• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Türk dünyasının dilinden anlar mısınız?

Önder SAATÇİ

Dünyada hiçbir millet Türkler kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış değildir. Bugün, Çin sınırlarında kalan Doğu Türkistan’dan tutun da Balkanlara kadar geniş bir sahada Türk soyundan gelen insanlarla karşılaşırsınız. Buna Sibirya’ya yakın bölgelerdeki Türkleri de ekleyebilirsiniz. “Yalnızca Türkçe bilen biri bu coğrafyada seyahat ederse gittiği hiçbir yerde sıkıntı çekmez.” özdeyişi Türk Dünyası’nın sınırlarının genişliğini anlatmak için söylenmiştir. Ünlü Macar Türkoloğu Vamberi’nin de bir derviş kılığında Türk Dünyası’nı dolaştığı bilinir.

Günümüzde, Türklerin bir kısmı(Türkiye Türkleri, Azeriler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Türkmenler, Kıbrıslılar) müstakil devletlerinin bayrağı altında yaşarlarken; bir kısmı da başka devletlerin vatandaşları hâlinde hayat sürerler: Uygurlar, Tatarlar, İran Azerileri, Irak Türkmenleri, Nogaylar, Gagavuzlar, vb.

Böylesine geniş bir alana dağılmış Türklerin aralarındaki bağlar yalnızca soy akrabalığıyla izah edilmeyecek kadar köklüdür. Dünya Türklüğünü birbirine bağlayan ortak kültür değerleri vardır. En başta, dünyadaki Türklerin ezici bir çoğunluğu Müslümandır ve bütün Türkler bugün hâlâ Türkçe konuşurlar. Bununla birlikte, Dede Korkut Hikâyeleri, Köroğlu destanı, Nasreddin Hoca (Molla Nasreddin) fıkraları ve daha birçok anonim masallarımızı, inançlarımızı, geleneklerimizi kendi folklorlarında yaşatırlar. Bu kitlenin bugün 200-250 milyon civarında bir nüfus oluşturduğu söylenebilir.

Böylesine geniş bir coğrafyaya dağılmış olan Türklerin birbirinden farklı sorunları da vardır. En başta, Rusya, Balkan ülkeleri, Çin gibi gayrımüslim diyarlardaki Türklerin, bugüne kadar, İslâm dininin icaplarını yerine getirmede hayli zorlandıkları malûmdur. Bilhassa, soğuk savaş yıllarında komünist idareler altındaki Türk yurtlarında camilerin çoğu kapatılmış, din eğitimi büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştı. Irak ve İran gibi ülkelerde yaşayan Türklerinse bu hususta(din) bir sıkıntısı olmamakla birlikte, onların da kendi dillerini ve kültürlerini gelecek nesillerine taşımada pek çok zorlukla karşı karşıya geldiklerini biliyoruz. Bundan başka, bütün Türklerin tarih boyunca çeşitli hak mahrumiyetlerine, sürgünlere, katliamlara, soykırımlara maruz kaldıklarını da hatırlatmakta fayda var. Batum(Gürcistan)’daki ana yurtlarından sürülen Ahıska Türkleri, evlâtları zorla ellerinden alınan Çin’deki Uygur Türkleri, 12 Temmuz 1946 ve 14 Temmuz 1959’daki katliamlarla şiddetli sarsıntılar geçiren Irak Türkmenleri, 18 Mayıs 1944’teki sürgünden yıllar sonra, ana vatanları Kırım’a dönmeye çalışan Tatar Türkleri bunların en talihsizleridir. Bu arada, Osmanlı’nın son dönemlerinde Türkiye Türklerinin Ermeni katliamlarıyla, Balkan Türklüğünün de Sırp ve Bulgar katliamlarıyla pek çok acı yaşadığını bilmek lâzım. Merhum Ahmet Kabaklı’nın, Osmanlı’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türk kitlesi için “Osmanlı’nın yetimleri” demesi bu acı maziyi dile getiren veciz bir ifade.

Türklerin bugün birbirileriyle anlaşmalarının önünde bazı engeller var. Bunların en önemlisi her bir Türk topluluğunun ayrı bir lehçeyle konuşmasıdır. Bu lehçelerden bir kısmı birbirine yakın olduğundan bazı Türk toplulukları birbirlerini daha rahat anlarken bazılarının, birbirlerini ilk duyuşta anlaması zordur. Meselâ, Türkiye Türkleriyle Azeri Türkleri veya Irak Türkmenleri, hatta Gagavuz Türkleri, Kıbrıslılar birbirini rahatça anlarken, bu kitle Kazakları ve Kırgızları anlamakta zorlanır.  Öte taraftan, Kazaklar, Kırgızlar, Tatarlar da diğer Türklere göre birbirlerini çok daha rahat anlarlar. Özbek ve Uygurlar da kendi içlerinde diğer Türk topluluklarına kıyasla daha iyi anlaşır. Ancak şunu da ilâve etmek lâzımdır ki bize en uzak gibi görünen Türk lehçelerini bile üç beş ayda öğrenmek mümkündür, fazla değil.

Çeşitli Türk lehçelerini konuşanların birbirini anlamada az veya çok zorlanmaları tarihin ve coğrafyanın getirmiş olduğu şartlarla ilgilidir. Bunlara Türklerin her bir bölgede farklı yabancı dillerle temas etmelerini ve farklı emperyalist(sömürgeci) politikalarla karşı karşıya kalmalarını da ekleyebiliriz. Meselâ, Irak ve Suriye Türkleri Arapçayla, İran Azerileri ve Afganistan Özbekleri Farsçayla, Uygur Türkleri Çinceyle; Kazak, Özbek, Kırgız gibi Türk toplulukları da Rusçayla temas ettiklerinden, dillerinde bu yabancı dillerden pek çok kelime barınır ve bu yabancı kelimeler diğer Türklerle anlaşmayı bir ölçüde ektikler. Buna karşılık bu dillerdeki Arapça ve Farsça kelimelerin ortaklığı anlaşma oranını yükseltir. Ayrıca Türklerin, içinde bulundukları ülkelerin farklı alfabeler kullanması da anlaşmayı olumsuz etkileyen unsurlardandır. Son asırlarda alfabe seçiminin, Türklerin serbest iradesine bırakılmadığını da bir kenara yazmak lâzım. Bilhassa, Sovyet rejiminin hâkim olduğu yıllarda, Rusya, Türk toplulukları arasındaki bağları gevşetmek için Kiril alfabesinin farklı şekillerini bu topluluklara dayatarak kendi kültür politikasını icra etmiştir. 1990’dan sonra Lâtin alfabesine geçen Türkmen, Özbek ve Azerilerin, alfabelerinde farklı harflere yer vermiş olmaları da anlaşmayı güçleştiren daha başka bir unsur. Bugüne kadar, Türk Dünyası’nda Lâtin harfleri temelinde bir alfabe birliğine ulaşma yolunda gerek ilmî, gerek diplomatik pek çok toplantı yapılmasına rağmen bu hususta bir arpa boyu yol alınmış değildir.

Günümüzde, Türk toplulukları arasındaki bağlar her şeye rağmen gittikçe güçleniyor. Türk Dünyasına seyahatin önündeki engeller büyük ölçüde kalkmıştır. Seyahat şirketlerimiz Orta Asya’ya çeşitli turlar düzenlemekteler. Artık Şeyh Nakşibendi’nin medfun olduğu Semerkand, Hoca Ahmed Yesevi’nin kabrinin bulunduğu Yesi(Türkistan)’ye seyahat etmenin önünde hiçbir engel kalmamıştır. Artık, Türk yurtlarında, çeşitli kurumların gayretleri sonucunda Türkiye Türkçesiyle eğitim veren veya Türkiye Türkçesini öğreten kurslar, okullar ve üniversiteler vardır. Bunlar bazı zorluklarla da olsa Türk Dünyasını birbirine yaklaştırmada köprü rolünü yerine getirmekteler. Yunus Emre Kültür Merkezi bütün dünyada, bu arada Türk Dünyası’nda, Türkiye Türkçesini öğretiyor. Ayrıca, Türkiye’deki üniversitelerde Türk Dünya’sının çeşitli yörelerinden gelen gençler birlikte yüksek tahsil görmekteler. Türkiye Yazarlar Birliğinin, bugüne kadar Kazakistan, Türkmenistan, Kıbrıs, Üsküp, Bakü, Kosova ve son olarak Kırgızistan’da gerçekleştirdiği şiir şölenleri Türk Dünyası’nın şairlerini bir araya topluyor, gönül köprüleri tesis ediyor. Daha başka kurumların düzenlediği birçok sanat ve kültür etkinliği de Türk Dünyasının manevî bağlarını gün geçtikçe sağlamlaştırıyor. Televizyon yayıncılığının uydu vasıtasıyla gerçekleştirilmesi ise bilhassa Türkiye Türkçesinin çeşitli ülkelerde hızla öğrenilmesini sağladı. Bugün, Irak Türkmenlerinin, Azeri Türklerinin, Türkmenistanlı gençlerin pek çoğu Türkiye Türkçesini rahatlıkla anlar hâle geldi. Ancak biz Türkiye Türklerinin de diğer Türk lehçelerine kulak vermemiz lâzım. 90’lı yıllarda Kültür Bakanlığının başlattığı lehçe kursları uzun soluklu olmadı. Televizyonlarımızdaysa sadece TRT’nin Avaz kanalından diğer Türk lehçelerinin seslerini duyabiliyoruz. Özel televizyon kanallarının yayın politikalarıysa henüz bu duyarlılığa ulaşmış değil. Halbuki, televizyonlarımızda Azeri filmleri orijinal ve alt yazı olmadan rahatlıkla seyredilebilir. Azerbaycan lehçesinin o narin edasını duya duya Türkçenin, hazineleriyle zenginleşir ve estetiğinin farklı bir boyutunu tadabiliriz. TRT dışında kalan diğer radyo ve televizyonlarımızda da yanık Kerkük hoyratlarını ve türkülerini dinleyebilmeliyiz. Diğer Türk lehçelerinde gerçekleştirilmiş programlar ve belgeseller, televizyonlarımızda alt yazıyla da yayınlansa, zamanla bu lehçelere olan kulak dolgunluğumuzu artıracaktır. Azeri televizyonlarının veya Irak Türklüğünün sesini dünyaya duyuran Türkmeneli televizyonunun TÜRK- SAT uydusundan seyirciye ulaşması elbette büyük kazanç. Lâkin, Türk kanallarında da diğer lehçelerle yayın izleme bahtiyarlığına ulaşmayı temenni ediyoruz.

Türk lehçelerinin öğrenilmesinin önünde, bütün dünyada hakimiyetini ilân etmiş İngilizcenin rolü de inkâr edilemez. İngilizce öğrenme ihtiyacı Türk lehçelerinden birini öğrenmenin hayatımızdaki yerini daha gerilere itiyor. Başkalarının dillerini öğrenme hususunda çok da gayretli ve hevesli olmadığımız da aşikâr. Gelgelelim, Orta Asya Türklüğünü Türk lehçeleriyle tanımaya çalışan ve oralardaki ticarî potansiyeli değerlendirmek için aç kurt iştahıyla bu ülkelerde çeşitli yatırımlar yapan ve hatta misyonerlik faaliyetleri yürüten Batılı ülkeleri düşünürsek kültür dünyamızın dili Türkçeyi ve onun lehçelerini öğrenmenin ne derece önemli olduğu daha iyi anlaşılır her hâlde.

 

24.06.2013

 

Bu yazı toplam 1171 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim