• İstanbul 19 °C
  • Ankara 26 °C

“İstiklal ve İslâm Şairleri: Mehmet Âkif ve Muhammed İkbal”

“İstiklal ve İslâm Şairleri: Mehmet Âkif ve Muhammed İkbal”
100.Yılında istiklal gençliği programı kapsamında Doç. Dr. Aykut Kişmir,

Gülfem Akyıldın’ın “İstiklal ve İslam Şairleri: Mehmet Akif Ve Muhammed İkbal” konusundaki sorularını cevaplandırdı.

 

-Öncelikle 2021 yılının İstiklal Marşı Yılı olarak ilan edilmesi ile ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

 

-İstiklal Marşı’mız her dile getirilişinde bize kim olduğumuzu hatırlatmaktadır. 20. yüzyılda yaşanan savaş ve felaketlere tanıklık etmiş kuşakların ardından gelenler sıklıkla “Biz Kimdik/Kimiz?” sorusuna cevap aramaya çalışmışlardır ve günümüzde de devam etmektedir. Bu da bellek çalışmalarının önemine işaret etmektedir. Bu bir bakıma kimlik arayışı olarak da yorumlanabilir. İstiklal Marşı’mız kimliğimizi yansıtmaktadır, geçmişimizin geleceğe iletilmesinde rol oynamaktadır. “Geçmişin aktarılması iletişimi mümkün kılması ve kimliği somutlaştırması”[1] bakımından önemli bir araç olarak anımsama kültürünün çerçevesini oluşturmaktadır. “Disiplinler arası bir olgu olarak bellek çalışmaları sadece tarih ve edebiyat bilimi ile değil, aynı zamanda beşeri bilimler, antropoloji, psikoloji, sosyoloji, sanat tarihi, din bilimi, medya bilimi ve eğitim bilimi gibi disiplinler ile de sıkı bir ilişki içerisindedir”[2]. Edebiyat bilimci Erll ve Nünning’in[3] de ifade ettiği gibi, edebiyat kolektif belleği canlandırır ve böylece edebiyat, kültürel anımsamanın nedenini araştırır, onu gözlemlenebilir hale getirir. Dolayısıyla edebiyatın, ortak yaşantının sahnelendiği önemli bir mekân olduğu söylenebilir. Bu bağlamda anımsama kültüründe önemli bir işleve sahip olan edebiyat aynı zamanda kolektif belleğin de en önemli araçlarından biri olarak dönemin tanıklarının tecrübeleri ile yeni hikâyeler kurgulanmasını/ortaya çıkmasını sağlar. Bellek kuramcısı Jan Assmann’a göre kültürel belleğin önemli bir aracı olan anımsama edebiyatının en önemli işlevi çok yönlü ve topluma dönük olmasıdır. Örneğin edebi bir eserde/şiirde konu edilen geçmişe ait öyküler toplumdaki her birey tarafından karşıt bir anıyı çağrıştırabilir. Bu noktada ise edebiyat, söz konusu bu karşıt anıları bireysel bellekten kültürel belleğe kazandırmaktadır.  Diğer taraftan Erll’e göre edebi biçimlendirme bir çeşit bellek üretimidir, sembolik olarak kültürlerin kendini tasvir etmesi ve alternatif hakikatlerin tasavvurudur. Burada önemli olan edebi metinlerin (roman, şiir) , bunları nasıl ve hangi biçimlerde anlattığıdır. Edebiyatın bir sembol sistemi olduğu dikkate alındığında, biçimin anlamlandırılması kurgusal metinlerde önem taşır. Bu özelliğinden dolayı edebi metinler anımsama kültürünü ikonik bir yapıya taşır. Kurmaca metinlerin ikonlarla zenginleştirilmesi, anımsama kültüründe okuyucu tarafından kültürel bir kazanım olarak benimsenir”.  Dolayısıyla İstiklal Marşı’mız zaman ve mekân sınırlarını göz ardı ederek, “belleğin bir muhasebecisi ve profesyonel bir ölümsüzleştirici”[4] olarak kültürel belleğimizin şekillendirilmesine katkı sağlar. İstiklal Marşı’mızın belleklerimizdeki yerinin sadece ülkemizle sınırlı olmadığını,  Müslüman dünyasındaki özgürlük arzusuyla da ayrılmaz bir bütünlük halinde olduğunu görürüz. Yine Mehmet Akif Ersoy’un sosyal çevresi ve onun mizaç unsurları gözlendiğinde de İstiklal Marşı’mızın etkisini ülkemizle sınırlandıramayacağımızı görürüz.

 

-

 

-Muhammed İkbal, İslâm kültürünün çağımızda insanlığa kazandırdığı en önemli fikir adamlarından biridir. Batının emperyalizm ağına düşen Müslümanların kendilerinde yeniden canlanma gücü bulmalarında yardımcı olmaktadır. İkbal, insanların üstün yeteneklerle donatılmış olduğunu ve bu yetenekleri kullanarak toplumu üst seviyelere çıkarabilmemizin yolunu göstermektedir. Bunu da ancak bireysel benlikten toplumsal benliğe geçerek elde edebileceğimizi söylemektedir. Muhammed İkbal’i düşünen bir Türk gencinin aklına elbette ünlü Türk şairi ve düşünce adamı Mehmet Akif Ersoy gelmelidir. Öncelikle iki şair arasındaki isim benzerliği öne çıkmaktadır. Türkçede Mehmet ismi Muhammed ismiyle aynı kullanılmaktadır. İki şair arasındaki bir başka benzerlik de birinin İstanbul 1873, diğerinin Siyalkut 1877 olmak üzere birbirine yakın yıllarda doğmuş olmalarıdır. Ve yine biri 1936’da diğeri de 1938’de vefat etmişlerdir. Yani ikisi de aynı çağın zorlukları karşısında farklı coğrafyalarda bulunmalarına rağmen köleliğe ve kötülüğe isyan edip yeniliğe, adalete ve kurtuluşa inanmışlardır. Her iki şair de batının emperyalist yüzüne karşı dimdik durmuşlardır. İkbal, geleceğin özgür Pakistan’ı için, Akif de özgür Türkiye için emek harcamışlardır. Muhammed İkbal ve Mehmet Akif birbirleriyle tanışma fırsatı bulamamışlardır ancak ikisinin de birbirlerinden haberdar olduklarını biliyoruz.Mehmet Akif, 6 Mart 1925’te Mısır’dayken arkadaşı Hafız Asım’a bir mektup yazar, mektupta; İstanbul’dayken iki üç Hint Müslümanıyla Muhammed İkbal’e iki takım “Safahat” adlı şiir kitabından gönderdiğini, Hindistan’dan da kendine İkbal’in “Peyam-ı Maşrık” ve “Esrar-ı Hodi” adlı şiir kitaplarının geldiğini yazar.[5] Mehmet Akif’in İstanbul’da vefatı üzerine Mısırlı dostu Abdulvahab, Kahire’de “El Risale” dergisinde Arapça bir makalesinde şöyle yazar:

            “Toplantılarımızın en güzelleri Muhammed İkbal’in şiirlerini okuduğumuz zamanlardı. İkbal’i bana tanıtan da o idi. “Peyam-ı Maşrık” adlı şiir kitabını bana vermiş o sayede İkbal’i okumuş ve sevmiştim. İkbal’den okumaya başladığımda arada bazı beyitlerin tekrarını isterdi. Beğendiği beyitler üzerinde durur bunları tekrar eder veya bazı beyitleri içini çeke çeke dinlerdi. İkbal’in şiirleri bazen ona heyecan verir, bazen içini serinletir bazen de onu hüzünlendirirdi.”[6]

            Her iki şairin de köleliğe, zulme, haksızlığa ve geriliğe karşı mücadele ettiklerini görüyoruz. Yine her iki şair de Kur’an-ı Kerim’in ışığında insanlara yol gösterme konusunda ahlak ve cesaret örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birçok İslam ülkesinde olduğu gibi Pakistan' da Türk milletine çok büyük misyon yüklüyor. Pakistan'ın milli şairi Muhammed İkbal'in Avrupa'ya yolculuğu sırasında pilotun, Türk hava sahasına girildiğini duyurması üzerine ayağa kalkıp önünü ilikleyerek bekledikten sonra yerine oturduğunu, İkbal'in, bu tavrının sebebini soranlara "Biz öyle bir milletin topraklarına girdik ki bu millet tam 400 yıl İslam'a hamilik yaptı. Bu coğrafya aynı zamanda Mevlana Celalettin Rumi hazretlerinin yattığı topraklardır." diye cevap verdiğini söyledi. İkbal’in bu tavrı Türkiye’nin İslam coğrafyası için ne anlam ifade eder? Buradan hareketle Mehmet Akif ve Muhammed İkbal’in hayatında İslam’ın yeri ve öneminden biraz bahsedebilir misiniz?

-İkbal’i düşündüğümüz zaman onun belleklerdeki yerinin sadece Pakistan’da değil,  Müslüman Hindistan dünyasındaki özgürlük arzusuyla ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğunu görürüz. Yine İkbal’in şahsiyetinin gelişimindeki sosyal çevre ve onun mizaç unsurlarını gözlediğimizde İkbal’i sadece Hindistan Alt-Kıtası’yla sınırlandıramayacağımızı görürüz. Bütün insanlığa hitap eden İkbal’in Türkiye’de de önemi şüphesiz bilinmektedir ve Türk edebiyatçı ve düşünürler tarafından İkbal’in felsefesi çeşitli araştırmacıların çalışmalarıyla canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Zeria Karadeniz, (1953’te) Milli Şair İkbal ve Hürriyet Fikri adlı makalesinde konuyla ilgili olarak şöyle der:

“İkbal yalnız Doğu, yalnız Doğu-Batı mütefekkiri değil, kelimenin tam mânâsı ile bir dünya mütefekkiridir ve Dünya tefekkürünün zaferini yapanlar arasında yer alır.”[7] Yani Doğu-Batı bütününden ortaya çıkmış bir düşünce insanıdır İkbal ve Mevlana’yı sadece büyük bir Türk mütefekkiri olarak değil mürşidi olarak da kabul eder.

“İkbal’i önemli kılan bir başka özellik de onun eskiye olduğu kadar çağdaş edebiyat ve felsefeye de vakıf olması ve İslami çizgiden ödün vermeksizin çağın ihtiyaçlarına uygun olarak eski ile yeninin iyi bir sentezini yapabilmiş olmasıdır.”[8]

             Yine Zeria Karadeniz, “İkbal eğer layık olmasaydı, o baş döndürücü Mevlana irtifaına yükselemez, orada müsait vasata kavuşan bereketli bir bulut gibi hürriyet toprakları üzerine rahmet yağdıramazdı”[9] diyerek İkbal’i herhangi bir toplumun ya da milletin malı olmak gibi sınırlandırmalardan çıkılması gerektiğini ve Mevlana’yı düşünen her insanın dostu olarak görebiliyorsak İkbal’i de yeryüzünde düşünen her insanın kardeşi olarak görmemiz gerektiğini ve kolektif bellekte yer etmiş önemli bir şair olduğunu vurgulamaktadır.

-Sizce Muhammed İkbal ve Mehmet Akif’i çağını aşan bu güne ulaşan şair yapan özellikleri nelerdir?

-İsmail Habip Sevük, Nisan 1953’te İkbal ve Biz adlı makalesinde İkbal’e ilişkin şöyle der: Pakistan’ın hem millî, hem insanî, hem idealist, her manasıyla “büyük” İkbal’in kim olduğunu ilk önce bizim İstiklâl cengi sıralarında, 1922 baharında, Ankara’daki Taceddin Dergâhında ikamet eden rahmetli şairimiz Mehmet Âkif ile orada geçen sohbet zamanlarımızda işitip, öğrenmiştim. Balkan Harbi facialarına karşı millî şairimiz Mehmet Âkif: Ne yerler dinliyor, ya Râb, ne gökler ruhum inlerken diye bütün iç feverânıyla haykırırken meğer Hind Müslümanlarının millî şairi İkbal de “Allah’a Şekva” eserinde bizim Balkan faciamıza karşı Müslümanlardan inayetini esirgedi diye acı acı şikâyet eder, dururmuş.”[10] Yine Sevük, bireysel belleğinde Mehmet Akif ve İkbal’i nasıl anımsadığını şu şekilde anlatmaktadır: “Birinci Cihan Harbinde yarı dünya ile beraber yıkıldığımız zaman İkbal “Türklerin üzerine bir keder dağı çöktü” diye aynı keder dağının kendi göğsü üzerine de çöktüğünü duyuruyordu. İstiklâl Savaşları zamanımızda bizim Mehmet Âkif:

Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın,

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.

diye istiklâlin zafer güneşine olan itimadını bir kehanet edasıyla anlatırken İkbal de İstiklâl zaferimizi “Tulû-i İslâm” adlı eserinde bütün Müslümanlık aleminin kurtulacağına bir beşaret gibi selamlayarak Türklerin gösterdiği o kahramanlık harikasına karşı bütün dünyaya hitapla, “Ey insanlar! Bir kere daha sadakat, adalet ve şecaat dersi öğrenin” diyordu. Onun “Tulû-i İslâm”’ı Sakarya ve Dumlupınar kahramanı Mustafa Kemal’i yalnız Türkiye’yi kurtaran muzaffer bir kumandan değil, aynı zamanda bütün Müslüman milletlerini de esaretten kurtaracak bir sembol olarak gördü.” [11]

 

-Muhammed İkbal ve Mehmet Akif Ersoy yaşasaydı sizce gençlere ne söylerdi? Hangi tavsiyelerde bulunurdu?

-Muhammed İkbal ve Mehmet Akif, ırk ve coğrafya farklılığını önemsemezler, onların idealleri birlikteliktir. Dünyadaki bütün Müslümanları vatandaş, ırkdaş ve yoldaş olarak kabul ederler. Onlara göre Müslümanlar bir bütündür. İkbal soy ile övünmeyi cehalet olarak görür. Soyun fani olduğunu kalıcı olan şeyin din birliği olduğuna inanır. Akif de aynı şekilde ırkçılığı İslam için bir tehlike olarak görür. Her iki şair de kurtuluşun ancak tüm İslam âlemini özgürleşirse elde edilebileceğine inanmışlardır.  İkbal, Türk kahramanlığını ve özgürlük için mücadele eden Türk insanını takdir ederken, Mehmet Akif de Hindistan Alt-Kıtası’ndaki Müslümanların azmine takdirle bakmaktadır. Tabi ki Hindistan Yarımadası Müslümanları, azimlerinin sonucu olarak Pakistan’ı kurmuşlardır. İkbal, eserlerinin bazı yerlerinde Anadolu insanının acıları ve zaferleriyle ilgilenirken Mehmet Akif de İngilizlerin Hindistan’da Müslümanlara karşı sergilediği politikaları eleştirerek dile getirmiştir. Her iki şair de özgür Pakistan’ın kuruluşunu belki göremediler ancak zaten onlar fikirleriyle özgürlüğün yolunu göstermişlerdi.

         Mehmet Akif, milleti sarıp sarmalayan bazı hastalıklardan şikâyetçidir. Bu hastalıklar; tembellik, azimsizlik, hissizlik, yolsuzluk, marifetsizlik ve ahlak bozukluğudur. İkbal de Mehmet Akif’le benzer duyguları hissetmiştir.  İnsanlara sadece “çalışın” demekle bunun gerçekleşmeyeceğini bilmektedir ve bir sistem olarak benimsenmesini istemektedir. Her iki şair de çabayı ve çalışmayı yaşamak için gerekli görmektedir. Bu bakımdan Türkiye ve Hindistan Alt-Kıtası Müslümanları için karanlık olan o çağda toplumu aydınlatmışlardır.

         İkbal’in umudu gençliktedir, o gençliği, idealinde yaşattığı toplumun çekirdeği olarak görmekte ve gençler için dualar etmektedir. Yine Mehmet Akif Ersoy da gençleri toplumun kurtuluşu olarak görmekte ve aydınlık geleceğin gençliğin ellerinde olduğunu belirtmektedir. Mustafa Kemal Atatürk de Türk gençlerine yazmış olduğu gençliğe hitabe de “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” der.

“Muhammed İkbal, Türkiye’yi ve Türkleri gönülden sevmiş ve Türklerin dertleriyle dertlenmiştir. İster Trablusgarp Savaşı olsun, ister Baklan Savaşları ve Kurtuluş Savaşı, her ortamda Türklere olan sevgisini ve desteğini ifade etmiş, Türkiye’ye yardım edilmesi için şiirleriyle de kamuoyu oluşturulmasına büyük katkılar sağlamıştır. Doğal olarak bu sevgi karşılıksız kalmamıştır. Muhammed İkbal, Türkiye’de de geniş bir okuyucu kitlesi elde etmiş ve bu kitle onun sevgisine sevgi ile karşılık vermiştir. Ona sevgi ile karşılık veren ilk kişi ise büyük şair Mehmet Akif Ersoy’dur.”[12]

-Peki bunlardan yola çıkarak biz gençlere neler söylersiniz? Nelere öncelik vermemizi, bu vatan ve millet için biz gençlere düşen görevler hususunda nelere vurgu yapmak istersiniz?

-Ömer Rıza Doğrul, 1950 yılı Nisan’ında Türk-Pakistan Kültür Cemiyeti Başkanı sıfatıyla İkbal anısına Ankara’da düzenlenen törende yaptığı konuşmada Sevük’ün belirttiğine göre şöyle der: “Pakistan’a aynı zamanda İkbalistan denilebilir”.[13] Yine, Ömer Rıza Doğrul’un 1951 başlarında dünya Müslümanları konferansına özel davetli olarak giderken Mevlâna’nın Konya’daki hatırasından/emanetinden aldığı bir tutam toprağı İkbal’in Lahor’daki makberine götürdüğünü. O toprakla Konya’nın yedi asırlık zaman mesafesi içinden Lahor’a kavuştuğunu belirtir ve devam eder. O gün şüphesiz, İkbal’in bedeninden ayrılan on üç yıllık ruhu Mevlâna’nın 678 yıllık ruhu önünde şevkle eğilmişti. Ondan bir yıl sonra, 13 Mart 1952’de, Allah’ın rahmetine kavuşan Ömer Rıza Doğrul’un taze ruhu da, hiç şüphesiz, Mevlâna ve İkbal’in ruhları tarafından müştereken gösterilen iltifatla mübeşşir olmuştu. Hayatta iken Pakistan’la Türkiye’yi ve İkbal’le bizi bağlamak için en tesirli himmetlerini gösteren Ömer Rıza’nın Ruhu da sanki aynı vazifeye ebediyetin gufranında devam için bir murahhas gibi gitmiş oldu.[14]

Türkkaya Ataöv, Müslüman Hint tarihinde İkbal’i tek rakibi Galip olan ve yirminci yüzyılda yetişen en büyük Urdu şairi olarak görür. Ona göre İkbal kolektif belleklerde sadece bir şair olarak yer edinmemiştir. Ayrıca O, realist bir ıslahatçı, beşeri sefaleti göz önüne seren didaktik bir filozof, bir hümanist, Blake kadar Allah’a susamış bir mutasavvuf, Milton’u gölgede bırakacak kadar öğrenme aşkı olan bir bilgin, bir siyaset adamı ve bir mücahittir de... Onu bütün cepheleriyle tetkike kalkmak yeni bir Odysseia yazmak olur şüphesiz. Bir şair olarak yaptığı şey mistik haletirüâhiyesi şiir diliyle izah etmekten ibaret olduğuna göre, İkbal'i bir filozof ve mutasavvıf olarak düşünelim diyerek İkbal’in Doğu ile Batı arasında bir vasıta olacak kadar büyüklüğünden bahseder.[15] Dünyanın yaratılışından bu yana kâinat meselesinin insanın aklını kurcaladığı bilinmektedir. Kâinatın bir tek Varlık tarafından yaratıldığını kabul eden idealist filozoflar, onun bir bütün olduğu noktasında anlaşırlar. Hatta materyalist filozoflar bile bu görüşü tasdik ederler. İkbal de kâinatı bir bütün olarak kabul eder.

Türkkaya Ataöv, Avrupa edebiyatına yakından aşina olan İkbalin şiirde Shelley'i, felsefede de Nietzsche ve Bergson'u hatırlattığından bahseder. İkbal, Müslüman olma bilinciyle düşünüp hissettiğinden ırk ve memleket farkı gözetmeden bütün Müslümanların birleşecekleri hayalî bir devlet tasavvur eder. Burada da aklımıza Birleşmiş Milletler mefhumunu ilk olarak ortaya atan Yunus Emre’nin“Yetmiş iki millete bir göz ile bakmak” mısrası akla gelmektedir.[16]

İnsanların imkânları sınırlıdır ve zaafları vardır, kendileri için hazırlanan mukadderattan habersizdirler. Dahası bir de hayat, insanlar üzerinde devamlı bir gerginlik ve baskı oluşturmaktadır. Böyle bir dünyada İkbal'in ve Mehmet Akif’in şiirleri ve felsefeleri gençlerde aranan/özlenen örnek insan özelliklerine bizleri yaklaştırmaktadır. Bu insan iyimserdir, hep umudu vardır. Kendine güvenir. Bilinçli davranışlar sergiler. Başkalarının telkinlerine kolaylıkla kapılmaz, gayretlidir, yeni buluşlara, keşiflere zihnini açık tutar. Azimli, imanlı ve gözü pektir. İlme saygısı vardır. Birbirlerine yaklaşan kültürlerin etkisi altında kimliğinin bilincindedir.

  •  

1-Grütter, Heinrich Theodor, Warum fasziniert die Vergangenheit? Perspektiven einer neuen Geschichtskultur. In Klaus Füssmann, Heinrich Theodor Grütter, Jörn Rüsen (Hrg.). Historische Faszination. Geschichtskultur heute, Köln, Böhlau Verlag, 1994. s. 52

2-Kişmir, Gonca. Almanya’da II.Dünya Savaşı Sonrası Yaşanan Bellek Patlamasına Tarihi Bakış, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (SEFAD) 2019; Issue: 41 (49-62) s. 50

3-Erll, Astrid/Ansgar, Nünning, Literatur und Erinnerungskultur. In Günter Osterle, (Hrg.). Erinnerung, Gedӓchtnis, Wissen. Studien zur kulturwissenschaftlichen Gedӓchtnis-forschung, Göttingen, Königshausen & Neumann, 2005. s. 188

4-Assmann, Aleida, Erinnerungsrӓume. Formen und Wandlungen des kulturellen Gedӓchtnisses, München, Verlag C.H. Beck, 1999. s. 45

5-Karadeniz, Zeria. Milli Şair İkbal ve Hürriyet Fikri. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. s.10

6-Kabaklı, Ahmet, Akif ve İkbal, Türk Edebiyatı, 1982, s. 1-2

7- Soydan, Celal. Aşk ve Tutku. Akçağ, 1999, Ankara, s.32

8- Sevük, İsmail Habip. İkbal ve Biz. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. s. 3.

10- Toker, Halil. Muhammed İkbal Şikayet ve Cevabı. Demavend, 2015, İstanbul, s. 30-31

13-Ataöv, Türkkaya. İkbal’in “Nefs” ve “Hakiki ideal” Fikri. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. s. 11-12.

 

[1] Grütter, Heinrich Theodor, Warum fasziniert die Vergangenheit? Perspektiven einer neuen Geschichtskultur. In Klaus Füssmann, Heinrich Theodor Grütter, Jörn Rüsen (Hrg.). Historische Faszination. Geschichtskultur heute, Köln, Böhlau Verlag, 1994. s. 52

 

[2] Kişmir, Gonca. Almanya’da II.Dünya Savaşı Sonrası Yaşanan Bellek Patlamasına Tarihi Bakış, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (SEFAD) 2019; Issue: 41 (49-62) s. 50

[3] Erll, Astrid/Ansgar, Nünning, Literatur und Erinnerungskultur. In Günter Osterle, (Hrg.). Erinnerung, Gedӓchtnis, Wissen. Studien zur kulturwissenschaftlichen Gedӓchtnis-forschung, Göttingen, Königshausen & Neumann, 2005. s. 188

 

[4] Assmann, Aleida, Erinnerungsrӓume. Formen und Wandlungen des kulturellen Gedӓchtnisses, München, Verlag C.H. Beck, 1999. s. 45

[5] Kabaklı, Ahmet, Akif ve İkbal, Türk Edebiyatı, 1982, s. 1-2

[6] Kabaklı, Ahmet, Akif ve İkbal, Türk Edebiyatı, 1982, s. 1-2

[7] Karadeniz, Zeria. Milli Şair İkbal ve Hürriyet Fikri. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. s.10

[8] Soydan, Celal. Aşk ve Tutku. Akçağ, 1999, Ankara, s.32

[9] Ibid. Karadeniz, Zeria. 1953. P.10.

[10] Sevük, İsmail Habip. İkbal ve Biz. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. p. 3.

[11] Sevük, İsmail Habip. İkbal ve Biz. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. s. 3.

[12] Toker, Halil. Muhammed İkbal Şikayet ve Cevabı. Demavend, 2015, İstanbul, s. 30-31

[13] Sevük, İsmail Habip. İkbal ve Biz. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. s. 3.

[14] Sevük, İsmail Habip. İkbal ve Biz. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. p. 3.

[15] Ataöv, Türkkaya. İkbal’in “Nefs” ve “Hakiki ideal” Fikri. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. p. 11-12.

[16] Ataöv, Türkkaya. İkbal’in “Nefs” ve “Hakiki ideal” Fikri. Pakistan Postası 15 Nisan 1953. Ankara. p. 11-12.

Bu haber toplam 3756 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim