Türkiye’de Nasır dönemi biraz unutulmaya terk edildi. Ama onun gölgesi ve karaltısı hâlâ duvarlarımıza vuruyor ve bizi terk etmiyor. 1970’li ve 80’li yıllarda dikkatlerimiz Mısır üzerine daha yoğundu. Nasır üzerine lehte veya aleyhteki yoğunlaşma zamanla İran lehine değişti. Dikkatleri İran kaptı. 25 Ocak ve 11 Şubat (2011) devrimiyle birlikte yeniden Mısır merkezi bir konuma geldi. 3 Temmuz 2013 tarihi itibarıyla Mısır yeniden Nasır dönemine yani tarihe geri döndü. Dolayısıyla günümüzü anlamak ve anlamlandırmak için geri dönmeli ve Nasır dönemini anlamalıyız. Tarihi bilgilerimizi tazelemeliyiz. Bunu yaptığımızda günümüzü daha iyi anlayacağız. Osmanlı döneminde özellikle İkinci Abdülhamit döneminde devletin politikası ittihad-ı İslam’dı. İslam dünyası üzerine emperyalist çöreklenmeye ve kuşatmaya karşı yarma harekâtı; birlik, beraberlik ve kenetlenmeyi artırmaktı. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra emperyalistlerin politikası Pan İslamizm aleyhtarlığı yani Müslümanları birbirinden uzak tutma politikasıydı. 1950 yılına kadar bu politika Türkiye’de çok muhkem uygulanmıştır. Adeta Hollandalıların Endonezya’da haccı yasaklama politikaları Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ülkemize aktarılmıştı. Sonrasında da hac mevsiminde her yıl Hicaz’da kolera vakalarına rastlanıyordu! İngilizler Mısır işgali döneminde aynısını yapmak istemişler ve Muhammed Abduh’a kolera yasağı fetvası ısmarlamışlardı. Türkiye kurulduktan sonra, İslam dünyasına sırt çevirmişti. Esasında bu Türkiye’nin bir politikası değil global ve küresel bir politika idi. Türkiye’de de bunun yansımaları yaşanıyordu. Hasan el Benna hatıratında Mısır’ın yeni bağımsızlık elde eden İslam ülkelerine karşı mesafeli durduğunu ve sıcak ilişkiler kurmaktan kaçındığını mülahaza etmiştir. (Müzekkerat ed Da’va ve’d Daiye, Hasan el Benna, Mektebetü Afak, s: 136).
*
Hilafet Türkiye’de yıkılmıştır ama onunla savaş âlemşümuldur. İslam ile siyasi bağı ve hilafeti hatırlatacak her türlü yazılı materyal sansürlenmiştir. Bununla ilgili ilginç bir vesika merhum Muhammed Gazali tarafından Kazaifu’l hak adlı kitabında yayınlanmış ve aktarılmıştır. Belge vasıtasıyla Nasır idaresinin bugünkü Sisi idaresi gibi nasıl ümmete ihanet içinde olduğu görülmektedir. Nasır’a sunulan bir raporda dönemin Başbakanı Zekeriya Muhyidin’in imzası yer alıyor. Keza Şemsi Bedran gibi isimlerin de imzaları var. Bu belgede ilk defa Cezayir’de seçimlerin iptal edilmesiyle birlikte gündeme gelen bir kampanya dikkati çekiyor. İsti’sal veya eradication yani İslamcıların köklerinin kazınması politikası. Buna Tunus’da ‘tecfif el yenabii’ yani köklerin kurutulması politikası da denmekte idi. Bu kökten silme veya kökleme politikasını ilk Nasır uygulamış ardından Cezayir askeri rejimi devşirmiş ve Sisi ile birlikte yeniden Mısır’a dönmüştür. Söz konusu belgede devrimin (23 Temmuz 1952) kollanması için gerekirse kurunun yanında yaşın da yanması gerektiği ve çok sayıda masumun da zarar görmesinde bir beis olmadığı ifade ediliyor. Devrimin selameti açısından çok ocağın sönmesinin göze alınması gerektiği savunuluyor. Dinle siyaset birliğini akla getiren eğitimden ve müfredattan kaçınılması ve eğitimde bu tür bağlantıyı akla getiren tarihi pasajların sansürlenmesi isteniyor.
*
Korunmacı siyaset ve tedbirler başlığı altında aynen şu ifadelere yer veriliyor: “Okullarda İslam tarihi ve din maddesi okutulurken muhakkak sosyalizm modeline ağırlık vermeli ve vurguda bulunmalıyız. Muhakkak hilafetin olumsuzluklarına temas etmeliyiz. Özellikle de Osmanlı dönemiyle alakalı. Kitaplarda Batı’nın gelişmesinin, devlet ile dinin veya kilisenin bağlantısının kesilmesi ve ayrışmasıyla sağladığını vurgulamalıyız…” Bu rapora göre İslam’ı aradan çıkarmadan Arap ulusunun gelişmesi mümkün değil (Muhammed Gazali, Kazaifu’l Hak, Daru’l Kalem, s: 85)! Buna göre, siyasal İslam ve hilafet yeni rejimin birinci düşmandır. Buna mukabil aynı kitabında Muhammed Gazali tek kelime ile şunu yazar: Arapların tek manevi sermayesi İslam’dır. İslam olmadan Araplar sıfırdır. Evet! Araplar onca paraya pula rağmen bugün küresel dengede sıfırla çarpılıyorlar. Bunun nedenini herhalde İslam’dan uzaklaşmalarında aramak gerekir. Ünlü tarihçi ve sosyolog İbni Haldun Arapların ıslahının ancak İslam’la mümkün olacağını söylemektedir. Yanlış mı söylemiş?
29.03.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.