• İstanbul 17 °C
  • Ankara 20 °C

İhsan Işık: Mehmet Âkif'in Şiirinde Temalar

İhsan Işık: Mehmet Âkif'in Şiirinde Temalar
Diğer ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de tarih boyunca birçok yazar yetişmiş ve arkalarında birtakım eserler bırakarak fânî ömürlerini tamamlamışlardır.

Bunların arasında küçük bir bölümü, tarihin ve okurlarının eleğinden geçerek sonraki dönemlerde adlarından söz ettirmeye hak kazanabilmişlerdir. Binlerce yazar, ansiklopedi sayfalarında sadece birer madde olarak kalırken, az sayıda yazar gece gündüz açık birer fakülte gibi, vefatlarından sonra sanları bilgilendirmeye ve aydınlatmaya deva başarabilmiştir. Bunların da aralarından sıyrılan şahsiyetler ise birer üniversite gibi, tek bir alanda konuda insanlığa ışık tutmayı sürdürebilen seçkin insanlar arasında anılmaya hak kazanmışlardır. Mehmet Akif Ersoy'u bu hafta Türkiye'nin yüzlerce, binlerce yerinde rahmetle anıyor olmamızın, bunu mecburen değil, gönülden yapmamızın sebebi nedir? Bu sebebi, bence O'nun İstiklâl Marşı şairimiz olması ibaret değil; örnek bir Müslüman-Türk şairi ve fikir adamı olarak, günümüz Türkiyesine ve İslâm dünyasına birçok          hayati meselede ışık tutmaya devam ettiğini fark ediyor olmamızdır.

Bu özelliği, sıradan yazarlarla, büyük mütefekkirleri birbirinden ayıran en önemli farktır. Altını çize çize isterim ki, Mehmet Âkif Ersoy, yaşadığı dönemde tanık olduğu önemli olaylar karşısında sergilediği duruş, eserlerinde savunduğu - bugün O'nunla görüş ve gönül birliği içindeki aydınlar gibi- görüşlerle bugün bir kez daha haklı çıkmakta ve zararın neresinden dönülürse kazançlı çıkma şansını hatırlatarak, ortaya koyduğu fikirleri önemsediğimiz takdirde bazı hayati meselelerimize çözüm bulabileceğimizi düşündürmektedir.

Mehmet Akif'in, bugün için de dikkate almamız gerek düşüncelerini, yedi şiir kitabını topladığı Safahat'ını okuyarak, bazılarında gayet açık, bazılarının satır aralarında ifade edilmiş hususları incelemek, üzerlerinde düşünmek ve bunlardan dersler çıkarmak imkânına sahibiz. Bize bu imkânı hâlâ bahşediyor olmasını da elbette şükranla karşılıyoruz.

Öncelikle dikkatinizi, istiklâl Marşı şairi Mehmet Akif'in şahsiyeti ve eserlerinin temel karakteristikleri, yani şiirlerindeki başlıca temaların üzerine çekmek istiyorum. Önce, özellikle yazar-aydın kesimini düşündürmesi gereken bir duruş dersinden başlayalım.

Birinci Dünya Savaşının ardından Türkiye'nin birçok şehri Avrupa ülkelerinin işgali altındadır. Medeni Avrupa ülkeleri ortaklaşa bir haçlı ruhu sergilemekte, yakıp yıkmakta, Müslüman ahali öldürülmekte, Fatih Sultan Mehmet'le birlikte İslâm hakimiyetine girmiş olan İstanbul'un yeniden Konstantinopolis yapılması istenmektedir. Nazım Hikmet'in Kan Konuşmaz, Kemal Tahir'in Esir Şehrin insanları ve Esir Şehrin Mahpusları romanlarında ayrıntılarıyla tasvir edildiği üzere, başkent İstanbul'un kaymak tabakası hiç de iyi bir sınav vermemektedir. Halk büyük bir yokluk içindedir. Atilla ilhan'ın dediği gibi sefalet İstanbul sokaklarından sel gibi akmaktadır. Bir dilim ekmek peşinde insanların arasında kendini satanlar da vardır. Kadıköy Moda'da, Şişli Nişantaşı gibi o dönemin elit semtlerinde akşamları işgal subayları şerefine balolar düzenleniyor. Sabahlara kadar eğlence ve kahkaha, içki su gibi akıyor. Ensesi kalınların, nam-ı diğer sosyetenin karıları kızları işgal subaylarıyla dansta, onlarla birlikte kadeh kaldırmaktadır. Aydınlar.. Aydınların bir kesimi aralarında ihtilafa da düşerek her biri başka bir büyük Batı devletinin müzaheretinden medet ummakta, Batılı devletlerden birine yamanmadan ayakta kalamayacağımız fikri geniş rağbet görmekte. Bir kısım aydın, millî bir mücadelenin gereğine inanmakta, bu görüşü savunmakta, fakat yetiştikleri ve yaşadıkları sosyal çevre dolayısıyla halkın geniş kesimleriyle buluşmaları, geniş kitlelere öncülük etmeleri mümkün olamamaktadır. Can havliyle milleten yana tavır koymaktadırlar ama milletin inançlarıyla, gelenekleri ve yaşam tarzıyla bir kopuklukları vardır. Bunlardan halkın arasına karışanı, onları Kur'an'dan ayetler okuyarak düşmana karşı direnişe çağıranı bulamazsınız. Mesela bu dönemde, Büyük Ada'nın dil mesiresinde iki ünlü Türk şairi karşılıklı oturmuş, dilberlerden ve şarap içerek eğlenmekten söz etmektedir. Bu şairlerden en ünlü olanı, şöyle dediklerini yazıyor hatıralarında:

içelim içelim şarap içelim Nice bir gav gibi ab içelim

Aynı dönemde OsmanlInın ikinci büyük başkenti Bursa'ya Yunan askerleri girmiş ve Yunan bayraklarını asmış durumda. Bursa'nın düşman işgaline girmesinin ıstırabını duyan Mehmet Akif çılgına dönmüştür. Bu sırada ünlü şiiri Bülbül'ü yazar:

Eşin var âşiyanın var baharın var ki beklerdin Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!

Türkiye'nin işgal altında olduğu yıllarda yaşamış diğer şairleriyle Mehmet Akif, arasındaki fark, Çanakkale Şehitlerine yazdığı şiirde ortaya koyduğu ruhtadır. Yıl 1916. Çanakkale'de Müslüman Türk ordusuyla İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Kanadalı Haçlı kuvvetleri tarihin en kanlı savaşlarından birini yapıyor. Haçlıların hedefi İstanbul'dur. Ordumuz buna izin vermemek için kahramanca direnip her gün çok sayıda şehit vermektedir.

Yıl 1916. Aynı günler. Mehmet Akif, Necid çöllerindedir. İngilizlerin kışkırttığı Arap kabilelerinin İslâm imparatorluğunun yanında olmasını sağlamak için devlet görevlisi olarak kabile reisleriyle görüşmeler yapıyor. Dikkat buyurun, ünlü bir şair olarak İstanbul'da, Beyoğlu'nda dinlenm e ve eğlenmeyi tercih etmiyor. Binlerce kilometre ötedeki kızgın çöllerde yolculuğu tercih ediyor. Aklı fikri ise Çanakkale'de. Bir akşam üstü, arkadaşlarıyla yine vatanın durumunu konuşurken İstanbul'dan bir telgraf alıyor: Telgrafta Çanakkale zaferinin kazanıldığı müjdelenmektedir.

Hemen şükür secdesi yapıyor. Arkadaşlarından izin isteyip hemen orada, aldığı haberle ilgili duygularını bir şiir halinde yazıyor. Ve arkadaşlarına okuyor:

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasırımdan; Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat îman? Ey şehîd oğlu sehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Yani ünlü Çanakkale Şehitlerine şiiri, bu savaşı görmeden, binlerce kilometre ötede yazılmıştır. Fakat ilginçtir ki, bu şiirdeki tasvirler, bu savaşta meydana gelenlerin birebir fotoğrafı gibidir. O âdeta bu savaşı gönül gözüyle görmüş, bütün ruhu ve kalbiyle oradaki savaşın manasını şiirinde dile getirmiştir. Çanakkale şirinin yazılış öyküsü, Mehmet Akif'in şahsiyeti, dünya görüşü hakkında bize çok önemli bir belgeyi vermiş olmaktadır. Şiirlerinde işlediği temalar bu ruhun,bu bakış açısının yansımalarıdır.

Mehmet Akif Ersoy, ülkemizin temel meseleleriyle Islâm dünyasının içinde bulunduğu durumun birbiriyle ilgili ve bağlantılı olduğunu savunmuştur. Safahat adı altında topladığı yedi şiir kitabı bu fikriyatın açıklandığı örneklerle doludur. Başka bir ifadeyle, Mehmet Akif, Safahat adlı eserini başta Türk milleti olmak üzere Islâm âleminin uyanıp kendine gelmesi ve Batı tahakküm ünden kurtulmasının nasıl olacağını anlatmak için yazmıştır.

İslâm DÜNYASI

İslâm dünyasında olup bitenler ve olmasını bekleyip de gerçekleşmeyenler, Mehmet Akif'in ilgi alanındadır:

"Şarkı baştanbaşa yıllarca dolaştım, gezdim Hem de oldukça görürdüm. Kafa gezdirmezdim! Bu Arabmış, bu Acemmiş, bu Tatarmış demedim Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim. Küçük âdemlerinin rûhunu tetkik ettim Büyük âdemlerinin fikrini ta'mik ettim."

Diyerek, geçmişteki ve günümüzdeki aydınlara büyük bir ders vermektedir. O, masa başında ceffelkalem ahkâm kesmemiştir. Doğuyu ve batıyı dolaşmış, İslâm dünyasının ve onu boyunduruk altında tutanların ne durumda olduğunu görüp mukayeseler yapmış ve elde ettiği gözlemleri kendi halkına aktarmayı bir vazife bilmiştir. Bugün, aydınlarım ızın ve medyanın İslâm dünyasıyla ilgili haberleri daha çok uluslararası haber ajanslarının filtreli haberlerinden almakla yetindiğini görüyoruz. Mehmet Akif'in yaptığı gibi diğer ülkelerin Müslüman aydınlarıyla görüşüp istişarelerde bulunanlara pek rastlamıyoruz.

Mehmet Akif, bizzat görüp incelediği İslâm dünyası halklarını uyarmayı vazife bilmiştir:

"Ey koca şark, ey ebedî meskenet! Sen de kımıldanmaya bir niyet et. Korkuyorum, garbın elinden yarın Kalmayacak çekmediğin mel'anet"

Mehmet Akif'in, başında A'raf Suresi 155. ayetinin mealinin yer aldığı bir şiiri, yarım yüzyıldır değişmeyen bir Ortadoğu belgeselidir. Meal şöyledir: "İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâkeder misin, Allah'ım?" (A'râf Suresi 155. Ayetin bir kısmı)

Önemine binaen şiirin tamamını takdim etmek istiyorum. Dinlerken bugünkü Ortadoğu'yu, hiç değişmemiş yüzüyle göreceğimizi üzülerek belirtmek zorundayım:

En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!... Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın Ateşli muhitindeki sûzişli niyâzın Emvâci hurûş-âver olurken melekûta? Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet, Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet? Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban? Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin, Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in? İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet? Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ! Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm! Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm? Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân; insan bu muammalara dehşetle nigeh-bân! Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık! Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın... Yaksaydın a m el'unları...Tuttun bizi yaktın! Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâm i'yıkılıp hâke serildi! Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted: Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed! Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar! En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından, Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan! İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok! Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!

Akif'in çizdiği ve henüz değişmeyen Müslüman Ortadoğu manzarasının tek cümlelik özeti şudur: Hz. Muhammed (sav)în ruhunu incitecek bir duruma gelerek Haçlı ordularının işgali altındaki İslâm coğrafyası inim inlemeye ve kurtarıcısını, yeni Selahaddin-i Eyyubî'sini beklemeye devam ediyor.

Saygıdeğer konuklar,

Mehmet Akif'teki bu İslâmî duyarlılık, bugün hepimizin, ülke yöneticileri, hükümet ve siyasi parti yetkilileri, milletvekilleri, aydınlar, işadamları ve her meslekten Müslüman Türk halkı olarak hepimizin muhtaç olduğu bir duyarlılıktır.

O büyük İslâm şairi, yukarıdaki şiirinden anlaşılacağı üzere, daha birinci dünya savaşı yıllarında iki hususun altını çizmiştir:

Başta Hz. Muhammed'in yaşadığı ve yüce Kur'an'ı insanlığa ilk müjdelediği topraklar olmak üzere bütün Islâm âlemi Batı dünyasının tehdidi altındadır. Eğer İslâm ümmeti uyanmaz, dinine, medeniyetine ve toprağına sahip çıkmaz ise Haçlı dünyası askerleriyle ve çan sesleriyle gelip bütün İslâm coğrafyasını kendi hakimiyeti altına alacaktır. O kadar ki Hz. Hüseyin'in dedesi, yani Hz. Muhammed bile hemen yanı başına yerleşen haçlıların çan seslerini duymaktan rahatsız olacaktır. Yani İslâm dünyası kötü bir durumdadır, batının tehdidi ve sömürüsünden kurtulmak için uyanıp bir an önce ayağa kalkmalıdır.

Mehmet Akif'in şiirlerindeki diğer temalar:

İMAN

Mehmet Akif'te Allah inancı, tüm şairliğinin temelidir. O'nun nasıl bir imana sahip olduğunu anlamadan, onun niçin bu kadar toplumcu, niçin bu kadar, vatanperver, cesur ve öncü karakter taşıdığını anlayamayız. Bu şairin yüreği Allah inancıyla nurlanmış ve koca bir ümmeti içine sığdıracak kadar büyümüştür: Şöyle demiştir:

"imandır, o cevher ki İlâhî ne büyüktür imansız olan paslı yürek sinede yüktür" (49)

Çünkü imanlı yürekte Allah rızası isteği, Hak yolunda halka hizmet, yani Allah'ın hoşlandıkları; paslı yürekte ise egoizm, pragmatizm, hedonizm, şahsi çıkarlar, nefsin arzuları, hileler, desiseler, şeytanın hoşlandıkları vardır.

İMAN VE AHLÂK

Bir şiirinin başında, şu ayet meali vardır: "Ey Müslümanlar, Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkunuz..."(Al-i Imran: 102)

Bu ayetten aldığı ilhamla şiirine şöyle başlar: "Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan'ın Ne irfânın kalır tesiri katiyen, ne vicdânın"

Bu şiir, dünün ve bugünün toplumsal ahlakı konusunda müthiş bir uyardır. Bugün kilise ile cami arasında yitip giden sosyal ahlâk, ticaret ahlâkı vs. erdemsizliğin egemenliği altına girmemizin tehlikesine işaret edilmektedir. Özellikle aile hayatımızın ve millî eğitim sorumlularının dikkati çekilmek istenmiştir.

Mehmet Âkif, Allah inancının dayanan bir ahlâkımız olması gerektiğini ve bu ahlakı millî ahlâk olarak canlı tutm ak zorunda olduğumuzu söyler:

"Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı millî, ruh-i millîdir Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Mevt-i küllidir."

Son mısraın anlamı şudur: Millî ahlâk çekerse milletin de hayatı biter. Kur'an, Mehmet Akif'in temel referansı ve sadece bizim için değil, tüm insanlığa ulaştırılması gerektiğini düşündüğü evrensel huzur reçetesidir. Bu görüşünü özetleyen dizeleri şöyledir:

Doğrudan doğruya Kur'an’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz Islâm'ı Allah'a dayan s'aye sarıl hükm üne râm ol Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol

Bu şiirde Müslümanların modern dünyaya bir mesajı olduğunu, bu mesajı onlara anlayacakları bir üslupta iletmek gerektiğini belirtmektedir.

Bunun içindir ki, Mehmet Âkif için Kur'an bir ölü kitabı, sadece dua kitabı değil, bir kılavuz bir hayat kitabıdır. Kur'an'ı bilinçli olarak, yeni bir göz ve kafayla yeniden okuyup anlamak gerekmektedir:

inmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!

PEYGAMBER SEVGİSİ

Peygamber sevgisi şu şiirinde çok güzel dile getirilmiştir:

Ondört asır evvel yine böyle bir geceydi Kumdan ayın ondördü bir öksüz çıkıverdi Bilemezlerdi nereden bileceklerdi Bir kere zuhur ettiği yer en sapa yerdi Herkes medyun O'na, o nebiyy-i ma'sum Medyun O'na cemiyyeti medyun 'ona ferdi

MANZUM HİKÂYEDE İKİ BÜYÜK USTADAN BİRİ...

Toplumsal konulara önem veren bir şair: Seyfi Baba şiirinde, Selma'da (40) Küfe'de (52), Geçinme belası (62), Meyhane (65), Mezarlık (70), Bayram (76), Hasbihal (80) gibi pek şiirinde olduğu gibi içi yoksullar için yanar: "Geçen akşam eve geldim. Dediler:

Seyfi Baba Hastalanmış yatıyormuş. - Nesi varmış acaba?

MEDENİYET

Tükürün millete alçakça vuran darbelere Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere Medeniyyet denilen maskara mahluku görün Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün Aslında karşı olduğu medeniyetin kendisi değildir: Medeniyyet denilen o mahluk-u asil Ne kadar gözdesi varsa hakkıyla sefil Bu eleştirisine karşılık, bilginin Müslümanların yitik malı olduğunun bilincindedir: Alınız ilmini garbını alınız san'atını Veriniz mesainize hem de son sür'atini

AYDINLAR

Safahat'ın bir yerinde bazı şairlere eleştiri getirir. Divanlarımız dopdolu oğlanla şarab Biradan fâhişeden başka nedir şi'r-ü şebâb? Bu eleştirisinin sebebini pek çok şiirinde açıklar.

Mehmet Âkif'e göre aydınlarımız, büyük bir sorumluluk içindedir. Ama bu sorumluluğun pek farkında değildirler. Ona göre aydınlar, milletimizin ve ümmetimizin dertleriyle yakından ilgilenmeli, onarlın çektikleri ıstırabı duymalıdır. Şiir anlayışını ve kendi şairliği için şu değerlendirmeyi yapmıştır:

"Şi'r için gözyaşı derler; onu bilmem, yalınız, Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem; Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizârım!"

Mehmet Âkif büyük ıstırabın şairidir. Bu ıstırap, sevgilisinden ayrı kalmanın hüznü değildir. Bu ıstırap ifadeleri, büyük bir millet ile büyük bir ümmetin içinde bulunduğu duruma bakınca duyduğu acıların ifadesidir. Şair olarak, yapmak istediği, bu ıstırabın paylaşılıp bir uyanışa vesile olmaktan ibarettir.

Baksana kim boynu bükük ağlayan

Hakk-ı hayatın senin ey Müslüman!

O bir Müslüman Türk aydını olarak, insanların ne hâlde olduğunu görüp sorunlarını yansıtmaktan sorumlu olduğunu düşünür Bu tip aydınlara ihtiyacımız olduğunu söylemiş olur aynı zamanda.

O'na göre fıkıh bilginleri ne kadar önemliyse, en az o kadar dinî ve siyasî düşüncede derinleşmek de en az o kadar önemlidir:

Birkaç yıl önce yapılan bir Abant aydınlar diyaloğunda şu tesbit yapılmıştı: Ülkemizde eksik olan dinî bilgiler değil, dinî düşüncenin yeterince gelişmemiş olmasıdır. Nitekim Mehmet Âkif, Süleymaniye Kürsüsü şiirinde şunları söyler:

Beni kürside görüp, va'zedecek sanmayınız; Ulema değilim, şeklime aldanmayınız! Dinin ahkâmını zaten fukahanız söyler Anlatırlar size bir m üşkiliniz varsa eğer Bana siz âlem-i İslâm'ı sorun, söyliyeyim; Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim. Şark-ı Aksâ'dan alın, Mağrib-i Aksâ'ya kadar. Müslüman yurdunu baştanbaşa, kaç devrim var!

Akif'in, gezip gördüğü İslâm dünyasında gözlemlerinin elde ettiği sonuçlar dört maddede özetlenebilir:

TEMBELLİK

"Hasbihâl"şiiri de zamanı boşa geçirmemeyi öğütleyen bir ayetle başlar.-183

Ninni değil dinlediğin velvele, bak akıp gidiyor hep müstakbale Bir acaib nur ki zamandır adı, durma sen de yetiş bu müthiş sele

Sizi bir sinema filmi karesine götüreyim. Filmin kahramanı, sabahleyin uyanıp pencereyi açtığında, içeriye dolan sadece temiz veya kirli hava değil, şehrin o müthiş uğultusudur. Buradaki uğultu efekti, şehirdeki devinimi ve bu devinimin kahramanımızda ve izleyicide uyandırdığı arka planın izdüşümüdür.

Bu uğultu, bu devinim, şehirde yaşayan başkalarının müthiş bir hareketlilik içinde ol-, duğunu, sıkıntılı bir hayatı sürdüren kendisinin de artık bir şeyler yapması gerektiğini, eğer böyle yapmazsa, şehirde her şeyin kendisine rağmen cereyan edeceğini, bu takdirde şikâyet etmek, kızmak ya da üzülmenin yararsız olacağını, artık odasında bir başına kendini dinleyip durmanın değil sokağa çıkmanın, yapması gereken ne varsa onları yapmaya başlamanın, artık çok çalışmanın, gerekiyorsa şehir meydanına çıkıp haykırmanın, şehrin velvelesine bir velvele de kendisinin katmasının zamanıdır.

Mehmet Akif'in açtığı pencere, fikir penceresi; gelen uğultu ise dünyadaki gelişmelerin, hareketlerin, büyük bir devinimin yankılarıdır. Çalışanların, koşanların, iş yapanların, üretimde bulunanların sesidir. Bu sesleri duyup uyumak olmaz. Bu yarışı görüp yerinde durmak olmaz. Ülkesinin, kültür ve gönül coğrafyasının insanları daha ne zaman kadar seyredecektir bu devinimi. Kimi uluslar çalışıp, büyük gayretlerle dünyanın her tarafını Pazar haline getirip sömürürken, dünyanın her tarafına silahlarıyla korkup salarken, bu sesleri ninni gibi dinlemek ancak büyük bir gaflet olur, yapılması gereken dava fazla vakit geçemeden bu yarışa katılmaktan ibarettir.

"Alınlar Terlemeli"şiiri aynı düşüncelerle şöyle başlar:

Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da, Bugün bir serseri, bir derbedersin kendi yurdunda!

Bir başka şiiri, yine çalışmanın önemini anlatmak için şöyle başlar:

"Leyse lilinsani illa mâ se'a"derken Hûda; Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha?

ÜMİTSİZLİK

Mehmet Akif'in dikkat çektiği konulardan birisi de ümitsizliğe düşmenin bir fayda sağlamayacağı hususudur. Malumunuz günümüzdeki psikolojik harbin en önemli unsurlarından birisi, karşı tarafın morla çöküntü içine sürüklenerek, hakkından daha kolay gelinmesidir. Ben ülkemiz insanlarına ve tüm dünya Müslümanlarına bu şekilde kapsamlı bir psikolojik propaganda yürütüldüğü kanaatindeyim. Kültür emperyalizmi kavramının tam karşılığı da bence budur.

