Ramazan ayında İstanbul’un hemen her konağının bir köşesi, bir çeşit mescit hâline konurdu. Otuz ramazan, teravih kıldırmak üzere güzel sesli bir imam tutulur ve konak halkından başka, civardan isteyen herkes, camiye gidecekleri yerde buraya gelebilirlerdi.
“Nihayet ramazan gelir, oruç ayının ilk gecesi ile beraber teravih, iftarlar ve dolayısıyla eğlenceler de başlamış olurdu.
Ramazan’da zengin, orta halli hatta fakir, herkesin kapısı ve sofrası herkese açıktı. Akraba ve yakın dostlar arasında, davetsiz olarak iftara gitmek, bir saygı ve nezaket kaidesi idi. Buna mukabil akrabalık, ahbaplık ve komşuluk münasebetleri gereğince yapılan iftar davetleri de gene, davet edilene karşı davet edenin alaka, itibar ve saygısının bir nişânesi demekti. Onun için bir yandan eşi dostu, hısımı akrabayı ağırlamak, bir yandan fakiri fukarayı kollamak için kurulan iftar sofraları Kadir Gecesi’ne kadar devam eder ve böylece otuz ramazan İstanbullu’nun kapısı açık bulunurdu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.