• İstanbul 15 °C
  • Ankara 21 °C

Prof. Dr. Mehmet Törenek: Gerçekçilik Açısından Âkif'in Şiiri

Prof. Dr. Mehmet Törenek: Gerçekçilik Açısından Âkif'in Şiiri
Âkif şiire başladığında Türk edebiyatında romantizm ve realizm arasında bir çekişme, daha doğrusu romantizmden realizme doğru bir eğilim hâkim temayüldü.

Romantizmin duyarlık yönü ilgi görüyor, duyguların, hayâllerin anlatımına çok önem veriliyordu. Bunun için tabiat, uyarıcı ve somutlayıcı unsur olarak şiirde öne çıkıyordu. Şairler ya tabiat karşısındaki hayranlıklarını, onun güzelliklerini anlatıyor, yahut da kendi duygularını, hayâllerini ifade ederken tabiata baş vuruyorlardı. Recaizâde'nin söylediği "Zerrâttan şumûsa kadar her güzel şey şiirdir." cümlesi şairlere şiirin kaynağını gösteriyordu. Herkes o kaynaktan beslenmekteydi. 

İşte o dönemde etkili olan, yeni bir edebiyat olarak dikkatleri çeken Servet-i Fünun sanatçılarının, dolayısıyla şiirinin belirgin vasfı da tabiat ve hayâldi. Tabiata açılmak, onun güzelliklerini şiire taşımak, onların şiirinin bir tarafıydı.

Ancak onlar hayranlıklarından çok duyarlıklarını, etkilenmelerini, küçük ve ince ayrıntılardan hareketle ifadeye döküyorlardı.

Âkif ise şiire bunların biraz dışında ve geleneksel bir etkiyle Muallim Naci tesirinde başlar.1 Başlangıçta söylediği gazellerde bu etki ve geleneksel şiirden gelen bir anlatım özelliği söz konusudur. Ancak çok geçmeden onda da yeni arayışlar görülecek, örneğin Servet-i Fünun sanatçılarının etkili olduğu, yeni bir edebiyat kurmaya çalıştığı yıllarda Resimli Gazete'de yayımladığı bazı şiirlerde Abdülhak Hâmid'den gelen bir etkinin izleri öne çıkmaya başlayacaktır. Ki bu dikkatler bir tarafıyla romantizmle birleşmekte,2 diğer taraftan Hâmid'de var olan metafizik endişe ile örtüşmektedir. Örneğin "İstiğrak" başlıklı şiirden alacağımız şu mısralarda söylediğimiz özellikler mevcuttur:

"idrâk-i hakikatinde yâ Rab! Tasvir-i hüviyetinde yâ Rab! Dünyâlara sığmayan hayâlât Bir nokta kadar gelir mi, heyhât!

Ulviyeti sakf-ı âsmânın! Devvâr oluşu bu hâkdânın! Etvâr-ı vakârı kûhsârın! Nazende edâsı lâlezârın! Her nefhi nesim-i müstetâbın Her katre-i rahmeti sehâbın Herlem'ası neyyir-i münirin Her kabzası hâk-i müstenîrin..

İnsandaki iktidâr-ı temyiz Hayvandaki hiss-i hayret-engiz! Eşyâdaki ihtilâf-ı bâhir Yâ Rab! Seni eylemez mi zâhir?!3

Ancak Mithat Cemal'in anlattığı hatıralarda Ispartalı Hakkı'nın söylediği sözler olacak4, dönemin moda olan ve dikkatleri çeken realist romancıları olacak, Âkif'i bir şekilde Fransızca öğrenmeye ve batı edebiyatını tanımaya iter. Sonraki yıllarda yazacağı ve Safahatı oluşturacak şiirler henüz ortaya çıkmamıştır. Şair kısa sürede Fransızca öğrendiği gibi,batılı romancıları da severek okuyacaktır. O Emile Zola'yı sevmiş, Alphonse Daudet'ye hayrandır.s Özellikle Daudet'yi çok sanatlı bulur ve roman noktasında bizim romancılara tercih ettiğini açıkça söyler.6

