• İstanbul 23 °C
  • Ankara 27 °C

Kanayan Yaramız: Doğu Türkistan

Önder SAATÇİ

Doğu Türkistan. Çin işgalindeki tarihî Türk yurdu. Niçin Çin işgali diyoruz? Çünkü Çin 1933 ve 1944’te iki defa burada kurulan Türk devletlerini işgal etti ve bu işgal bugün de devam ediyor.

İşgal altındaki bütün Türk yurtları gibi Doğu Türkistan da her geçen gün kan kaybediyor. Daha doğrusu kan ağlıyor. Bölgeden gelen haberler hiç de iç açıcı değil. Her türlü asimilasyon politikası Çin tarafından uygulanabiliyor bu mübarek Türk ve Müslüman yurdunda. Camilerin yıktırılması, Kuran-ı Kerim’in görüldüğü yerde toplanması, cep telefonlarında dinî mesajların yasaklanması ve görüldüğünde cezalandırılması en hafif uygulamalar, bundan sonra evlere Çinli ajanların yerleştirilerek Müslüman aile mahremiyetlerine hücum edilmesi var. Müslüman Uygur kadınları bu ajanların gözleri önünde ev hayatı yaşamak zorundalar. Daha kötüsü bir Çinliyle ya zorla evlendirilmek veya uzak bir bölgedeki bir fabrikada zorla çalıştırılmakla tehdit edilen genç kızlar, bu da yetmediği yerde namusu kirletilen, iffetine ve ırzına tecavüz edilen Müslüman Türk kızları, kadınları…

Toplama kampları güya eğitim yerleri. Çinli yetkililer böyle diyorlar. Hâlbuki herkes bu gibi yerlerin beyin yıkama merkezleri olduğunu biliyor. Buralara kapatılanların ne zaman buradan çıkacakları belli değil. Bu gibi yerlerde disiplin suçu işleyenlerse hapishanelere aktarılıyor. 

Çocukların durumu da ayrı bir felaket tablosu. Küçücük yaşta ailelerinden koparılan Müslüman Türk çocuklarının bir daha ailelerine dönebilecekleri meçhul. Daha doğrusu  dönemeyecekleri malum. Bu çocuklar dinsizleştirilerek gün geçtikçe ailelerine yabancılaştırılacak ve belki de düşman kılınacak. Müslümanlığın bütün yönleriyle yaşandığı ülkelerde bile çocukların emperyalist, kapitalist düzenin tuzaklarıyla kendi kültürlerine yabancılaştığı ortamlar hepimizin gözleri önünde iken Çin’in asimilasyon politikalarına maruz kalan bu küçücük çocukların, aileleriyle olan ilişkisi yakın bir gelecekte mankurtluktan[1] farklı olmayacak. Bu gibi çocuklar, beyinleri yıkanarak yalnız kendi ailelerine karşı değil, bütün Müslüman Uygur Türk varlığına karşı düşman kılınacak ve böylece Çin asimilasyonu nesiller içinde tamamlanacak. Eğer tedbir alınmazsa, bütün Türk ve İslam dünyası bu zulme sessiz kalmaya devam ederse, tıpkı Endülüs’te olduğu gibi Doğu Türkistan’da da ne Müslümanlık ne de Türklük’ten bahsedilebilecek ilerleyen onyıllarda, yüzyıllarda…

Bugün, Türk ve İslam dünyasının Endülüs felaketinden ibret alarak bu yeni felaket karşısında ortak bir tavır alması gereklidir. Devletler türlü siyasi kaygılarla bu sorun karşısında farklı tutumlar sergileyebilir. Fakat, Türk ve İslam dünyasındaki sivil toplum kuruluşlarının bu mezalimi muhakkak gündemine alması ve bir şekilde Çin’e dur demesi gerekir. Sivil toplum her Türk ve İslam devletini de belli ölçülerde harekete geçirebilir. Bu, Müslüman kardeşliğinin her Müslümana yüklediği bir farzdır. Türk dünyası ise bu konuda elbette daha hassas olmalıdır. SSCB’den bağımsızlığını son 30 yılda kazanan Türk devletleri Çin’dekine benzer asimilasyon politikalarını unutmamalılar. O günleri yaşayan Kazak, Kırgız, Özbek, Azerbaycan Türkleri ve diğer Türkler hâlâ hayattadır.     

Türk devletlerinin alabilecekleri daha başka tedbirler de olabilir. Mesela, Çin’den kendilerine sığınan Uygur Türklerini kendi ülkelerinde farklı bir statü ile karşılamak ve bu gibi sığınmacı Uygurların işlerini kolaylaştırmak ilk atılacak adımlar olmalıdır. Unutulmamalıdır ki Çin, ülkesinden ayrılan bu gibi kişileri gittikleri yerlerde de takip etmekte ve onların arakalarından entrikalar çevirmektedir. Bunun bazı örnekleri Türkiye’de görülmüştür. Çin bir Uygur’u satın alarak kendi soydaşlarını Türk emniyet makamlarına IŞİD üyesi olarak ihbar etmiştir. Buna benzer faaliyetleri Uygur Türklerinin gittikleri her yerde yapacaktır. Bu gibi faaliyetlere asla izin verilmemelidir. Bu, ülkelerin egemenlik haklarıyla yakından ilgili bir konudur.   

Çin’in ne kadar gaddar ve zalim bir rejim olduğu her türlü medya imkânıyla dünyaya anlatılmalıdır. Çin bu türlü asimilasyon politikalarını yalnız Müslüman Uygur Türklerine karşı değil, Tibetlilere karşı da yürütmektedir. Ayrıca Çin’in kendi vatandaşlarına karşı da çok şefkatli bir devlet olduğu söylenemez. İşte, bütün bunlar medya çalışanlarının gündeminde olmalı. Çin’in çirkin yüzü bütün dünyaya ifşa edilmeli.

          Peki devletler siyasi açıdan ne yapmalılar?

Bu hususta yapılabilecekler pek çoktur ancak İslam dünyasını idare eden hükûmetlerin öncelikle birtakım konuları aşmaları gerekmektedir. Her şeyden önce birçok İslam ülkesinde otoriter rejimler vardır. Bu rejimler idareyi elden bırakmamak için kendi halklarına da türlü zulümlerde bulunmaktalar. Kendi vatandaşına zulmeden bir devletten Doğu Türkistan’daki masum Müslüman kanının akmasına karşı gelmesi beklenemez elbette. Demek ki İslam devletleri öncelikle zulmü kendi içlerinde durdurup hakkı teslim etme kültürünü kendi içlerinde benimsemeliler. İslam ülkeleri bir avuç zorbanın ve diktatörün elinde kaldıkça kimseye hayırları dokunmayacaktır.

Bu hakikati teslim ettikten sonra İslam ülkelerinin atabilecekleri siyasi adımlara sıra gelebilir. O zamana kadar Doğu Türkistan diye bir yurt kalırsa tabi…    

 

[1] Mankurt: kimliğini kaybetmiş, kendisini asimile etmiş olan gücün de emrine girmiş, kendini tanımadığı için iradesini de kullanamayan insan tipi.

Bu yazı toplam 537 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim