Ancak bölge, kendi dinamikleri çerçevesinde okunduğunda, karşımıza özellikle dört ülke çıkar: Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan. İlişkiler ağı, bu dört ülkenin merkezde olduğu noktalarda şekillenir. Dışarıdan bölgeye dâhil ve müdâhil olan bütün oyuncular, bu dört ülkeden en az birini yanına almak durumundadır. Bu ülkelerin birbirlerine olan yakınlıkları veya uzaklıkları, işbirlikleri veya rekabetleri, dostlukları veya düşmanlıkları, Ortadoğu’da tarihin yazıldığı esas zemini oluşturur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır ziyareti vesilesiyle Ortadoğu’ya yeniden dikkat kesilirken, bilhassa Mısır’ın Arap dünyası içindeki konumunun ülkemizde yeterince takdir edilemediği görülüyor. Önemine binaen bu konuyu belli zaman aralıklarıyla zaten köşeme taşıyorum. Şimdi, detaylı olarak değil ama belli başlıkları tekrar hatırlatmak istiyorum:
Afrika, Akdeniz, Arabistan ve Bilâdüşşâm havzalarını buluşturan sıra dışı konumuyla; 100 milyonu çoktan aşan ve ciddi bir kısmı da dünyanın dört bir yanına dağılmış bulunan nüfus gücüyle; Arap dünyasının en büyüğü olan, aynı zamanda devasa bir holding biçiminde ülkenin ekonomik hareketliliğini de kontrol altında tutan ordusuyla; hem Arap milliyetçiliğine hem de yakın tarihin en güçlü İslâmî hareketlerinden Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’na beşiklik yapmasıyla; basın-yayın ve medya endüstrisinin en etkili merkezlerinden biri olmasıyla; Ezher Üniversitesi gibi ilmî ve akademik bir kurumu elinde bulundurmasıyla; İslâm dünyasında İstanbul’la rekabet edebilecek tek şehir olan Kahire’siyle… Ve daha birçok avantajı ve kozuyla,
Mısır’ı denklemdeki yerine oturttuğumuzda, Türkiye ile Mısır’ın el ele vermesi ve İslâm coğrafyasının lehine olacak projelerde işbirliği imkânları bulması durumunda,
bundan ne büyük müspet neticelerin doğacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Devamı: https://www.yenisafak.com/yazarlar/taha-kilinc/turkiye-ve-misir-4601599
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.