Bu romancılardan o tasviri, hayatın olumsuzluklarını sergilemeyi, yaraları, kötülükleri teşrih etmeyi öğrenir. Ancak onun realistlere ilgisi, onları okuması beğendiği yönlerini almasıyla sınırlıdır. Meselâ o, realistlerin benimsediği "sanat sanat içindir" ilkesini kabul etmemiş, sanatta ahlâki bir kaygıyı hep taşımıştır. Bu konuda şunları söyler:'"San'at san'at içindir. San'atta gayet yine san'attır. Edebiyatta edebiyattan başka bir gaye aramak san'atı takyîd etmektir.'gibi yüksek nazariyeler bizim idrakimizin pekfevkindedir. Zaten bu türlü nazariyeler ahlâksızlığa felsefe şekli veren; edebiyat namına milletin namusuna, hayatına, mevcûdiyetine yürüyen birtakım hezelenin eser diye ortaya koydukları bâhnâmelere revaç verilmek için ileri sürülüyor."7

Bir başka yerde de, Zola'yı değerlendirirken, bazı eserlerinin çok serbest yazıldığından dolayı kimi ailelerin onu evlerine sokmadığını, gayr-i ahlâkî bulduğunu, ancak yazarın buna cevabının farklı olduğunu belirtir. Zola'nın özellikle, Meyhane isimli kitabının ikinci baskısının mukaddimesinde, eserinin ahlâkî olduğunu savunarak, hikâyesinin dikkatlice okunursa ahlâkâ aykırı görünen sayfaların "ahlâksızlığı terzil suretiyle" ahlâka hizmet etmeyi amaç edindiğini ifade ettiğini söyler. Yine aynı yerde, Daudet'nin de eserlerini, "hisse-i ibret"çıkarılsın düşüncesiyle yazdığını savunur.8 Haliyle Âkif realistlere ilgi duyarken, onların bu özelliğini göz önünde bulundurmuş, sanatın dolaylı anlatım boyutunu dikkate almıştır. Fakat onun benimsediği daha çok onlardaki ayrıntılı tasvirlerdir ve onun hoşlandığı nokta da burasıdır.

Safahat'a giren ve 1908 sonrasında yayımlamaya başladığı şiirlerden bir kısmı bütünüyle bir hikâye üzerine kuruludur ve bu manzum hikâyelerde şairin realizmden gelen dikkatlerini yer yer görmek mümkündür.9 Bir araştırmacı Safahat'ta otuz beş manzum hikâye bulunduğunu söyler.10 "Hasta", "Seyfi Baba", "Küfe", "Mahalle Kahvesi", "Meyhane", "Hasır" bunlardandır. Bu şiirlerde o hayattan sahneler aktarır, tasvirler yapar, kişileri konuşturur, gözlemlerinin şiire taşır. Bunlarda da yer yer, olabildiğince realist bir tavrı benimser. Ancak o, tasvirlerde ve hayatın olumsuzluklarını, çirkinliklerini gösterme noktasında realizme yakındır. Yoksa onun bu ve diğer şiirlerinde romantizmden gelen ve merhamet uyandırmayı amaçlayan, okuyucunun duygularını tahrik etmeyi benimseyen bir bakıştan da söz etmek mümkündür. Örneğin "Hasır" şiiri şu satırlarla biter:

Bu hâtırât ile kalbimde başlayınca melâl, Oturmak istemez oldum, kıyâm edip derhal; Yüzümde âleme nefrin, içimde şevk-i memât; 

Gözümde içyüzü dehrin: Yığın yığın zulümâti Bulunduğum o mukassi mahalden ayrıldım. Bu perde bitti mi? Heyhat! Atmadım bir adım, Ki ruhu eylemesin böyle bin fecîa harâb! Hayat nâmına, yâ Rab, nedir bu devr-i azâb?(s.28)" 

Oysa realistler gerçeği olduğu gibi vermeyi ilke edinmiş, yorum yapmamışlardır. Âkif ise okuyucusunu şiire katmayı, onun duygularını kendi duygularıyla birleştirmeyi seçen bir anlayıştadır. Kitabın mukaddimesi niteliğindeki şiirde de bu tavrı açıkça ifade eder: 

Şi'r için 'gözyaşı' derler; onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsarım! Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar da bîzârım! Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa; Oku, zîrâ onu yazdım, iki sözyazdımsa.(s.3)

Yine romantiklerde ahlâkî bir tavır vardır ve anlattıkları olumsuzluklardan, çirkinliklerden bir ahlâk dersi çıkarmayı ilke edinmişlerdir. Bu özellik Akif'in zaten sanatının esasıdır. O, insanlardan ahlâkî bir olgunlaşma istemekte, düşünce ve davranışta onların kendilerini değiştirmelerini, güzelleştirmelerini beklemektedir. Gerçekçiliğe gelince, Âkif bir şairdir ve realizmin şiirde görünümü de parnasizmdir. Ancak onda parnasizmden pek söz edilemez. Onunla ilgili çalışmasında Fevziye Abdullah Tansel, Âkif için, realism cereyanının şiir sahasındaki yolu olan parnasyenlere dahil edebiliriz der.12 Devamla da, şiirlerinde var olan klasik şekillere bağlılığı, vezni, dili belli kaidelere göre kullanması, mânada açıklığa önem vermesi, objektif mevzuları ele alması yönleriyle bu benzerliği kurduğunu belirtir. Kanaatimizce Âkif bu sanat anlayışına parnasyenlerden hareketle varmış değildir. Vezin, dil, mânâ konularında o daha çok gelenekten beslenmektedir ve bu noktaya da oradan gelmiştir. 

Bu nedenle onda realizm, hikâye etme ve hayatı tasvirden kaynaklanan bir dikkatin sonucudur. Gerçeği verirken onu hayal kuvvetiyle değiştirmeyi düşünmez. Olduğu gibi vermeyi tercih edişini, Abdülhak Hâmid'den hareketle, Eşref Edib'e şöyle anlatmıştır:"Benim şiirlerimde böyle yüksek hayaller bulunmaz. Ben şiirde, hayale dalmam. Ben adî şeylerden bahsederim. Mesela bu, taş. Ona taş derim. Hacer-i semavî demem. Bu, tahta. Ona tahta derim; taht demem. Eşyanın hakikatlerini hayal kuvvetiyle değiştirip, mafevka'ttâbiâ bir şekle koymam. Her şeyi olduğu gibi görür, göründüğü gibi tasvir ederim. En fukara muhitlere gider, onları bir ressam gibi aynen tesbit etmeğe çalışırım. Benim şiirimi beğenenler varsa, bundandır.

Bence en güzel yazdığım eserlerden biri Mahalle Kahvesidir. Çünkü o şiirde bir mahalle kahvesinde olan şeyleri olduğu gibi görürsünüz. Hattâ muayyen bir kahveyi tasvir ettim. Kahve sahibine o şiiri okudukları zaman; -Bu herif muhakkak böyle kahvelerde yetişti, demiş. 

Benim şiirlerimin bir vasf-ı mümeyyizi, işte budur. Her şeyi olduğu gibi görmek ve göstermek!"13 

Zaten "Fatih Kürsüsünde" şiirinde de; 

"Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim inan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim"(s.2 i 4)

demez mi? 

O cemiyetçi bir şairdir ve şiirini bu yola kanalize etmiştir. Konularını gözlemlerinden, hayatından, etrafında olup bitenlerden alarak şiire taşır. Bunun için dikkatli bir gözlem gereklidir, bunu ayrıntılı bir şekilde ifadeye dökmek önemlidir. Hatta söz konusu şiir olunca, bunların daha bir özenli ve öz olması esastır. Kendisi de "Tasvir" başlıklı yazısında bunlar üzerinde durur. O, şiirdeki tasvirin, hikâyelerdeki gibi dağınık ve pek etraflı olması gerekmediği kanaatindedir. Çünkü tasvirden maksat birçok hakikati eşyaya söyletmektir, der. "Meselâ bir fakîrin sefaletini ta'rif ederek haline acındırmak için şöyle perişandır, böyle sefildir., demektense o zavallının yuvasında nazar-ı merhamete olanca üryanlığıyla çarpacak ne gibi şeyler varsa onları gösterivermek çok daha beliğ olur. Zira birinde söylüyorsunuz, birinde ise gösteriyorsunuz. Elbette görmek dinlemekten müessirdir."14 Gözlemin, anlatmaktan çok göstermenin realistlerden sonra modern romancıların en çok başvurdukları bir ifade sanatı olduğunu hatırlayalım. Hasta şiirindeki gencin tasviri böyle bir yöntemle verilir.

"-Çağırın hastayı gelsin. Kapının perdesini Açarak girdi o esnada düzeltip fesini, Bir uzun boylu çocuk. ..Lâkin o bir levha idi! Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedî: Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri; Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri. O şakaklar göçerek cebheyi yandan sıkmış; Fırlamış alnı, damarlarda beraber çıkmış! Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-ı şebâb; O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb! O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi: Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi! Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı; İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı. 

Ancak Âkif tarafsız bir gözlemci değildir. Olaylar ve gördükleri karşısında hislerini itiraftan kendini alamadığı gibi, okuyucusunu da etkilemek ister. Edebiyatta her şeyden önce, sanatçının anlatmak istediği konuyu hissetmesi gerektiğini söyleyen Âkif, en iyi hissedebileceğiniz konu kendiniz ise, çekinmeden kendi şahsınızdan da bahsediniz, der. Devamla da, "Meşhur Daudet'in sırr-ı san'atı, muhitini gayet nâfiz bir nazarla şedîd bir müşâhede altında bulundurmasıdır."'5 sözlerini ilave eder. "Bayram" şiirini alalım. Şiir önce şairin bayramla ilgili düşüncelerini anlatan satırlarla başlar. Sonra olaya geçer. Gözlemler öncesi yaptıklarını anlatır. Kendisi vardır. Ardından bayram yerinin tasviri gelir.

"Birinci gün hava bir parça nâ-müsaâiddi; İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti. Dedim ki: 'Fatih'e çıksam yavaşça, bir yanda Durup o âiemi seyreylesem de meydanda, Ziyaret etsem ehibbâyı sonradan.. Hoş olur Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur.' Bu arzû-yı tenezzüh gelince, artık ben Durur muyum ? Ne gezer! Fırladım hemen evden, (s.42)

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. 

Tasvirde olması gerekenlerden bahsederken, sözlerini, bazen eşya kâfi gelmez ve kişiler tasvir olunur, diyerek sürdürür. Hatta o kişilere söz de söyletilir. Bunun için de, "işte tasvirin pek mühim bir kısmı olan bu söyletmek mes'elesi gayet ince iştir. Her seviyedeki, her sanattaki, her memleketteki halkın tarz-ı ihtisası, tarz-ı rü'yeti, tarz-ı muhakemesi, tarz-ı tekellümü birbirine benzemeyeceği, azıcık benzese bile arada gayet büyük farklar olacağı için hayale kapılarak bir adama düşünemeyeceği, söyleyemeyeceği yahut büsbütün başka bir vâdîde söyleyeceği sözleri söyletmemelidir."16 Bu özellik de realistlerin olabildiğince dikkat ettiği hususlardandır. Onlarda gelenek ve göreneklere önem verir, toplumun özelliğini yansıtabilmek için de "orta yetenekte alelâde insanları" işlemeyi tercih ederler.17 Söylediklerimizi örneklemek amacıyla Meyhane'den bir parça alalım: 

"-Kuzum Dimitri, bu akşam biraz ziyâdece ver.. -Ziyâde, anladık amma ya içtiğin şişeler? -Çizersin.. -Öyle mi? Lâkin silinmiyor çetele!.. Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu.. -Hele! -Bizim peşin paramız... Almadın mı dün guruşu? -Ayol, tükendi mezen.. Bari koy biraz turşu. Arattı kendini ustan.. Dinince dinlensin! -Haşan be! Sen de nasıl nazlı nazlı söylersin? Nedir o türkü? Aman başka yok mu? Hah, şöyle! -Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle. -Nevazil olmuşum Ahmed, bırak, sesim yok hiç.. -Sesin mi yok? Açılır şimdi: Bir imam suyu iç! -Yarın ne iştesin Osman? -Ne işteyim.. Burada! -Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada? -O kim gelen? -Baba Arif, -sakallı, gel bakalım.. Yanaş. -Selamün a ley küm. -Otur biraz çakalım...

Dimitri, hey, parasız geldi sanma, işte para! -Ey anladık a kuzum... -Sar be yoldaşım cıgara... -Aman bizim Baba Arif susuz muşuz içiyor! -Onun bi dalgası olmak gerek: Tünel geçiyor.!(s.33-34)

Ona göre, "Hakikat, hayat, müşâhede her eser-i edebînin şerâit-i esâsiyesindendir. Bu şerâiti ararsak her zaman bulabiliriz. Hattâ hiç yoktan bir mevzû îcad edeceğimiz zaman bile işe tabiîlik vermek için hakikat istinadgâhımız olmalıdır. Yani hayat-ı hakîkiyeden alınmış olup mevzûmuzu tevsîa imdâd edebilecek vakâyie, ahvâle müracaat etmeliyiz. Sonra, görmüş olduğumuz muhitlerden, tedkik ettiğimiz şahıslardan istiâne etmeli, onlarla eşhâs ve muhîtât-ı muhayyelemiz arasında bir tetabuk husûlüne çalışmalıyız.''18 Bütün bu düşünceler realistlerin ilkeleriyle örtüşen dikkatlerdir. Dolayısıyla dönemin sanat anlayışıyla, batı sanatındaki geçerli ifade özelliğiyle... 

"Mahalle Kahvesi" şiiri bu söz konusu özellikleri bulabileceğimiz ilginç örneklerdendir. Çevre bilinen çevre, kişiler etrafımızdaki kişiler, insanlar bizim insanımızdır. 

"Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor; Rakîbi halbuki lâ-yenkatı' bıyık buruyor. Seyirciler mütefekkir, güzide bir tabaka; Düşünmelerdeki şiveyse büsbütün başka: Kiminde el, filân aslâ karışmıyorken işe, Kiminde durmadan işler Benân-ı endîşe! Al işte: ‘Beyne burundan gerek, demiş de hulûl' Taharriyât-ı arnikayla muttasıl meşgul! Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam: Zemine, dâire şeklinde yaydı bir balgam; Abanmış olduğu bir yama yumru değnekle, Mümâslar çekerek soktu belki yüz şekle! 

Ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere, Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre: Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge; Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke! -Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşta! -Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Hacı! -Çocuğ, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye, Sokak sokak geziyor... 

 -Koymuyor mu medreseye? -Koyar mı hiç? Arabi şimdi kim okur artık? -Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık! -Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey! ilim de kalmadı...

-Zâten ne kaldı? Hiçbir şey. -Mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize; Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi... Keyfinize! -On üç yaşında idim aldığım zaman ketebe. Geçende sen ne bilirsin, demez mi bir zübbe? Dedim, ulan seni gel ben bir im ti hân edeyim,

Otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temim. -Nasıl, becerdi mi?

-Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben, Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken. (s. 110-111)

O, sanatçının bir köşeye çekilip yazması yerine kırlara çıkmasını, hayata karışmasını tavsiye eder. Aradığınız her tipten insanı da hayatın içinde bulabilirsiniz. Sonra bu türden kişileri konuşturmak için de halkın arasına karışın, der. Çenesi düşükleri, kocakarıları dinleyiniz, onların telaffuzlarını, edalarını tesbite çalışınız, der.19

"İstibdât" şiirinde sokaktan geçerken bir evden gelen seslere kulak verir: 

-Bak anne, aydede bak bak! -Aman da mâşallah Değirmi tabla kadar var... -Susundu Ayşe, günah. -İlâhi teyze tuhafsın, neden günâh olacak? -Günâh dedim ya, bırak şimdi... -Haydi sen de bunak! -Bunak munak deme billâhi çarparım elimi... Aşifteler sizi... Âhir zaman tevekkeli mi!(s.76-77)

Bu nedenle tasvirde tabiilikten uzaklaşılmaması gerektiğini, eğer levhayı aynen çizmeden bazı değişiklikler yapılacaksa, onu da kimsenin farkına varmayacak şekilde yapmanın uygun olacağını söyler.20 "Seyfi Baba" şiirinde sokak tasvirinden sonra fenerin ışığına etrafı seyrettirir. Böylece hem olumsuzlukları fenerin kendisine gösterdiğini söyleyerek bir şekilde söz oyunu yapar, diğer taraftan etrafta görülen manzaranın olumsuzluklarından çıkarımlarda bulunur.

"Fenerim başladı etrafını tek tük hisse. Vakıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun.. Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun: Kâh olur kör gibi çarpar sıvasız bir duvara; Kâh olur, mürde şuââtı düşer bir mezâra; Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar; Kâh bir ma'bed-i fersudenin üstünden aşar.

Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın dolaşır; Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır; Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, uryân, Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan Hânümân yoksulu binlerce sefilân-ı beşer; Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler; Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı; O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları; Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler: Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler! Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sail! Serseri, derbeder, âvâre, harami, katil...

Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil Bana göstermedi bir kerre... Niçin? Belli değil!(s.60-61)

Aslında parçanın bu kısmında daha edebî bir tasvir vardır. Kendisi bir yerde Midhat Cemal'e, "Seyfi Baba"daki fener tasviri benim değil ki, Daudet'nindir, der. Daudet'nin Jack'ındaki tasvirden mülhemdir.21 Realistlerin bir vasfı da eleştirel olmaktır. Ancak onlar bunu açıkça yapmaz, okurun bu eleştirel tavrı çıkarmasını beklerler. Âkif de bazen bunu yapar. Örneğin "Hasta" şiirini şu satırlarla bitirir:

"Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna Dayanıp çıktı o biçâre sefâlet yoluna. Atarak arkaya bir lemha-i lebrîz-i elem, Onu teb'id edecek paytona yaklaştı "verem!" Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini, Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini: -Çekiver doğruca istasyona... -Yok yok, beni tâ Götür İstanbul'a bir yerde bırak ki: Gurebâ, -Kimsenin onlara aldırmadığı bir sıradaUzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!(s. 13)

"Mahalle Kahvesi" şiiri de açık bir eleştiride bulunmadan sona erer: 

"Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan, Bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar: 'Ya sizin bir yuvanız yok mu?' diyor anlaşılan, Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar. ..(s.112)

Sonra kişileri karşılıklı konuştururken tabiiliği elden kaçırmamalıdır. Bu konuda başarılı olan Akif'in bu özellikte Zola'dan yararlanmadığını söylemek mümkün değildir. O, realizmi moda diye almamış, sanatın bu ifade şeklinde bir güzellik bulduğu için tercih etmiştir. Bunu yaparken de, tıpkı Ahmet Midhat Efendi'nin yaptığı gibi, yerli olmaktan, millî kalmaktan vazgeçmemiş, ahlâki bir kaygıyı hep gütmüştür. Şöyle der: "Bizim içtihadımıza göre edepsizlik başladığı noktada edebiyat biter

Elverişli bulduğumuz her mevzuu yazacağız. Hele içtimâî derdlerimizi dökmekten, yaralarımızı açıp göstermekten hiç çekinmeyeceğiz. Bundan maksadımız birtakım zavallıların zannettiği yahut zannettirdiği gibi milleti ele, düşmana karşı maskara etmek değildir. Meramımız kendimizi değil maskaralıklarımızı maskara etmektir."22 Köse İmam şiiri ise işte bu özellikleriyle öne çıkar. Şair hocayla konuşurken mahalleden bir kadın gelir ve kocasından şikâyet eder. O da kocasını çağırtır. Bey gelmez. Üsteleyince gelmek zorunda kalır. Çünkü hocanın geçmişte mahalle üzerinde kuvvetli bir nüfuzu vardır. Adam hocaya kendisine karışmamasını, istediğini yapabileceğini söyler. Nasihatler ederek biraz yumuşatır ve onları gönderir. Sonra da şaire gördüklerini anlatır. Şiirin son kısmı da hocanın sözleriyle biter:

"Bana sor memleketin hâlini ben söyleyeyim: Bir imam çünkü, bilir evleri... Hâ bir de, hekim. Gel nikâh kıy, demesinler, diye ba'zen kaçarım... Düğün olmaz mı, gelirler de bütün komşularım; Yine kondun hoca, derler, onu bilmezler ki, Daha memnûn olacaktım o düğünsüz belki. Zerde karşımda durur kanlı yemek tavrıyle; Öksüz ağlar sanırım çalgıyı duydum mu, hele! Bu neden? Çünkü nikâhın sonu ergeç boşamak, Yâhud akşamki gelenler gibi hırgür yaşamak. Düğün olsaydı ne a'lâ idi tek perde; Ayrılık faslı da var sonra bunun, mahkemede. Ne kadınlar, ne sefalet doğuranlar görürüz; İşte binlerce çocuk, hem baba sağ, hem öksüz! Üç sınıf halka içim parçalanır, hem ne kadar! İhtiyarlar, karılar, birde küçükler; bunlar Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan; Yoksa, insanlığı bilmem nasıl anlar insan ?(s. 117-118)

Kısacası onda tutulan yol, atılan adım, hep doğruyu göstermek içindir. Zaten bütün çabası da bu yönde olmamış mıdır?

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek, Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.(s.214)

Kaynakça

Çantay, Haşan Basri, Âkifnâme (Mehmet Âkif), İstanbul, Ahmed Sait Matbaası 1966 Ersoy, Mehmet Âkif, Mehmed Âkif Külliyatı 5, Makaleler ve Tercümeler, (Haz. İsmail Hakkı Şengüler), İstanbul, Hak yayıncılık 2000 Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat, (Yay. haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul, Çağrı yay. 2006 [Fergan], Eşref Edib, Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, İstanbul, Asarı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı 1940, (İç kapakta 1938) Gökçek, Fazıl, "Mehmet Akif'in Resimli Gazete'de Yayım lanan Şiirleri", Yedi iklim , No: 72, Mart 1996, s.28-29 Kefeli, Em el, Metinlerle Batı Edebiyatı Akım ları, İstanbul, 3 F yayınevi 2007 [Kuntay], Mithat Cemal, Ölüm ünün 50. Yılında Mehmet Akif, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları 1986 Tansel, Fevziye Abdullah, Mehmet Akif Ersoy- Hayatı ve Eserleri, [y.y. yok], Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı yayınları 1991 Uç, Himmet, Mehmet Akif ve Hikaye Sanatı, Ankara 2007

Mehmet Âkif: Edebî ve Fikrî Akımlar/3. Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni’nde sunulan tebliğlerin kitap haline getirilmesi ile oluşan kitap TYB'nin 39, Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 3.kitabı

https://kitap.tyb.org.tr/kitap/akif3edebivefikri.pdf

Bu haber toplam 1761 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim