“Nedir şu Amâlika?” sorusunun cevabını aramaya başlamadan önce büyüklerimizin tarihi nasıl kurduklarını ve geçmişin olaylarını hangi yapılar içinde ele aldıklarını ana hatlarıyla iletelim ki, böylece “bizim tarihimizin” Batılıların çağ merkezli olarak kurdukları tarihe göre farkı da ortaya çıksın.
Bizim tarihimiz şu iki esas üzerine kurulmuştur: 1-tekvin, 2-nübüvvet. Sünnetullah ise bu iki esasın berzahıdır.
“Bir şeyi açıklığa kavuşturmak, iyi veya kötü yeni bir yöntem ortaya koymak” anlamındaki sünnet ile “Allah” lafza-i celâlinden oluşan sünnetullâh terkibi, “Allah’ın koyduğu kanun, nizam” anlamıyla, Allah’ın ezelden ebede süregelen yaratma ve yönetmesinde asla bir değişmenin olmaması demektir. (Bkz.: TDV DİA)
İbn Haldun Mukaddime’sinde mülk (hilafet, saltanat, iktidar, ilim, medeniyet…) planında sünnetullâhın işleyişini şöyle çerçevelemiştir:
“Vahşi milletlerin (…) kurdukları hanedanlıkların dairesi gayet geniş olur, sınırları devlet merkezinden son derece uzaklara kadar gider. ‘Gece ile gündüzü takdir eden Allah’tır.’ (Müzemmil, 73/20).
Bunun sebebi şudur: Onlar için, mülk, ancak kesin bir galibiyetten ve öbür milletlerin kendilerine boyun eğmelerinden sonra hâsıl olur. O vakit galip milletten bu işe bizzat girişen ve mülk (saltanat) tahtını taşıyan boyun iş başına geçmesi kesinleşir. Zira bu husus, yani mülk ve devlet olanların tümüne ait olamaz. Çünkü sayıları fazladır, devlet payeleri ise bunlara göz dikenlere yetmeyecek kadar azdır. Kıskançlık devlet makamlarını ele geçirmek isteyenlerden çoğunun burunlarının yere sürtülmesine sebep olur. Sonra hanedanlığı idare etmeleri kesinleşen söz konusu kişiler (ve kabile şubesi) nân u nimete dalar, bolluk ve refah denizinde yüzerler. Aynı kabileden olan kardeşlerini kendilerine kul olma haline getirirler. Bunları devletin çeşitli önemli işlerinde ve hizmetlerinde kullanırlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.