Âkif, yine bir ayeti hatırlatıyor:

"Dalalete düşmüşlerden başka kimTanrı'sının rahmetinden ümîdini keser?" (Hicr, 56)

Sonra da Müslümanları, ümitsizliğe düşmemek konusunda uyarıyor:

Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!

"Ölmüş"mü dedin?Ah onu öldürmeli miydin? Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın! Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın: "Devlet batacak!" çığlığı beyninde öter de, Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde! Allah (c.c.)'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol... Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

BİLGİSİZLİK VE BİLİNÇSİZLİK

Mehmet Âkif, İslâm dünyasını halkıyla ve aydınıyla büyük bir gaflet uykusu içinde görüp uyandırmak için çırpınır:

“Baksana kim boynu bükük ağlayan Hakk-ı hayatın senin ey Müslüman Kurtar o biçareyi Allah için Arık ölüm uykularından uyan!" (342-343)

Jean Paul Sartre, Yahudilik Sorunu adlı kitabında şunları söyler:

"BizYahudiler, bulunduğum uz her ülkede, kendi alanımızda birinci olmak zorundayız, ikinci derecede bulunursak yok edileceğimizi düşünürüz."

Aslında bu bilinç, Kur'an'da Müslümanlara öğütlenerek, şu müjde verilmiştir:

"Eğer inanıyorsanız, en güçlü olan sizsiniz."

IRKÇILIK VE BÖLÜCÜLÜK

Aklı başında olan bütün aydınların ortak görüşü, ırkçılığın insanlık düşmanı bir tehlike olduğu yolundadır. Milletlerarası savaşların, iç savaşların birinci derecedeki faktörü şovenizmdir, kavmiyetçiliktir, islâmiyette ırkçılık yasaktır, bütün Müslümanlar hangi ırktan olurlarsa olsunlar Allah tarafından kardeş ilan edilmiştir. Ülkemiz tarihi ise, ırkçılık yüzünden bölünüp, küçülüp, büyük devletlere yem olmanın hazin bir belgeselidir. Şimdi bu oyunun yeni ve kanlı bir sahnesi daha tezgâhlanıyor. Ve ülkemizin yaşayan aydınlarının, yöneticilerimiizin, tarihsel sorumluluğu üstlenerek ırkçılığa bir kez daha açık ve net karşı çıkması gerekiyor. Bu konuda da Mehmet Akif'in örnek bir aydın olarak bize ışık tuttuğunu hatırlayabiliriz.

O, büyük şair ve fikir adamımız, yaşadığı günlerden bugüne, ülkemizin Türküyle Kürdüyle bütün insanlarına sesleniyor. Eğer ırkçı düşüncelerle bölme bölünme hevesinden vazgeçilmez ise, bu güzelim vatanda Türkler ve ne Kürtler dahil herkesin, em peryalist ülkelerin elinde perişan olabileceği tehlikesiyle karşı karşıya olacağını hatırlatıyor.

Akif'in bu önemli şiirinden birkaç beyit şöyledir:

"Müslümanlık sizi gayet sağlam, Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize? Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı Aynı milliyetin altında tutan İslâmî, Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir Bunu bir lâhza unutmak ebedi haybettir. Girmeden tefrika bir millete düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top söndüremez. Müslüman, fırka belasıyla zebun bir kavmi, Medeni Avrupa üç lokma edip yutm az mı? Ey cemaat, yeter Allah için olsun u yanın... Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın!" (220-221)

"Mehmet Âkif, Dönemi ve Çevresi" Vefatının 71. Yılında Mehmet Âkif Ersoy Bilgi Şöleninde sunulan bildirilerinden oluşan TYB'nin 32. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin 3. kitabı. Mart 200

Bu haber toplam 1558 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim