• İstanbul 12 °C
  • Ankara 12 °C

Kurum Kimliği Üzerine Düşünceler

Önder SAATÇİ

50’li yıllarda, bir hocaefendi, İstanbul’da, İETT otobüslerinden birine biner. O yıllarda hocamızın sakalındaki ak teller siyahları geride bırakmıştır. Derken bir durakta beş on genç de otobüs yolcuları arasına katılır ve bir müddet sonra hocanın sakalı gençlerin ilgisini çeker. Gençler hemen hocanın etrafını alır ve ona türlü sitayişlerde bulunurlar. Hatta içlerinden bazıları onun sakalını dahi öper. Hocamız gençlerin, hele sakalına gösterdikleri hürmetten pek memnudur. Bunlar dindar gençler olsalar gerek diye düşünür. Sakalını da sünnet-i seniyyeye hürmetlerinden öptüklerine kanaat getirir. Ne var ki sohbet koyulaşınca kazın ayağının öyle olmadığı anlaşılır. Meğer gençlerin derdi hocanın sakalı değil sakalının renkleriymiş. Hocanın sakalının siyah beyaz tellerine bakarak onun da Beşiktaşlı olduğunu düşünmüşler ve etrafını sarmışlardır.

“Kurum kimliği” kavramı ne zaman gündeme gelse bu anekdotu hatırlıyorum. Türkiye’mizde kurum kimliğinin henüz neden yeterince gelişmediğinin cevabını bu anekdotta buluyorum. Nitekim, günümüzde Üç büyüklerden(Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş) birine bağlılık, gurbette hemşerilik, aynı cemaatten veya tarikatten olmak herhangi bir kuruma bağlı olmaktan çok daha fazla önem taşıyor. Eskiden aynı mahalleden olmak da kişiler arasında bir değerdi; ama artık mahalle diye bir şey kalmadı... Bütün bunlar toplumumuzun henüz geleneklerin etkisinde olduğunun göstergeleri. Belki sosyolojik bir yaklaşımla meseleye bakarsak cemaatten cemiyete tam manasıyla geçemeyişimizden dem vurulabilir. Ancak mesele bu kadar basit değil.

“Kurum kimliği” şüphesiz Batılı bir kavram. Batı toplumlarında kıyasıya rekabetin tetiklediği üretim ve verimlilik yarışı süreçlerinde  ortaya çıkmış bir sosyal değer. Bunu Türkiye şartlarına taşımak isteyenler Türkiye’nin de Batıdaki kapitalizm süreçlerini yaşaması gereğini galiba unutuyorlar. Ancak Türkiye’de kurum kimliğinin hiç de bulunmadığı söylenemez. Meselâ, Mülkiyeliler Kulübü bir arka bahçedir. Uzun yıllar bu kurumun çatısı altında toplananlar kaymakamlık, valilik gibi makamları halkın büyük bir kesiminden esirgemeyi başardılar. Türkiye Barolar Birliğinin ahirete intikal etmiş bir başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imam-hatipli olmasına televizyon ekranlarında veryansın etmişti. Merhum Özal’ın cumhurbaşkanlığını ise bir genç subay, üzerinde, “Alışamadım.” yazan bir tişörtle protesto etmişti. Bunlara ikna odacılarını, seçilmiş milletvekilini Meclise almayanları da ekleyebiliriz. Modernleşmenin toplum bünyesinde ortaya çıkardığı bu, mutasyona uğramış hücreler elbette, yakın tarihte kendilerine göre bir “kurum kimliği” geliştirmişlerdir. Bütün bunların kurum kimliğinden anladıkları hususun resmî ideolojiye bağlılık olduğu ortada. Demek ki Türkiye’deki kurum kimliği anlayışı ne Batı’dakine benziyor ne de Türk toplumunun ihtiyaçlarına cevap verebiliyor.

O halde ne yapılmalıdır? Kanaatimce bu meseleler biraz zamana bırakılmalı. Belki, bir kurumda çalışanların zaman zaman taltif edilmesi, başarıların ödüllendirilmesi bu sürece katkı sağlayabilir. Bu hususta dikkat edilecek nokta, kişilerin hak ettiklerini aldıklarına inanmalarını sağlamaktır. Hangi kurumda olursa olsun, idarecilerin daha çok bu mesele, yani “hakkaniyet” üzerinde durmaları beklenir. Aksi takdirde kişilerin hizmet verdikleri kurumu bir adım öteye taşımaları düşünülemez. Türkiye’deki kamu kurumlarının havasının da siyasî çalkantılara göre değiştiğini düşünürsek “kurum kimliği”nin bu gibi yerlerde yerleşmesinin ne derece zor olduğu anlaşılır. Yahut, henüz yirmi yılını doldurmamış, bütün kadrolarını ve malî imkânlarını devlete borçlu olan bir üniversitede de kurum kimliğine kavuşmak için hayli zaman olduğu açıktır.

Birkaç sene evvel küçük bir dükkânda kurulmuş pastahane, lokanta, market, vb. kuruluşların tabelâlarına “since 19..” gibi ibareler yazmaları da  işin karikatürü olsa gerek.

 

29.07.2013

Bu yazı toplam 875 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim