Yazmak da bir baht işi. Kalemin kâğıdın göğsüne değmesi için önce göklerde işitilmeli kalem sesleri, sonra yeryüzünde hangi baht sahibi ise nasipdar olan onun içine doluvermeli yazmak arzusu. Yazmak ki hem kendi nefsimize hem cümle nefislere karşı gösterdiğimiz bir direnç bu noktada. Diri, canlı, kuvvetli ve his dolu bir eylem kâğıtla kalemin ilişkisi. Bu sebeple içinde bir hayali büyütebilen insanlar yazabilir ancak, bir umudu diri tutabilenler, sevmekten korkmayanlar, işler sarpa sardığında bile “sakin ol!” diyebilenler…
Ah ile yazılan satırlar ancak miras kalır
Hayır, elbette eline kalem geçen herkes yazabilir, üç kelime yan yana gelince elbet cümle olur; tam tekmil imla kuralları ile bile doldurulamayan boşluklar ne olacak peki? Okurun hissettiği o boşluğu hangi cümle doldurur? Yürekten derin bir ah çekip yazılmayınca satırlar, o boşluğu hangi ses doldurur? Bu sebepten olsa gerek ah ile yazılan satırlardır bizlere miras kalanlar. Edebiyat dünyasının yaldızlı neon ışıkları söndüğünde, çok satılanlar, popüler eserler, bol reklamlı kitaplar birer birer sahneden indiğinde sahnenin asıl sahipleri boy gösterir usulca ve tevazu ile.
Yaşarken tevazuu baştan kabul etmiş güzel kâtibeler için ölümlerinin ardından açılan birer perdedir yazmak. Ömürleri boyunca dertleri rıza olan güzeller için bundan başka bir son da beklenemez olsa gerek. Okunan her kitap, sahibi için birer Fatiha hükmündedir bu noktada. Okurla yazar arasında derin sohbetler edilir, rüyalar görülür, onlarca yıl önce yazılan kitapların kapakları arasına gözyaşları emanet edilir. Hiç tanımadığınız insanlar için dua etmek bahsidir bu. Tanımadan sevmektir yaptığınız ve bilirsiniz ki sizin sevdiğiniz gibi sizi de seven vardır ötelerden.
Devamı: https://www.dunyabizim.com/portre/gec-bulunan-degerli-bir-hazine-safiye-erol-h18185.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.