Seni asla unutmayacağız Abdurrahim Karakoç

Önder SAATÇİ

Emr-i Hakk’ın vaki olduğunu, bir başka deyişle “Mihriban”ın babasız kaldığını, dün bir radyo istasyonunun 17.00 haberlerinden öğrendim. Büyük şair Abdurrahim Karakoç yakalandığı amansız hastalıkla daha fazla baş edememiş ve nihayet ruhunu ebediyetlerin sahibine teslim etmişti.

Allah mekânın cennet eylesin ve yerinde dinlendirsin.

Bir şairin kaybının aslında şiirin de kaybı olduğunu söylemeye bilmem gerek var mıdır? Anadolu’nun bağrından kopup gelen o gür delikanlı sesi artık duyamaz olmak acaba kaç kişinin kalbine bir hançer gibi saplanmıştır? İnsanımızın makûs talihine, mağduriyetlerine, Türk milletinin aziz fertlerine yapılan her türlü ihanete kalemiyle savaş açmış o cengâverin kalbinden kopan tertemiz mısraların kaynağının kuruması ve artık o pınarından gönül dertlerimize şifa olacak mısraların arkasının gelmeyecek olmasına gözyaşı dökecek birileri bilmem kaldı mı? Ben kendi adıma söyleyeyim ki haberi alır almaz yüreğimden bir parçanın koptuğunu ve kendisiyle beraber onu da alıp götürdüğünü hissettim.

Abdurrahim Karakoç’u önce şiirleriyle tanıdım. 1987 yılının bir kış gecesinde, ailece ziyaret ettiğimiz evlerinde, Turhan Şahin Bey bana şairin iki kitabını(Vur Emri, Suları Islatamadım) hediye etmişti. İlk gençlik heyecanlarımın beni alabildiğine sarmış olduğu yıllarda o iki kitap başucuma hemencecik yerleşmişti.  “Bayramlar Bayram Ola”yı, “Hasan’a Mektupları” her okuyuşumda Abdurrahim Karakoç’la aramdaki mesafenin biraz daha kısaldığını hissederdim. Haksızlıklara isyan etmeyi, insanımızın kıymetini hep onun şiirleriyle öğrendim. Bu mubarek topraklarda vatandaşlarımızla aynı kaderi paylaştığımızı, tek yürek tek vücut olduğumuzu da onun şiirleri  haykırıyordu bizlere. Nihayet, 1994 yılının bir mayıs gecesinde Kayseri’deyken kendisini Erciyes Üniversitesinin bir salonundaki sohbetinde dinledim. O gün şiirlerini okumuş; şairliğini, hicvi milletinin hizmetinde kullanmayı nasıl prensip edindiğini anlatmış ve kalbimdeki müstesna yeri daha da sağlamlaşmıştı. Hele bir de, 90’ların sonunda kendisiyle Ankara terminalinin mescidinde aynı safta ve yan yana el bağlamış olduğumuzu görünce kalbimdeki yerinin daha da sağlamlaştığını hissetmiştim. Namazdan sonra kendisinden telefon ve adres bilgilerini aldımsa da onu dünya gözüyle bir daha göremedim. O yıllarda Karakoç’u karşıma alıp kendisiyle bir röportaj yapmayı çok arzu etmiştim, olmadı. Konya’da hasta yatağında yattığı sırada ziyaretine gitmeyi arzu ettim o da olmadı. Fakat bütün bunlar her geçen gün bir hicran dağı gibi beni sardı ve onunla aramda kalbî muhabbet köprülerinin kurulmasına vesile oldu. Bilhassa, bundan birkaç hafta evvel Üniversitemizde ağırladığımız muhterem ağabeyi Bahaddin Karakoç’la sohbet ederken onun da aramızda olduğunu hissediyor, Bahaddin Bey’e her bakışımda onu da karşımda görür gibi oluyordum. O da uzaklardan gelen ılık nefesiyle aramızda gibiydi.

 

Demin de söylediğim gibi, şairin kaybı şiirin de kaybıdır. Ama biz Karakaoç’u her vesileyle yad edecek, şiirlerini dillerimizden düşürmeyeceğiz. Yüreklerimiz ne zaman kanarsa, ne zaman bir insan sıcaklığı ararsak, ne zaman dünya dertleri sabır kalelerimizi zorlarsa onun şiirlerine sığınacağız. Hele Türk milletine en aziz emaneti olan “Mihriban”ı başımıza taç edip Abdurrahim Karakoç adının, dünya durdukça anılmasına çabalayacağız.

08.06.2012

Bu yazı toplam 1522 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim