• İstanbul 14 °C
  • Ankara 18 °C

Türkiye Türkçesinde Neler Oluyor-4

Önder SAATÇİ

Dilimiz zaman süzgecinden geçerken bir sürü değişim de geçiriyor. Öyle ki birkaç yüz yıl önceki dilimize yabancılaşıyoruz.

Hele bugünün insanları 1200 yıl önceki Orhun Abideleri’ni hiç anlayamaz durumdadır. Ancak ve ancak uzmanlar Türkçenin geçmişindeki farklı şekilleri çözebilirler. Fakat, dildeki değişmeler sadece telaffuzların değişmesi veya dile yeni kelimelerin girip eskilerin atılmasıyla olmuyor. Dili kullananlar her devirde yeni yeni kültürel evrilmelerle beraber kendi dillerini farkında olmasalar da işlemeye devam ediyorlar. Dilin bu, hâlden hâle girmesinde elbette genel kabullerin zamanla değişmesinin de rolü var. Nitekim bu gibi değişmeler bir zaman sonra ya belli bir kavrama karşılık yeni bir kelimenin dile girmesini veya beli bir kelimenin farklı anlamlar kazanmasını beraberinde getiriyor. Öyle ki dilciler kelimelerin bazılarının duygu değeri taşıdığını tespit etmişler. İşte bu değişmeler de kelimelerin bu duygu değerlerindeki oynamalarla meydana geliyor. Şimdi bunlara dair bazı gözlemlerimizi paylaşalım.

İnsan ömrünün son bir asırda epeyce uzadığını söylüyor uzmanlar. Öyle ya, geçmiş devirlerdeki ölüm yaşı ortalamaları bugünün insanına çok komik geliyor. Mesela, Arkeologlar, antropologlar taş devrindeki insanların ortalama ömürlerinin 20-25 yaş olduğunu yazıp çiziyorlar. İnanıp inanmamak size kalmış; ancak bir zamanlar savaşların ve salgın hastalıkların ne kadar can aldığı düşünülürse elbette bugünkü kadar yaşamıyordu insanlar. Hatta günümüzde Afrika’daki ortalama insan ömrünün de Avrupa ve diğer kıtalarla karşılaştırıldığında çok da iç açıcı olmadığı söylenir durur. Şimdi buradan nereye geleceğim biliyor musunuz? Artık Türkçemizde yeni bir deyimin doğduğuna… Çünkü günümüzde “ihtiyarlamak”, “yaşlanmak” yerine artık yaş almak var. Aslına bakarsanız  cuk oturmuş. Ne de olsa insanlar ileri yaşlarda dahi sağlıklı kalabiliyorlar. Oysa “ihtiyar”, “yaşlı” dendiği zaman hasta, bitkin, eli ayağı tutmaz, gözleri görmez, kulakları işitmez bir insan modeli canlanır kafamızda. Hâlbuki 80 yaşında bile maratona katılan dedeleri televizyonda görünce bunlar yaşlanmamış, olsa olsa yaş almış diyesiniz geliyor. Görüyor musunuz, Türkçemiz ne kadar üretken…

Spor haberlerini çocukluğumdan beri takip ederim. Eskiden mesela “bayan basketbol takımı” denirdir. Ya da voleybolda Avrupa bayanlar … şampiyonası yapılırdı. Şimdilerdeyse bütün bu bayanlar  kadına döndü. Yanlış anlaşılmasın cinsiyetlerinde bir oynama yok. Yalnız adları değişti. Sebebini ise geçenlerde bir sosyal medya paylaşımında anladım. Meğersem, kadın kavramı “tutucu”ların ona “ayıp” anlamlar yüklediği bir kelimeymiş de onun yerine bir örtmece olarak bayan kullanılıyormuş yıllardır. Hâlbuki benim bildiğim, bu bayan, “bay”la beraber Dil Devrimi’nin sakat doğmuş ikizlerinden biri. Bir zamanlar Bey, Beyefendi yerine “bay”, hanımefendi yerine de bayan denmesi önerilmiş. Hatta, bu uğurda epeyce bir gayretkeşlik de gösterilmiş; fakat bir türlü masa başında üretilen bu “devrim çocukları”nı halk benimsememiş. Ama yine de onlara dilde biraz yer açılmıştı… Demek ki bir kelimenin duygu değerini değiştirmek istedikten sonra insanlar ona bir kılıf da uydurmasını beceriyorlar. Kadın kavramına yer açan bir başka söz de “bilim insanı”. Sanki “adam” yalnızca “erkek” anlamına geliyormuş da “bilim adamı” derken kadınların da bilimle uğraştıkları göz ardı ediliyormuş gibi bir fantezi var bunun ardında… Bakalım biraz zaman geçsin, bu nur topu gibi evladımıza da dilimiz bir yer açar elbet.    

Bir kılıf da “zenci”ye uyduruldu. Bir zamanlar bu kelimeyle beraber “siyah” ve “siyahi” de kullanılırdı. Şimdilerdeyse “Afro-Amerikan” gibi garip bir tabir yerleştirilmeye çalışılıyor. Bu yeni terim aslında ithal. Çünkü Amerika’da bizdeki “zenci”nin karşılığı “negro”dur.  Fakat bu kelime ABD İngilizcesinde belki diğer İngilizce konuşan ülkelerde de hakaret, aşağılama anlamlarıyla yüklüdür. Yani, olumsuz bir duygu değerine sahiptir. Şimdi bizim enteller, sanki biz de hayata bir Amerikalı gibi bakıyormuşuz da onlar nasıl ki zencilere karşı günah çıkarmak için “afro-amerikan” diyorlarsa biz de öyle söylemeliymişiz, gibi bir mantıktan hareketle dikte ediyorlar bize bunu, türlü yayın araçlarıyla. Hâlbuki Türkçede  “zenci”nin hiç de olumsuz bir duygu değeri yoktur. Sadece bir deri rengini ifade eder. Galiba bu da deminki gibi bir kılıf uydurma ama tutar mı, zamanla göreceğiz. Bu arada, geçmişte bu gibi vatandaşlara biraz da mizahi bir yaklaşımla “gündüz feneri” dendiğini de bilmem hatırlayan var mı?..

Kelimelerin duygu değerlerindeki bu iyileştirmeler bizi biraz olsun kibarlaştırıyor da denebilir. Artık kimse tuvalete gitmiyor, lavaboya gidiyor. Zaten, Türkçemize geçmişte girip çıkmış “yüz numara” da bu kibarlık kaygısının bir ürünüydü. Hatta, “tuvalet” bile… Bu kibarlaştırma çabalarını atalarımız aslında eskiden beri de yapmışlar. Mesela, halk arasında hâlâ daha “su dökmek, ayak yoluna gitmek, dışarı çıkmak (eski evlerde tuvalet evin dışında olduğundan)” gibi tabirleri duyarız. Bunların hepsi de belki o devirlerde kaba sayılan “kenef” veya “memişhane” yerine dilin maharetle ürettiği kelimelerdi. Kim bilir belki bir zamanlar olumsuz duygu değeri taşıyor diye atılanlar da kendilerinden öncekilerin yerine aynı kibarlık kaygısıyla dilde yer bulmuşlardı.  Bu kibarlaştırmadan nasibini alan en şanslı kesimse “hizmetçiler”. Onlar artık ev hanımlarının yardımcıları oldu. İş yükleri azalmasa da toplumdaki yerleri, hiç olmazsa dilde, biraz olsun iyileşmiş oldu. Artık kimse onlara, aşağılamak kasdıyla asla “hizmetçi parçası” diyemez. Ama gün gelir de “yardımcı parçası” denilir mi bakalım.  

Biliyorsunuz sağlık hizmetleri artık büyük ölçüde tabana yayıldı. Herkes rahatlıkla  hastanelere ulaşabiliyor. Yani doktora gidebiliyor. Yok yanlış söyledim, “uzman yardımı” alabiliyor. İşi biraz daha öteye götürenlerse “profesyonel yardım” alıyorlar… Eskiden ruh ve sinir hastalıklarına bakan hekimlere de “deli doktoru” denirken şimdi artık psikiyatrist, hatta biraz da ağzınızı bir Fransız gibi eğip bükebilirseniz  psikiyatr deniyor. Geçmişte halkımız bu daldaki doktorlara “ruh hekimi” de demiş. Ama artık Latince devrindeyiz. Bütün tıp dalları gibi bu da şimdi Latinceyle anılıyor. Bu hekimlerimizin bir kısmının çalıştıkları yerlere de şimdilerde psikiyatri kliniği deniyor ki eskiden bu klinikler yoktu, sadece “Bakırköy“ vardı. Oraya gidene de pek iyi gözle bakılmazdı…

Dünya dönüyor, dil de kullanıcılar da yerinde durmuyor. Biz bu dili evirip çevirdikçe bu hamurdan daha neler çıkar neler…

                                                                                                       Kardeşlik (Bahar 2020)/28-29

Bu yazı toplam 615 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim