı kılınmasına rağmen varlıklarını devam ettirdiler. Devlet ve bürokrasisi üzerindeki içindeki etkinliklerini yitirseler de başta Kur’an öğretimi olmak üzere birçok dini eğitim ve davet faaliyetini yürüttüler. İleride cemaat formu kazanacak olan Said- i Nursi hareketi, Süleyman Hilmi Tunahan’ın Kur’an-ı Kerim öğretimi merkezli çabaları bu dönemin mücadele örnekliği içinde sembol konuma gelmiştir.

 

2. dünya savaşından sonra tek parti yönetiminden ve dayatmalarından uluslar arası sisteminde zorlaması ile birlikte yapılan seçimler cumhuriyet döneminin ilk yıllarında denenen seçim ve parti çalışmalarına yol verildi. 1946 ardından 1950 seçimleri toplumun taleplerinin karşılanmasında yeni açılımlar sağladı. Bu dönem cemaat ve tarikatlar üzerinde kanunen olmasa da psikolojik baskıların kaldırılmasına yol açtı. Cemaat ve tarikatlar kansız bir şekilde dönüşüme destek olmaya çalıştılar. Adnan Menderes’e büyük roller vererek kurtuluşun müjdesi olarak gördüler. Ancak bu dönemde de devlet içindeki güç grupları mevcut dönüşüme müdahale ederek Ticaniler adı verilen grup üzerinden hükümetin hareket alanını daraltmaya çalıştılar. Adnan Menderes tarikatlar ile direkt olmasa da yerel örgütlenmeleri vasıtasıyla ilişki kurdu.

 

1960 darbesi sessiz ve bencil bir itaatsizlik içinde geçiştirildi. Seçimler beklendi. Tavır yine sandık üzerinden ifade edildi. Soğuk savaş döneminin sola karşı sağ olma tuzağına girildi. Devletin dine karşı tavrı yeni dönemde problematik olmaktan çıkarıldı. Yerine sol- kominizm tehlikesi adı altında var olan düşmanın nesillere yönelik yapacağı etki karşısında kendi devlet saflarında sivil bir örgütlenme olarak buldular. Bu süreçle birlikte sağcı refleksleri yeterli bulmayan kesimler Milli Nizam Partisi’nin kurulması ile tarikat ve cemaatlerin siyasi arenada varlık ve etkinlikleri için önemli bir safha olacaktı. İslami hassasiyetlerini siyaset düzeyinde ifade etmek isteyen cemaatler ve tarikatlar partilerin siyaseti dönüştürücü niteliğine inanarak partiye destek verdiler. Özellikle Nakşibendî gelenek bu sürece aktif destek verirken, bazı cemaat ve tarikatlar destek vermediler. Bunun dışında kalanlar esen güç rüzgârının götürdüğü yerlere kondular, güç el değiştirince onlar da yer değiştirdiler.

 

1960 ile 1980 yılları arasında askeri ve yargı bürokrasisine girmeyen tarikatlar varlık alanlarını imkân buldukları diğer bürokratik imkânlara yönelttiler. Onlar için devlet bürokrasi demekti, bürokrasiye olan iman bütün imkân ve araçlarını bu yöne yöneltmelerine sebep oldu. Bir süre sonra bu iman bürokrasiden sermayeye doğru kayacaktı. Laikçi tavrın sürekli olarak tarikatlar üzerinde dindar kimliği aşağılaması cemaat- tarikat içi birliğe ve çalışmalarda insanların bağlılığını artırdı.

 

1980 sonrası dönemde dindar kimliğe atfen ılımlı İslam projesinin de etkisiyle tarikatların devlet ile ilişkileri bürokratik düzeyde iyileşme sağladı. Bu süreçte devletin içindeki konumlarını kuvvetlendirmek için girişimler olumlu sonuç verdi. ANAP’ın çekim alanı içinde bulunan tarikatlar devlet imkânlarının kullanımına dönük mütevazı isteklerinin karşılanmasını bekliyorlardı. Yine özellikle cemaat- tarikatların bu dönemde gelir olarak bağışları aşarak ve ticaret merkezli olarak kendi ekonomik döngülerini kurmaya başladıklarını görüyoruz. Ticaret hayatından 90’lı yıllarla birlikte basın- yayın alanında özel televizyonculuğa kadar birçok alanda güç kazandıklarını ve mesafe aldıklarını görüyoruz.

 

1970’li yıllarla birlikte şehirleşen ve tarikatlar 1990’lı yıllarla birlikte şehirleşmenin zorunlu kıldığı gettolar oluşturmaya başladılar. Ticaretten eğitime, siyasetten basın yayına kadar etkinliklerini artırdılar. Milli Nizam Partisi geleneğinin devamı olan Refah Partisi’nin önce belediyelerde ardından genel seçimlerde kazandıkları başarılar tarikatların ülke sath-ı mahallinde beklentileri büyüdü. Bazıları beklentilerin karşılanamadığını iddia ederek partiden ayrılmaya başladılar. Yine her seçim öncesi artık partilerin ilk olarak uzaklaşma aradıkları tarikat liderleri olan şeyh ve önderler idi.

 

28 Şubat darbe sürecinde cemaat ve tarikatlar kendi kazanımlarını korumak için generaller önünde özür beyan etmek ve suçsuzluklarını kanıtlamak için sıraya girdiler. Psikolojik olarak çöküntüye uğrayan ve korku içinde bekleyen bu kesimlere 2001 ekonomik krizi ve ardından Ak Parti’nin başa gelmesi yeni sürecin evresini oluşturdu.

 

Ak Parti iktidarına behemahal destek veren tarikat ve cemaatler devlet içindeki konumlarını elde etmeye başladılar. Ekonomik rantları kendilerine yakın şirketler aracılığıyla kazanan tarikat ve cemaatler 28 Şubat bunalımını çabuk aşarak yeni iktidar alanında rollerini almaya başladılar. 100 yıl sonra cemaat ve tarikatlar artık korkusuzca devlet noktasındaki beklentilerini açık bir şekilde ifade etmeye başladılar. Bürokrasideki atamalarda siyasetçiye yakınlık değil cemaat- tarikat kriterleri etkili olmaya başladı. Devlet yurt içi ve dışı hareket perspektifinde cemaat ve tarikat etkisini yadsımadan hareket etmeye başladı. Devlet ve siyaset kendilerini ideolojik besleyecekleri ve dayanacakları gönüllü-çıkarcıl bir ilişki üzerinden cemaat ve tarikatları kendi yedeğine almak istemektedir. Çünkü cemaat ve tarikatlar sivil bir kurumsallaşma olmayıp kendi içinde iktidar ve güç çatışmalarını da kapsayan, ideolojik referansları olan ve üyeleri birbirine bağlı en güçlü toplumsal örgütlenme durumundaydılar.

 

Cumhuriyet tarihinde gelinen yeni evre yeni bir geleceği ve tavrı zorunlu kılmaktadır. Cemaat ve tarikatlar Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasal kimliklerini ve konumlarını bulmaya başlamışlardır. Devletin ideolojik aygıtı olarak devlet ile birlikte hareket etmektedirler. İktidar olmanın imkânlarını sonuna kadar kullanmak için devletin kendi ilke ve değerlerine aykırı gördükleri şeyleri görmezden gelerek devlet aygıtı işlevlerine sadık kalmaktadırlar. Devlet ve bürokrasi içindeki yerleri netleşmeye başlarken devlet etkinliği üzerinde birbirleriyle mücadeleye başladılar. Hükümet bile bu mücadele denkleminde herkesi idare etmek ve sürece dâhil etmek amacıyla her kesimi memnun edecek ilişkiler kurmaya özen göstermektedirler.

 

Artık devlet yönetiminde partiler dışında cemaat ve tarikatlar en belirleyici konuma gelmiş durumdadırlar. Cemaat ve tarikatların cumhuriyet dönemi boyunca bayraklaştırdıkları bir söylem vardır:”Biz siyasetten uzağız, her kesime eşit uzaklıktayız.”söylemi yerine artık kendi kimliklerini açık bir şekilde deklare etmeleri ve müdahalede bulundukları alana ilişkin söylemlerini net bir şekilde ifade etmek zorundadırlar. Devletin ideolojik aygıtı olarak konumlarını halk ile açık bir şekilde deklare etmelidirler. Siyasetin ana öğesi olan cemaat ve tarikatlar siyaset ile kapalı kapılar arkasında yürütülen pazarlıklar ile değil tavrı açık bir şekilde ifade etmek zorunluluğu doğmuştur.

 

Yakın gelecekte devlet içindeki mücadele alanı eski aktörlerin devre dışı bırakılması ile birlikte yeni süreçte tarikat ve cemaat merkezli yeni çatışma alanı oluşacaktır. Çünkü cemaat ve tarikatlar sanılanın aksine birbirine karşı iddia edilen kardeşlik hukukunun dışında asabiyetçiliğin en yoğun, birbirine karşı müsamahakarlığın en alt düzeyde olduğu ve çıkar-çatışma alanında güçlü iradeler koyan yapılardır. Yeni iktidar kavgası yeni ideolojik aygıt ve statüko olan cemaat- tarikatlar arasında olacaktır. Hem halka dayanan, hem örgütlü olan ve hem de devlet ile bütünleşmiş yapılar olarak; kendi kurumsal yapısını ve üyelerinin menfaatini korumak ve sürdürmek için mücadele kendi rakipleriyle karşı karşıya gelmesini zorunlu kılacaktır.

 

Sivil olan ve sivil kalan, Hak ve haklıdan yan olanların mücadelesi ise devam edecektir. Devletin ideolojik aygıtı olanlar ise iktidar alanını devşirmek isterken, devşirilenler ise yine devlet tarafından dışlanacakları ve yerlerine yenileri alınana dek süreç devam edecektir.

27.06.2012
Bu yazı toplam 2373 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim