• İstanbul 16 °C
  • Ankara 21 °C

Mustafa Atikebaş: Düşmanlığın Anatomisi

Mustafa Atikebaş: Düşmanlığın Anatomisi
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”NFK

Dünya sistemi, tarihte birçok defa yeniden şekillendi. Fakat –belki de– hiçbiri geride bıraktığımız yüzyılda yaşananlar kadar yıkıcı olmadı. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde üç büyük imparatorluk yıkıldı. İki Büyük Harp ve sonrasında Soğuk Savaş. Geride bırakılan milyonlarca[1] ölü, bir o kadar yaralı, evsiz; annesiz çocuklar, çocuksuz anneler… 1945-2000 yılları arasında, yani sıcak savaşların olmadığı dönemde dahi yaklaşık 41 milyon insanın çatışmalarda hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Bütün bu olan biteni tek bir kelime/kavramla ifade etmek lazım gelse şüphesiz o “Düşmanlık” olurdu.  Son büyük değişim Sovyet Rusya’nın çökmesiyle yaşandı. Dünya devletleri ticari, iktisadi ve siyasi bakımdan daha evvel eşi görülmedik biçimde birbirine yaklaştı. Adına Globalleşme/Küreselleşme adı verilen bu dönemin, iletişim ağlarının sağladığı kolaylığın da etkisiyle “düşmanlık” olgusunu ortadan kaldırması beklenirdi…

Fârâbî, çocuk eğitimiyle ilgili olarak bir yerde, çocuğa önce iyiyi öğretmek gerekir, der.  İyi, bilinirse kötü de bilinir. Önce kötüyü öğretmenin faydası olmaz. Sıralamanın yetişkinler üzerinde farklı yönde ilerlemesinin daha mı iyi, yoksa daha mı kötü olacağı eleştirisini bir tarafa bırakarak ben ters yönde gitmeyi tercih edeceğim. Fakat yola çıkmadan önce yanıma azık olarak birkaç fikir almalıyım. İster Sokrates’e, ister büyük Yûnus’a kulak verelim yahut daha iyisi her ikisine birden; yaşamımızın[2] hakiki amacı nedir? sorusuna birbiriyle ilişkili iki cevap buluruz: 1- Kendini tanı-mak. 2- Kendini bil-mek. Bu iki cevap bizi asıl kaynağa götürür: Hakk’ı bil-mek.

Sizin hiç düşmanınız oldu mu? Yahut kimseye karşı düşmanlık beslediniz mi? Düşmanlık kavramı hem bir duyguyu, hem de bir davranışı işaret eder ve her halde kötüdür. Düşmanlığın mazisini Kabil’e kadar götürmek mümkün ama ben kişiler arasındaki değil, kitleler arasındaki düşmanlığa odaklanmak istiyorum. Yolun başında, üzerinde konuştuğumuz şeyin tanımlanması elzem. Bazı kavramların lugatta birden fazla anlamı bulunur. Çoğu zaman –iyi bildiğimizi vehmettiğimiz– kavramların, tanımlarından hangisi hakkında konuştuğumuz hususunda karşımızdakiyle aramızda bir mutabakat bulamamak bile olası bir düşmanlığın fitilini ateşleyebilir. Lugat[3] yedi farklı anlam veriyor düşman için ve hemen bütün tanımlardaki müşterek kavramsa kötülük.

Kelimenin etimolojisi[4] bizi Kutadgu Bilig(1069)’e götürüyor:

koḏı bolsu duşman başı [düşman başı eğik olsun]

            Düşman kelimesinin kökeni orta Farsçaya dayanıyor. Eski Avesta dilinde –duş kötü, uğursuz; manah- ise düşünce,akıl, ruh anlamlarına geliyor. İlginç olan, kelimenin zıddının geçtiği en eski kaynağın yine Kutadgu Bilig olması:

            öz asġı tiler dostḳa birme köŋül [kendi çıkarını kollayan dosta gönül verme]

            Dost kelimesinin kökeni de Farsça; arkadaş, yâr anlamında.

Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan peygamber kıssalarında sözü edilen toplumlar, hem peygamberlere hem de onların getirdikleri ilahi mesaja açıktan düşmanlık eder çoğu zaman. Değişmek korkuludur çünkü. Diğer taraftan düşmanlığı tetikleyen asıl unsur diğerini/ötekini tanımamaktır. Bir fikri, inancı tanımamakta ısrar ettiğimizde giderek artan bir yabancılık hissi doğar. Sonuçta nur topu gibi bir düşmanımız olur!

Hz. Peygamber, mesaj getirenlerin sonuncusu olduğu için belki, düşmanlığa en çok O maruz kaldı. Önce Mekke Arapları, yani içinde yaşadığı toplum, sonra getirdiği mesajın sahihliğini reddeden, O’nu büyücülük ve yalancılıkla itham eden diğer din mensupları… Hristiyan Avrupa böyle bir mirası devraldı. Avrupa (Europeus) kelimesini kullanan ilk kişinin Papa II. Pius olduğu söylenir. Modern Avrupa’nın temelleri atılırken harcının “düşmanlık” çimentosuyla karıldığını unutmamak gerek. Avrupa, en başından itibaren bile-isteye bir Hristiyan birliği (respublica christiana) olarak tasarlanmıştı ve kurulu düzeni bozduğu için ilk ve en büyük düşman olarak İslâm seçilmişti. Asırlar sonra karşımıza İslamofobi/Türkofobi şeklinde çıkan düşmanlığın öncesi de mevcut. İslâm’ a karşı ilk reddiyeyi yapanı, Yuhanna’yı[5] veya Haçlı Seferlerini hatırlamak kâfi.

Düşmanlık’ın kişileri ve toplumları motive edici bir özelliği olduğu mevzusunda hatırı sayılır bir külliyat mevcut. Hatta düşmanlığın faydaları üzerine yazılan kitaplar var. Motivasyon kaynağı olarak ele alındığında kişinin yahut toplumun ateşleyici gücü haline gelebilir düşmanlık; fakat bu bir tür mücerret fikir olduğu müddetçe anlamlıdır. Tahribe yöneldiği anda büyüsünü kaybeder. Milletler, medeniyetler arası bir düşmanlık içinse daha fazlasına ihtiyaç vardır: Düşmanlığı ilahi! emirlerle kaim kılmak. Avrupa’da düşmanlık kavramının içi doldurulduktan sonra bu anlayış Yeni Dünya’ya da taşındı. Aktörleri belli zamanlarda değişti elbette. Alev Alatlı’nın ‘Nuke Türkiye!’sinde Yeni Dünya’nın kuruluş amacı şöyle belirtilmiş: “Yeni Dünya’yı ‘İsa adına fethetmek’ üzere yola çıktılar. Yehova sözünü tuttu. İsrailoğullarını Kızıldeniz’den geçirdiği gibi geçirdi Püritenleri,  Okyanus’tan. Sözünü tuttu, Yeni Filistin’e, yani Massachusetts’e getirdi.” Yetmez, Amerikan yerlilerini yok edebilmek için Eski Ahit’ten başka bir meşrulaştırıcı ilke bulunur: “Kenanlılar, God’ın İsrailoğullarına “vadettiği” toprakların (“The Promised Land”) ilk sahipleri olan halktır. Yehova, “Seçilmiş Kulları”na yer açmak için Kenanlıların beşikteki bebekleri, ana rahmindeki ceninleri dâhil hepsinin kılıçtan geçirilmelerini emreder.”[6] Sonrası mâlûm: tekerrür.

 Ne Avrupa’da ne de Yeni Dünya (Amerika)’da Hristiyan ve Yahudilerin bütün fertlerinin iştirak ettiği ilkeler değildi bunlar. Zaten bu derece büyük düşmanlıklar ancak kolektif bir çalışmanın ürünü olabilirler. Sokaktaki insan çok defa bu tür düşmanlığı benimsemez, fakat maruz kalır. İşte tam bu noktada, sadece kendini ve Hakk’ı bilenler (ki onlar maruz kalmaz; seçer) kötülüğün parçası olmaktan kurtulabilirler.

Kitlelere yönelik düşmanlık bugün de devam ediyor. Amerika’daki siyahilere karşı uygulanan baskının izleri hâlâ canlı. Nazilerin Yahudi soykırımı, Sırpların Bosna’daki katliamları, Afrika’daki zulümler ilh… Misalleri çoğaltmak mümkün. 11 Eylül saldırılarından sonraysa bir kısım eylemcinin günahı bütün Müslümanlara yüklenmeye çalışıldı. Hâlen Batı dünyasında Müslümanlar düşmanca tavırlara maruz kalabilmekteler. Müslümanların hiç mi suçu yok? Sorusu sorulabilir. Elbette var. Suudi Arabistan ve BAE gibi devletler itidalli birliktelikler yerine Vehhabî ve Selefî örgütleri desteklemekten vazgeçebilirler örneğin. Beni böyle bir mukayeseden ziyade Türkiye’nin durumu ilgilendiriyor. Bin yıldır İslâm’a bayraktarlık etmiş büyük Türk milletinin tarihinde dini, dili yahut renginden ötürü düşmanlığa maruz kalmış bir kitle hiç olmadı. Bu, başlı başına Türkler için bir iftihar sebebidir. Soykırıma varan bir düşmanlığın Türkler tarafından benimsenmemiş olmasında hiç şüphesiz kutsal kitabımızda buna cevaz verecek hükümlerin bulunmayışı da mühim rol oynamıştır. Kur’an, iki tür düşmandan bahseder: Gizli ve açık düşman. Gizli düşmanın büyüğü şeytan, küçüğü nefs/nefistir. Açık düşman ise yine Kur’an’ın[7] şeytan-insanlar diye tarif ettiği insandır.

“İnsan insanın kurdudur.” denmiştir. Biz yine de Muallim-i Sânî’ye, Fârâbî’ye uyalım, önce “iyi”yi öğrenelim ve diyelim ki: “İnsan insanın yurdudur.” 

 

NOTLAR

 

 1. Dünya Savaşı’ında yaklaşık 15 milyon, 2. Dünya Savaşı’nda ise yaklaşık 70 milyon kişinin öldüğü tahmin ediliyor.

2 “Hayat” kelimesini daima “yaşam”dan daha vazıh ve şumüllü(kapsamlı) bulmuşumdur. Burada bir milletin hayatından ferdin hayatını ayırmak için kullandım. Çünkü milletlerin hayatı olur, kişilerinse yaşamı.

3 Doğan Büyük Türkçe Sözlük

4 Etimoloji bilgilerini Nişanyan Sözlük’ten aldım.

5 Yuhannâ ed-Dımaşkī hakkında detaylı bilgi için TDV İslam Ansiklopedisine bakılabilir.

6 Alev Alatlı, “America the Beautiful”Fesüphanallah! Nasihatname 1, sy. 269.

7 En’am 6/112.

 

[1] 1. Dünya Savaşı’ında yaklaşık 15 milyon, 2. Dünya Savaşı’nda ise yaklaşık 70 milyon kişinin öldüğü tahmin ediliyor.

[2] “Hayat” kelimesini daima “yaşam”dan daha vazıh ve şumüllü(kapsamlı) bulmuşumdur. Burada bir milletin hayatından ferdin hayatını ayırmak için kullandım. Çünkü milletlerin hayatı olur, kişilerinse yaşamı.

[3] Doğan Büyük Türkçe Sözlük

[4] Etimoloji bilgilerini Nişanyan Sözlük’ten aldım.

[5] Yuhannâ ed-Dımaşkī hakkında detaylı bilgi için TDV İslam Ansiklopedisine bakılabilir.

[6] Alev Alatlı, “America the Beautiful”Fesüphanallah! Nasihatname 1, sy. 269.

[7] En’am 6/112.

Bu haber toplam 312 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim