• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Necmettin Turinay: Hareket Dergisi Döneminde Mehmet Doğan

Necmettin Turinay: Hareket Dergisi Döneminde Mehmet Doğan
Mehmet Doğan’la ilk ne zaman karşılaştık, iyi hatırlamıyorum. 1978’in yaz aylarında, Yazarlar Birliği’ni kurmaya çalıştığımız sıralarda çok sık bir araya geldiğimize göre, bu tarihi biraz daha gerilere çekmem mümkün.

Fakat nereye kadar? İşte bunu iyi tayin edemiyorum. Ne var ki bu karşılaşmalarımız gene de TRT’de çalıştığımız bir döneme denk gelmelidir diye düşünüyorum. Çünkü hem benim, hem Doğan’ın TRT’deki görevi 1977 yılında başlamış olduğuna göre, ister istemez bu tarih daha bir önemli hâle geliyor.

Kalabalık bir kurum! Hemen herkes farklı bir ünitede ve birbirine yabancı! Kuşkusuz daha önceden birbirini tanıdığı, bildiği anlaşılanlar yok değildi aramızda. Buna karşılık küçük küçük gruplar akşam mesai sonunda, mutat Kızılay yürüyüşüne çıkıyor ve orada burada oturuluyor. Bazen de farklı farklı gruplar birbiri ile karşılaşıyor ve bu ortam içinde birtakım mutavassıt kişiler peyda oluyor. O gün için kimdi bu mutavassıt kişiler? Bir ara Antalya Radyosu müdürlüğü de yapacak olan rahmetli Mehmet Aksoy mu? Kuruma İstanbul’dan gelmiş ve 1977 şartlarında Ahmet Hâşim’den O Belde’yi, Yollar’ı ruha nüfuz eden bir sesle ezberden okuyan Ali Uğur mu? Ya da hemen her çevreyi ve kişiyi tanıyan, tanımasa bile haklarında az çok bir fikir sahibi olduğu anlaşılan sevgili Mehmet Cemal Çiftçigüzeli mi, bilmiyorum. Dolayısıyla Doğan’la tanışmamızı Yazarlar Birliği’nin kuruluşundan (27 Temmuz 1978) enikonu bir yıl öncesine, bilemediniz iki yıl öncesine ancak götürebiliyorum.

Götürüyorum da, bu tanışma ile kuşkusuz ilk yüz yüze karşılaşmamızı kastediyorum. Çünkü daha öncelerden bu tanışmaların ve buluşmaların bir arka planı yok değilmiş. Uzaktan uzağa biz birbirimizi okur ve bilirmişiz. Zira o sıralarda ben Hisar dergisinde düzenli yazılar yayınlıyordum. Hemen her sayıda deneme ve eleştiri türünde bayağı hacimli yazılar! Ayrıca yeni yayınların tanıtıldığı, bazılarının öne çıkarıldığı ayrı bir bölümü de yürütüyordum. Hisar’da sürdürdüğüm yazılar taşradan gelmiş ve Ankara’ya yabancı birisi için, yeni bir muhit teşkil etmek bakımından bana yetip de artıyordu.

Gene o sıralarda Hergün adıyla günlük bir gazete çıkıyordu. Gazetenin Ankara temsilciliğini şimdilerde Karar’da yazan Taha Akyol yürütüyordu. Aynı büroda, bir ara Radikal’de yazan, 2016’dan beri de Yeni Birlik gazetesinin sahipliğini ve yöneticiliğini yürüten Avni Özgürel de bulunuyordu. Biraz eski tanışıklığımızı, biraz da Hisar’da yayınladığım yazıları hareket noktası kabul eden Taha Akyol, bana Hergün’de de haftada bir yazmamı teklif etmişti. Kuşkusuz sanat ve edebiyatla ilgili yazılar olacaktı bunlar. Dolayısıyla daha TRT’ye girmeden önce Hergün’de de yazmaya başlamıştım. Vedid Eymen müstearıyla kaleme aldığım ve her seferinde yarım sayfayı bulan bu yazıların, uzak-yakın bir çevre tarafından ilgiyle takip edildiğini hatırlayabiliyorum.

Gene bu arada, 1975 civarında Ortadoğu adıyla bir başka gazete çıkıyordu. Başyazarlığını değerli düşünür Erol Güngör’ün yaptığı, Milliyetçi Cephe hükümetlerinin sözcüsü mesabesinde bir gazete idi. Nitekim o gazete için de “Edebiyatımızda Dergiler” başlığı altında bir yazı dizisi hazırlamıştım. Orada ilk elde, çıkmakta olan sanat ve edebiyat dergilerini değerlendirecektim. Çıkış gayeleri, düşünce ve sanat tutumları, meydana getirdiği tesirler, ayrıca ortaya koydukları edebî verimler, yeni eserler vs. Ortadoğu’da her hafta birini ele alıp incelediğim dergiler sırası ile şunlar olmuştu: En başta Nurettin Topçu hocanın 1939’dan beri çıkarmakta olduğu Hareket (25 Eylül 1975), Emine Işınsu yönetiminde Töre (2 Ekim 1975), Mehmet Çınarlı’nın 1950’den beri yayınını sürdürdüğü Hisar (9 Ekim 1975), bizim eski Çapa Yüksek Öğretmenli arkadaşların dergisi Pınar (16 Ekim 1975), sonra edebiyatımızın büyük soluğu Sezai Karakoç’un Diriliş’i (23 Ekim 1975), Nuri Pakdil’in Edebiyat’ı (30 Ekim 1975) gibi. Bu sırada Nuri Pakdil’den ve Edebiyat dergisinden kopan grup boşlukta idi. Henüz daha Mavera dergisinin yayını başlamamıştı. Bu yüzdendir ki adı geçen dergiye bu seride yer verememiştim. Sonra rahmetli Mustafa Miyasoğlu ile Abdullah Uçman’ın yönetiminde Yeni Sanat (6 Kasım 1975). Ardından da Ahmet Kabaklı Hocanın Türk Edebiyatı!..

Yani sevgili Doğan’la bu ilk karşılaşmalarımız sırasında, birbirini çok öncelerden tanıyan iki eski arkadaş gibi hissetmiştik birbirimizi.

 

Mehmet Doğan’ın İlk Dönemleri

İşin asıl yanına, yani Mehmet tarafına gelince!.. Doğrusu ben de onu aynı şekilde eskiden beri tanıyormuşum da, araya uzun bir fasıla girmiş ve neden sonra karşılaşmışız gibi, öyle hazır bir vaziyette bulmuştum. Dolayısıyla Doğan’ı bu ilk karşılaşmamızdan daha önce, 1974’ten beri tanıyor sayılabilirim. Çünkü o da hemen hemen, aynı yıllarda yazı hayatına başlamış birisi sayılır. Benim rahmetli Mehmet Çınarlı’nın Ankara’da çıkardığı Hisar’da edebiyat-sanat yazılarına başladığım sıralarda Mehmet Doğan da Nurettin Topçu ve talebelerinin İstanbul’da çıkardığı Fikir ve Sanatta Hareket dergisinde dikkati çeken yazılar yayınlıyordu. O yılların Hareket’lerini karıştıranların, derginin ilk sayfalarında onun ya ismiyle ya da muhtelif müstearlarıyla karşılaşmaları çok normaldir.

Ayın Getirdikleri başlığını taşıyan bu yazıların, çok sık ara başlıklarla bölünmüş, uzun makaleler olduğunu hâlâ hatırlarım. Bazen toprak rejimi, mülkiyet ve sınıf tartışmaları, bazen sinema, bazen de şimdi olduğu gibi dil konusunda yazılar! Fakat hemen daima politika ile iç içe veya yan yana yazılardı bunlar. Kıbrıs meselesi, Türkçülük politikalarının eleştirisi, sendika ve sınıf mücadeleleri vs. Bazen de CHP ile Millî Selâmet Partisi’nin kurduğu “tarihî yanılgı koalisyonunu” eleştiren ağır ve tahripkâr yazılar!.. (Bu niteleme Mehmet Doğan’a ait.) Bu söylediklerimi daha bir somutlaştırmak bakımından, 1974 Hareket’lerine şöyle bir bakmak kâfidir sanıyorum: “Cumhuriyet’ten Sonra Zirai Bünye”(Hareket, nr. 98), “Devrimde Reform” (nr. 100), “Kıbrıs Meselesi ve Türk Dış Siyaseti” (nr. 106) gibi!.. Meselâ Halil Kaleli müstearıyla kaleme aldığı yazılardan bazıları da şunlar: “Kıbrıs, Bir Çağın Kapanışı mı?” (nr. 104-105), Halûk Ülman’ın açıklamaları ve Lozan’a ilişkin “Görüşler” başlıklı diğer bir yazı (nr. 106). Aynı yazının devamında, ayrı bir başlık altında “Halk Hikâyeleri” konulu bir başka bölüm! “Yanlışlıklar Koalisyonu” (nr. 107), “Turan Yolu” (nr. 108) şeklinde devam eden sayısız yazı.

Mehmet Doğan’ın 1975’te de devam eden yazıları geneli itibariyle kültür, sanat ve toplumsal politikalarla iç içe olmakla beraber, hemen daima siyasi bir boyut kazanırlar. Siyaset deyince, kuşkusuz şu veya bu parti namına kaleme alınmış yazılar demek istemiyorum. Muhtevaları itibariyle gergin bir hava doğuran, görünür görünmez muhatapları ağır biçimde hırpalamak isteyen, kavga ve mücadele temelli yazılar!.. Muhataplarının açmazını yüzlerine vurmak, gözlerinin içine sokmak isteyen hırslı zekâ gösterileri!.. Aktüel herhangi bir probleme tek parti yıllarında çıkmış eski gazetelerden, kitaplardan derlenmiş kupür ve alıntılarla kuvvetli bir arka plan kurmayı beceren, hemen her meseleyi şumûlü ile kavramamıza imkân veren siyasi bir yazış biçimi!.. Yani günü birlik her durumu tarihî bir çerçeveye oturtarak, onu gelmişi ve geçmişi ile bir bütün hâlinde kavramamıza gayret eden aşırı bir ısrar duygusu! İşte Mehmet Doğan’ın bu döneme ilişkin yazılarının en belirgin yanı bunlar olmaktadır.

 

Doğan’ın Unutulmuş / Kaybolmuş Yazıları

Fakat Doğan’ın kaleme aldığı her yazı aynı türdendir demek de istemem. Nitekim 1974 Hareket’lerinden birinde Halil Kaleli müstearıyla, hikâyeci Şevket Bulut hakkında güzel bir yazısı dikkatimi çekmişti: “Millî Hikâyeciliğimiz ve Şevket Bulut” (nr. 106). Doğan’ın bu yolda, benim bildiğim bilmediğim, daha farklı müstearlarla yazdığı makalelerinin bulunduğundan eminim. Nitekim dergide hikâyeci Mustafa Kutlu ile ilgili başka bir değerlendirme dikkatimi çekti ki, onun da Mehmet Doğan’a ait olduğunu kuvvetle tahmin edebiliyorum.

Mehmet Doğan’ın gene Hareket’lerde, daha farklı yazıları da bulunuyordu. Şimdilerde onun eski bir sinema tutkunu olduğunu hatırlayan kalmamış olsa bile, eski Hareket’lerden bu tutkunun izleri rahatlıkla yakalanabiliyor. İşte buna bir örnek: “Lütfi Akad’ın Düğün’ü”(Hareket, nr. 106). Doğan’ın Lütfi Akad sinemasını ve bilhassa da Akad’ın üçlemesini ne kadar takdir ettiği sonucuna ulaşıyoruz buradan.

Ancak Doğan’ın kültür, sanat, film ve kitap eleştirisine dair yazılarında, daha sakin bir üslûba büründüğünü burada kaydetmem gerekiyor. Daha sağduyulu, sorumlu ve muhatabını anlamaya çalışan bir gayret hemen dikkati çekiyor bu yazılarda. Siyasal ve toplumsal meselelerle ilgili yazılarında daha genellemeci, retçi bir tavır kendini hissettirmekte gecikmiyordu çünkü.

Doğan’ın yukarıda işaret ettiğim sinemaya, kültür ve sanata dair eleştiri ve denemelerini, çeşitli müstearları dolayısıyla daha da çoğaltmak mümkündür. Ne var ki bu tür yazıları hiçbir zaman, sosyal ve siyasal niteliği haiz yazılarına ağır basmazlar. Daha garibi ise Doğan’ın sanat ve edebiyata ilişkin yazılarını, o sıralarda gerçek ismiyle yayınlamak taraftarı olmamasıdır. Bu nokta nedense benim hep dikkatimi çekmiştir. Hesap kitap dışı bir yönelim mi söz konusu bunda, doğrusu kestiremedim.

Diğer bir husus da, o zamandan bu zamana sayısız eser yayınlayan sevgili Doğan’ın, bu yoldaki deneme ve eleştirilerini ayrı bir kitap olarak toparlama ihtiyacı duymamasıdır. Küçük bile olsa, kitap teşkil edecek çaptaki bu yazılarını bir araya getirmesi, hiç de fena olmazdı diye düşünüyorum. Kaldı ki şu gün için de yapılabilir bu.

İşte o yıllarda sayısı fazla olmayan kültür, sanat ve edebiyat dergilerinin takibi, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde bulunan birisi için fazla bir külfet teşkil etmezdi. Dolayısıyla Mehmet Doğan’la daha ilk karşılaşmalarımız sırasında birbirimizi okuduğumuz, iyi kötü bir fikir sahibi olduğumuz ortaya çıkmıştı. Ardından Mehmet Doğan’ın Ankara’da Hisar dergisine gelip gitmeleri, belli mekânlarda oturup kalkmalarımız; yeni dostlar, yeni yeni halkalar edinmemiz ve Yazarlar Birliği’nin kuruluşuna doğru hızla evrilen bir süreç!..

Fakat benim üzerinde durmak istediğim husus daha bir başka. Doğan’ın yazı hayatının ilk başlangıçları, ilgi duyduğu konular ve zaman içinde bu ilgilerin seyrini takip!.. Şimdi geriden geriye bu sürecin izlenmesi, anlamlı geliyor bana.

O daha Ankara Basın Yayında okurken (1968’den itibaren), Hareket dergisine şiirler gönderirmiş. Dergi ile mektuplaşmaları olmuş. Yani herhangi bir aracı kullanmadan, bizatihi kendi içinden gelen bir sevkitabiî ile Hareket dergisine başvurmuş, oraya şiirler göndermiş.

Peki, neden yazı değil de şiir? Ya da aradan fazla bir zaman geçmemişken, nasıl olmuş da o fikrî / siyasi, biraz da hırçın yazışlara atlamış? Doğrusu bunun altında yatan sebepleri bilemiyorum. Ya da aynı şekilde şiiri de sürdürse idi olmaz mıydı? Mehmet Doğan kendisinden söz etmeyi bilmediği ve istemediği, belki buna imkân da bırakmadığı için, onun bu yanları dostları arasında bile hep kapalı kalmıştır. Dahası şimdi düşünüyorum da, kendi bireysel hayatına dair atıflarda bulunduğu herhangi bir yazısını hatırlamıyorum. Öyleyse “ben” dilini kullanmayan ve bundan özellikle kaçınan, yerine göre flû, yerine göre alabildiğine somut “biz” ve “onlar” ekseninde gelişen bir düşünüş ve yazış tarzının, herhangi bir kalem erbabını ister istemez aşırı genellemelere, kategorilere sevk etmesi tabiî değil midir? Sizin anlayacağınız şiirin, denemenin ve hikâyenin yani sanatın sıcak dilinden ve üslûbundan kademe kademe uzaklaşan bir yazma sürecidir Doğan’da görülen.

Böyle bir yazış biçiminin kuşkusuz nasıl oluştuğudur asıl önemli olan! Nurettin Topçu’nun fikrî önderliğinde 1939’dan beri yayınlanan Hareket dergisi ile ilişki kurduğuna, belirli bir sürenin sonunda derginin ve rahmetli Topçu’nun dünyasına girdiğine göre, Mehmet Doğan’ın düşünme ve yazma tarzı ile “Anadoluculuk” olarak adlandırılan ekolün genel üslûbu arasında, bazı iltisakların kurulması icap etmez mi?

 

Topçu’nun Üslûbu ve Talebelerinin Yazış Tarzı

Hareket dergisi bilindiği gibi asıl kimliğini rahmetli Topçu’nun yazılarında bulurdu. Topçu, alanı sosyoloji olmakla beraber, sosyolojiden ziyade felsefeye yatkın, cemaatin yanı sıra bireyi öne çıkaran bambaşka bir düşünürdü. Onun yazılarında din, tarih, toplum, tasavvuf ve sanat iç içe girer, fakat bütün bunlar asıl gücünü Topçu’nun kendi özgün ruhundan alan ve sonu hep bir aşkınlığa varıp dayanan müthiş bir terkibe dönüşür, sonunda da “Topçu üslûbu” budur diyebileceğimiz bir ifadeye bürünürdü. Yani kendisi bir bilim adamı olmakla beraber, onun ifadesi bildiğimiz gayrişahsi, nesnel bilim dilinden o derece farklı idi. Çok eleştirdiği Ziya Gökalp gibi aşırı tasnifçi, sık sık kategorilere başvuran birisi değildi. Aksine nesneleri, tabiatı, toplumsal ve siyasal realiteleri kendi ruh havuzunda cem etmesini ve bu malzeme üzerinden aşkın ruhunun parıltıları ile dopdolu zengin mülâhazalara ermesini iyi bilirdi. Zaten onun geliştirdiği zengin fikrî terkipler, bu yüksek mülâhazalar, yazdığı metinlerde ve konuşmalarda hemen hissedilirdi. Nitekim İstanbul’da talebe iken, onu bir kere ben de dinlemiş, şaşırıp kalmıştım. Ne diyor bu adam böyle demiştim. Çoğu bilim adamının yaptığı gibi bir problemi analiz ederek, parçalara ayırarak, öğretmek amaçlı bir didaktizme dönüştürerek, başımızda boza pişirmeye kalkışmıyordu. Yani vaktini orada harcamıyor, onu da yaptığı sıçramalarla büyük fikrî terkiplere yükseliyordu. Daha önemlisi de insanı akıl ve zekâ, ruh ve kalp tarafıyla aynı anda tatmin etmesini biliyordu. Ayrıca muhataplarının yüzüne bakmak, onları etkilemek gibi bir amaçla da yapmıyordu konuşmasını. Kendi şarkısını söylerken dalmış gitmiş bir bestekâr gibi idi. O anda konuşması var, kendi yok gibi bir şeydi Topçu’nun!

Yani Topçu için asıl önemli olan kendi aşkın ruhunun terennümleri, sezgiye dayalı yüksek mülâhazaları idi.

Aslına bakılırsa ondaki bu yüksek terkip gücü ve bir tür sanatlı dil, aynı dergide edebî tahlil ve denemeler yayınlayan ne Mehmet Kaplan’da, ne de Ali Nihat Tarlan hocada mevcut değildi. Genç nesilden Hareketçileri de bu meyanda düşünmek yanlış olmaz sanırım. Belki bu noktada hikâyeci Mustafa Kutlu bir istisna teşkil edebilir. Onunki de ancak hikâyelerinde!

Dolayısıyla Topçu ve talebeleri arasındaki fark, aşkınlığa teşne bir ruhun ve yüksek bir idealizmin varlığı veya yokluğu meselesidir. Çünkü onda çağdaş bir Yunus gibi veya Mevlânâ gibi yüksek bir ruhun cezbeleri duyulur, bu yüzden de yazıları kademe kademe ilerledikçe ruh bir yücelmeye, arınmaya doğru evrilirdi. Dolayısıyla böyle bir ruh hâlinin dili, hesap kitap dışında, kendiliğinden sanatkârane bir edaya bürünüp çıkacak demektir.

O bakımdan Hareket’teki genç yazıcıların çoğu, hocaları Topçu’ya nazaran hem daha zihnî ve polemikçi, dolayısıyla da daha kuru; ya da başka bir ifade ile dönem politikalarının çatışmadan beslenen zihniyetine ve üslûbuna daha bir teşne dururlar.

 

Bir Yanda Kemal Tahir Öbür Yanda Topçu

Kuşkusuz biraz olsun ayrıştırmaya çalıştığım bu yazış biçimlerinin, Nurettin Topçu’nun fikriyatı ile yakınlığı hiç mi hiç su götürmez. Meselâ 1970 ve sonrası dönemlerde toplumculuğu, muhafazakâr-İslâmi kesimler arasında bir onur meselesine dönüştüren ve bundan bir komplekse de kapılmayan Hareket çevresi olmamış mıdır? Aynı şekilde toplumu millî veya İslâmi nitelikleri ve tarihî kökleriyle yapısal bir bütün olarak ilk kavrayanların onlar olduğunu söylememiz gerekmez mi? Yani Türkiye’de sol dışında kalan diğer grup ve akımlar, bu tür kavramları eski bir alışkanlıkla soyutlayıp durmazlar mıydı? Dolayısıyla 1980’lere hatta doksanlara kadar moda olan yarı sosyalizan toplumcu İslâmcılığın patenti, doğrudan Hareket grubuna ait değil midir?

İşte böyle bir düşünme biçiminin verdiği kuvvetli realite terbiyesi ile Hareket dergisi; İslâmi- muhafazakâr kesimlerin içine gömüldüğü statükoları sarsarak, ayrıca gene o yıllarda neredeyse bir fikir modasına dönüşen tarihi ve toplumu yerli ve millî bir izah denemesine dönüştüren kesimlerle, bazı sinema çevreleri ile hem temasa, hem de kuvvetli bir dayanışma içine girmekten çekinmemişti. Hâlbuki bu zamanlar Türkiye’de, Necip Fazıl tesirinin ve Erbakan tarzı İslâmcılığın yoğun yaşandığı yıllardı. Dolayısıyla Hareketçilerin bu girişimi, kolay kolay cesaret edilebilecek bir yaklaşım olmamalıydı.

Ancak bu teşebbüste rahmetli Topçu’nun gizli-açık bir teşvikinin bulunduğu zehabına da kapılmamalıdır. Belki Topçu’nun eskiden beri savunageldiği cemaatçi tezlerle, gene kendinde mevcut olan yüksek toplumsal sorumluluk şuurunun bu tür teşebbüslere imkân vermiş olabileceği düşünülebilir. Daha ötede Topçu’nun 1960 sonralarına ya da 1970’e yakın yıllarda, cemaat merkezli fikirlerini “İslâmi sosyalizm” kavramıyla yeni bir hamleye dönüştürmek istediği de hatıra gelebilir. Fakat bütün bunlara rağmen kastettiğimiz o teşebbüsle, Nurettin Topçu’nun alâkasını kurmak gene de mümkün gözükmemektedir.

Dolayısıyla solda daha yerli ve millî bir duruşu temsil eden Kemal Tahir ve İdris Küçükömer gibi düşünürlerle; Halit Refiğ, Metin Erksan ve Lütfi Akad gibi sinemacılarla temasa geçenler, Topçu’nun kendisi ve 1950 dönemi talebeleri değil; 68 kuşağı içinde yer alan, fikrî ve edebî verimlerini yetmişler civarında vermeye başlayan daha yeni bir sınıf olmalıdır. Dolayısıyla burada derginin etkili isimlerinden Ezel Erverdi başta olmak üzere, iki isim bilhassa dikkatimizi çekiyor: Hareket’teki aktüel siyasi yorumların sahibi Mehmet Doğan ve hikâyeci Mustafa Kutlu!..

Bu ilişkiyi şunun için önemsiyorum: Önceki dönemlerden farklı olarak 1970’lerin Hareket dergileri, fikrî makalelerin yanı sıra politik ve ideolojik tavır belirleyen yazılarla dolup taşmaya başlamıştı. Ayrıca hem Kutlu’da, hem Mehmet Doğan’da sinema sanatına olan ilgi, aynı sıralarda su yüzüne çıkmamış mıdır? Bu bakımdan Bir Türk’e Gönül Verdim’in (Halit Refiğ), Sevmek Zamanı’nın (Metin Erksan) ve Lütfi Akad üçlemesinin doğurduğu sinemasal hazları, Hareket’in sayfalarından rahatlıkla takip imkânı bulunmaktadır. Nitekim “ulusalcı sinema” ve “millî sinema” biçiminde kavramlaştırılan tezler aynı dönemin ürünü sayılır. Daha mühimi de Mustafa Kutlu hikâyesinin Sait Faik çizgisinden koparak, sosyal değişmeci tezlere yaslanmaya başlaması da aynı döneme denk düşmez mi? Burada istidrat kabilinden söylenebilecek husus, Mustafa Kutlu’da sinema ilgisi hâlen devam ederken, Doğan’ın bu tür alâkalarının zaman içinde tavsadığı düşüncesidir.

 

Mehmet Doğan’ın Hareket Üzerindeki Tesiri

Bu arada dönemin Hareket dergilerinde göze çarpan gündelik aktüalite iptilâsında, Mehmet Doğan’ın tesiri kendini ziyadesiyle hissettirir. Hem de Mustafa Kutlu ile Ezel Erverdi’den daha ileride!.. Çünkü Hareket’lerde göze çarpan bu tür aktüel siyasi yorumların tamama yakını Mehmet Doğan’a ait!.. Her sayıda bazen bir, bazen iki, bazen de üç ayrı yazı ve polemik bir arada. Yerine göre bir de kitap kritiği veya film eleştirisi!.. Nitekim aktüel siyasi gelişmeleri yorumlama arzusunu, dergi “yayın kurulu” üyelerinden Mustafa Kutlu, Ahmet Debbağoğlu, Ebubekir Erdem, Mustafa Kara ve Cahit Çollak gibi isimlerde bu derecede görmemekteyiz.

Bunun altında yatan sebebi düşünürken, ister istemez Mehmet Doğan’ın yetişme tarzı ve eğitimi geliyor hatıra. O Ankara’da Siyasal Bilgiler Basın Yayında okurken, Türkiye’de keskin ideolojik ayrışmalar yaşandığını, Doğan’ın bu gergin ve baskıcı ortam karşısında herhangi bir çıkış arayışını derinden duymuş olabileceğini, hiç mi hiç hatırdan çıkarmamak gerekir. Nitekim bu tür ihtiyaç ve arayışlar içinde Doğan, 12 Mart 1971 darbesi arifesinde Hareket dergisine eklemleniyor. Okuduğu ve incelediği çeşitli dergiler arasında Hareket ve bilhassa da Topçu’nun yazıları onda, ihtiyacını derinden duyduğu bir tatmine kapılar aralıyor. Gene de bu tatminin başlangıcı itibariyle fikrî ve ruhi olduğunu, siyasete ve ideolojiye dönük olmayabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Dönemin ideolojik ortamının ve egemen sol-marksist söyleminin köşeye sıkışmış ruhlara bağrını gere gere savunabileceği, muhataplarını yargılayabileceği bir fikre ve mantığa ihtiyaç hissettirmesi!.. Topçu’nun aynı yıllara tesadüf eden İslâmi sosyalizm çıkışı, kabul!.. Fakat onun köşelerini tespit veya parametrelerini tayin o kadar da kolay bir şeye benzemiyordu. İşte o şartlarda Topçu’nun toplumcu idealist felsefesi ile Kemal Tahir, İdris Küçükömer, Cemil Meriç gibi düşünürlerin, Halit Refiğ ve Metin Erksan gibi sinemacıların, Türk toplumunu tarihî kökleri ve strüktürü ile izah denemeleri iç içe geçmekte gecikmedi. Yani Topçu’nun felsefi idealizmi ve ahlâkçı tutumu, 1970 ortalarının Hareket dergilerinde kısmen geriye çekilmeye, buna karşılık Kemal Tahirci tezlerle beslenmiş ve sistematik bir çerçeveye oturtulan “yeni bir toplumculuk” anlayışı daha bir öne çıkarılmaya başlandı.

Bu yeni terkibin oluşturulmasında Mehmet Doğan’ın katkısını ziyadesiyle önemsemek icap eder. Önce Ankara Siyasalda, Basın Yayın Bölümünde okuması! Buradan edindiği gazetecilik dili ve tecrübesi! Her türlü aktüel gelişmeyi ânında anlamlandırma becerisi! Daha da önemlisi ele aldığı her mevzuyu, kendi realitesi ve aktüalitesi ile değerlendirme pratiği!.. Asıl fikirler realiteden yola çıkılsa bile ondan bir noktada yükselir, uçsuz bucaksız mülâhazalara doğru yol alırlar. Ya da diğer bir husus, teorik çevrelere ulaşılıp ulaşılmadığıdır burada önemli olan!..

 

Doğan’ın İlk Eseri:

Batılılaşma İhaneti ve Kaynakları

Basın Yayından mezuniyetini müteakip, Doğan’ın yeni bir işi var ki bu hepsinden önemli. Doğan 1972-1974 arası Türk Tarih Kurumu’nda, “Türkiye Araştırmaları Dokümantasyon Merkezi”nde çalışmış! Yani Doğan Batılılaşma İhaneti’nde kullandığı belge ve dokümanların çoğunu, işte bu dergi ve gazete tetkikleri sırasında edinmiş. Dolayısıyla yukarıda işaret ettiğim yazma ve algılama pratiği ile, dergi ve gazete incelemeleri sırasında derleyip topladığı sayısız belgeyi, yetmiş ortalarındaki Hareket’lerde bol bol kullanma imkânı buluyor Doğan. Tabiî onun Siyasal Basın Yayında temel dersleri aldıktan sonra, sinema televizyon bölümüne devam ettiğini de unutmamak gerekir. Bu bakımdan Hareket’lerde başlayan sinema yönelimini Mehmet Doğan’la izah doğru olur mu bilmiyorum.

Dolayısıyla benim burada söylemek istediğim, böyle bir yazış biçimini arkadan arkaya besleyen teorik birikim bakımından, Mehmet Doğan’ın Nurettin Topçu’ya ilâve olarak, Kemal Tahirci görüşlere doğru aşırı bir meyil çizdiği hususudur. Yani henüz genç bir yazıcı olan Doğan’ın, Topçu üstadın terkibi yüksek felsefi dilinden ziyade, Kemal Tahir’in köşeleri keskin tarihî / siyasi analizlerine daha bir yakın düştüğü gerçeğidir. Çünkü ilgili dönemin Hareket’lerinde çıkan yazıları tetkik edilecek olursa, böyle bir sonuca ulaşmak hiç mi hiç zor olmamaktadır. Kaldı ki Mehmet Doğan’ın 1977’de yayınladığı Tarih ve Toplum adlı eserini bu açıdan değerlendirmek yanlış olmaz sanıyorum. Şimdilerde pek hatırlanmasa bile Kemal Tahir’in Batı toplumları ile Türk toplumu arasındaki temel farkı, sınıf meselesi olarak izahı çok önemli idi. O sıralarda sağ-muhafazakâr, İslâmi camialar üzerinde de büyük bir tesiri vardı bu görüşün.

Sonra biliyorsunuz, Hareket’in yetmiş ortalarında takip ettiği bu yeni çizgi, kendi içinde bazı rahatsızlıklara yol açacak, bu yüzden de dergi yayınına ara vermek durumunda kalacaktır. Kaldı ki rahmetli Topçu’nun aynı dönemin Hareket’lerinde fazla bir yazısının bulunmaması manidar değil midir? Dolayısıyla Hareket’in bu yeni şeklinden ve içeriğinden Nurettin Topçu’nun hiç mi hiç memnun olmadığını, Doğan’ın ara ara naklettiğini hatırlar gibiyim. Fakat şimdi düşünüyorum da Topçu’nun rahatsızlığı, derginin yeni içeriğinden ziyade, bu içeriğin politik bir dile dönüştürülmesinden kaynaklanmış olmalıdır diyorum. Çünkü o kutuplaşmacı bir dilden hoşlanmıyor, ağır başlı bir dil ile düşüncenin vakarının korunabileceğine inanıyordu. Yazdığı yazı ve kitaplara bakarak söylüyorum bütün bunları.

Burada hatırlamak gerekir, Doğan’ın bu döneminden iki eseri kaldı geriye!.. Birincisi, onun büyük çapta tanınmasına vesile olan ve çoğu dönemin Hareket’lerinde çıkmış yazılardan oluşan Batılılaşma İhaneti (1975)! Diğeri de yukarı da işaret ettiğim, Doğan’ın daha sakin bir yazışla kaleme almaya çalıştığı Tarih ve Toplum’u (1977).

Fakat Doğan’ın özellikle 1980’lerden sonra, Tarih ve Toplum’da dile getirdiği mirî sistem merkezli toplumcu görüşlerini fazlaca öne çıkarmadığı görüldü. Çünkü 1980’ler sırf Doğan için değil, toplum ve kamu merkezli fikirleri savunan nice kalemler için ciddi kırılma zamanlarıdır. Türkiye’yi oradan oraya savuran liberal rüzgârlar, İran devriminin yakıcı havası, başı-sonu gelmez İslâmcılık tartışmaları! İslâmcılık namına kendi medeniyetimizi inkâra kadar varan bin bir spekülasyon!.. Alt kimlik, üst kimlik tartışmaları! Doğan bu ortamda hep sağduyu ile hareket etti, bastığı yerin bu topraklar olduğunu aslâ unutmadı.

Hece Dergisi-287. Sayı-Kasım 2020

roman-açik-oturumu,-r.özdenören-d.m.doğan,-n.turinayjpg.jpg

Yazarlar Birliği'nin ilk faaliyetlerinden "roman açık oturumu"nda Rasim Özdenören, D. Mehmet Doğan ve Necmeddin Turinay
Bu haber toplam 2104 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim