Ya da Sultanahmet’e, Yenicami’ye. Cami ile artık öteye gitmiş; mutlaka şartlanmışınızdır. Sonra, sırtınızda, benek benek öteki dünya çizgileri, günlük işlerin içine dalarsınız. İnsanlar, insanlar… Her işinizde, sizinle insanların elleri arasına, daima bir çiçek girer; o, ramazandır.
Yazar: Sezai Karakoç
Orucun dört mevsimi ve 24 saati vardır.
Ramazan, bahara gelir; açlıkla eşyanın ruhuna ve ötesine, varlığının sebebine çevrilmiş olan insan, leylak kokuları, portakal çiçeklerinin buğusu ve gül, lale, ağaç ve yabanî bitki çiçeklerinin rengiyle mest, bir nevi mutlağın şiiri, bir gerçeklik lirizmi içinde yaşar. İlkbaharda renk, su sesi, kuş uçuşu ve gül kokusuyla, tabiat, içine girdiği değişimde oruçlunun içini saf duygularla, zengin figürlerle donatır. Oruçlunun, topraktan kopmasına engel olur. İlkin onu iç yolculuğundan alıkoymak ister; fakat, o, bu iğvaya aldanmazsa, bu sefer, onun arkasına takılır gibi bir orkestra zenginliğiyle idrakine yardımcı olur. Bahar, oruçlu için, menekşeden vişneye kadar mor rengi, bayıltıcı kokusu ve mayhoş tadıyla, toprakla gök arasında, yeni bir sentez sebebidir.
Ramazan, yaza gelirse, sıcaklık ve susuzluk, sonbaharda tabiatın geçici ölümü, kışın, kar ve soğuğun tabiat ve eşyayı tek tesirli bir idrake indirişi, insanda oruca şöyle ve böyle bir fark ilave eder; böylece, yaşını başını almış bir müslümanda, geçmiş her yılın ramazanı, birbirine karıştırılmayacak şekilde farklıdır. Her ramazanın ayrı bir rengi, ayrı bir kokusu, ayrı bir biçimi vardır. Her biri kökte ve temelde aynı olsa da her yılın ramazanı, mevsimlerin boyasına batıp çıka, hafızada ayrı bir fenomen değeriyle yaşar.
Devamı: https://www.insaniyet.net/orucun-24-saati/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.