• İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

Örgün eğitimin çıkmazlarında

Önder SAATÇİ

Eğitim almak insanın en tabiî haklarından. Ancak herkesin aynı derecede eğitim alması mümkün değil, elbette. Kişiler farklı algılama ve kavrama kapasiteleriyle dünyaya geldiklerinden ve farklı maddî imkânlarla hayatlarını sürdürdüklerinden aldıkları eğitimin hem niteliği hem de seviyesinde farklılıklar olacaktır. Bununla birlikte, eğitimcilikte son bir iki asırda kurumlaşma ve standartlaşmaya gidildiği görülüyor. Bu standartlaşma “örgün eğitim” terimiyle karşılık bulmakta. Ama örgün eğitimin de kendine göre birtakım çıkmazları var.

Örgün eğitim belli bir seviyede okuma yazma ve o toplumun üretmiş olduğu kültürü, bununla birlikte bilimin getirilerini yeni nesillere taşımayı hedef alırken bizim gibi toplumlarda eğitim malzemesi olacak kültürün seçiminde birtakım dayatmalar ve çelişkiler görülür. Bizde eğitim bir dönüştürme aracı kılınarak yakın geçmişte farklı bir medeniyetin değerlerinin yeşertildiği bir alan hâline getirilmiştir. Bunu en ileriye götüren eğitim kurumu da köy enstitüleridir. Bu hâliyle eğitim bir siyasî araca dönüştürülmüş oluyor. 1950’lerden sonra kurulan imam-hatipler de 80’lere gelindiğinde siyasîlerin oya tahvil ettikleri kurumlardır. 28 Şubat döneminde bu sefer farklı bir siyasî rüzgârla kıyıma uğrayan bu okullar bugün de siyasetin ana gündem maddelerindendir. Aynı durum Anadolu Liseleri için de geçerlidir. Bu liseler de bir zamanlar siyasetçilerin halka şirin görünmek için kullandıkları bir vasıtaydı.

Örgün eğitimin başka bir çıkmazı da hayattan kopukluğudur. Dört duvar arasına sıkıştırılan ve nazarî bir müfredatla kuşatılan eğitimin, gelişen dünya şartlarına ve ihtiyaçlarına ne derece elverişli olduğu şüphelidir. Kalabalık sınıflarda öğrencinin öğreticiyle iletişim kurması bir hayli zordur. Sigara, uyuşturucu ve alkol alışkanlıklarının okul sıralarında başladığını da gözden kaçırmamak lâzım.

Bütün bunlar zamanla öğrencilerin hayattan da soyutlanmasını ve kendi içlerinde argoyla, popüler kültürle yoğrulmuş bir alt kültür geliştirmelerinin de yolunu açıyor. Öğrenci, okulda, kendi yetiştiği sosyal çevrenin değerlerinden rahatlıkla kopup bambaşka bir değerler dünyasına adım atıyor. Bu, öğrencinin ergenlik çağına rast geldiğinden onun farklı bir şahsiyet geliştirme ihtiyacını da kısa yoldan karşılayan bir sürece dönüşüyor. Sonunda kişi ailesiyle ve çevresiyle çatışma noktasına kadar gelebiliyor. Öğrencilerin siyasî ve ideolojik tercihlerinde uç noktalara uzanmalarının ardında da okulların hayattan kopukluğu olduğu pek rahatlıkla söylenebilir. 70’li yıllarda ideolojik kavganın ortaokullara kadar indiğini de hatırlayalım.

Okullar “eğitim”i her ne kadar vitrinlerine koysalar da “öğretim”  kıskacından kendilerini kurtarabilmiş değildir. Orta kademelerde bir üst kademeye geçişin merkezî sınavlara bağlanması ister istemez okulun “eğitim” işlevini de baltalamıştır. Okullar dershanelerin şubeleri durumuna indirilmiştir. Şimdilerde, siyasî iradenin bunu tersine çevirmeye dönük çabaları da siyasî mantıkla yürütüldüğünden bunun da kısa vadede bir sonuca ulaşması zordur. Okullarda öğretimi öne çıkaran bir başka unsur da çağın getirmiş olduğu kapitalist değerlerdir. Yüksek bir refahın bütün kitlelere çeşitli medya araçlarıyla hedef gösterilmesi, bunun da iyi(!) bir diplomayla sağlanacak olması kişilerin ve hatta ailelerin dahi örgün eğitimi daha üst bir refah seviyesine atlama taşı olarak görmelerine yol açmıştır. Böylece okullarda kişilikli, kültürlü, kendi manevî değerleriyle donanımlı, en azından onunla barışık bir nesil yetiştirme gibi kaygılar artık ikinci, hatta beşinci, onuncu plândadır. Bütün mesele en iyi lisede, en iyi üniversitede okumak için gerekli vizeyi koparmaktır!..

Örgün eğitimde bir başka çıkmaz da dil meselesidir. Bugünün Türkiye’sinde eğitim dilinin yarı Türkçe yarı İngilizce olduğu artık tartışılmaz bir gerçektir. Bunu çağın şartları diye herkes kabullenmiş durumdadır. En iyi yabancı dil öğrenme yolunun İngilizce eğitimle olacağına dair yaygın ve yanlış kanaat herkesçe kabul görmüştür. Bunu değiştirmek de pek mümkün görünmüyor. Türkiye’deki bu tutum siyasî istismarları da beraberinde getiriyor. İngilizce eğitimin kabul gördüğü bir ortamda neden Kürtçe eğitim yapılmasın, mantığından hareketle “Kürtçe eğitim” meselesine de çanak tutuluyor. Okullar güneydoğuda bu baskı altındadır.

“Ulus-devlet” modeliyle daha homojen yapıda bir toplum hedeflenirken ve örgün eğitim de bu işlevi yerine getirmede bir araç kılınmışken eğitim kurumlarının, toplumun değerlerinden uzaklaşması ve sosyal bütünleşmeden çok sosyal çözülmeye zemin hazırlaması düşünen kafalara bir soru işareti olsa gerek…

 

16.09.2013 

Bu yazı toplam 980 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim