Genç Kalemler dergisinin aslında, önce Manastır’da sonra Selânik’te, İttihat ve Terakki üyelerinden Dr.Nâzım’ın Hukuk öğrencisi olan iki yeğeni İsmail Suphi (daha sonra alacağı ve bugün daha çok tanındığı ismiyle Suphi Ethem) ve Hüseyin Hüsnü Bey tarafından çıkarılan Hüsn ü Şirin dergisinin devamı olduğunu ifade eden Yrd.Doç.Dr.Mehmet Özdemir, konuşmasını şöyle sürdürdü: “"Hüsn ve Şiir", yayınlandığı dönemde Rumeli'nin tek Türk edebiyat ve bilim dergisi olması açısından Türk basın tarihinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, "Genç Kalemler" dergisinin öncüsü olması açısından da dikkate değerdir. "Hüsn ve Şiir" 8 sayı çıktıktan sonra ismi "Genç Kalemler" olarak değiştirilmiş ve "Genç Kalemler"in ilk sayısı, "Hüsn ve Şiir"in devamı olarak "1-9" şeklinde numaralandırılarak yayımlanmıştır. Derginin ismiyle birlikte sahipliği ve sorumlu müdürü de değişmiş ve Derginin mesul müdürlüğüne de İttihat ve Terakki merkez-i Ummîsi’nde kâtip olan Nesimî Sârım getirilmiştir. Bununla beraber, içerik itibariyle "Genç Kalemler"in birinci cildinin "Hüsn ve Şiir"den belirgin bir farklılığı olduğu söylenemez. Başyazarı ve yazar kadrosunun önemli bir bölümü de aynı kalmıştır.” Bütün bunlar Özdemir’e göre, Genç Kalemler dergisinin İttihat ve Terakki partisi ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Programda söz alan Hikayeci- Yazar Necati Mert konulmasında şu tesbitlerde bulundu: “Ömer Seyfettin’in öykü dünyasını yaşadıkları belirler. İmparatorluk çözülmektedir. Trablus gider. Balkanlar gider. Harb-i Umumi sonunda elde bir tek Anadolu kalmıştır, o da Sevr’e göre paylaşılacaktır. Kurtuluşu hangi düşünce yönlendirmelidir? “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” üçgeninde sıkışılır. Aralarında hiç ortaklık olmayan yahut ancak iki iki, o da kısmen yan yana getirilebilen düşüncelerdir bunlar, öyleyken buluşmaları istenir, bunun imkânsızlığı görülüp biri tercih edildiğinde de onun yetmezliğiyle karşılaşılır.
Öyküsü, yaşadıklarıyla bire bir örtüşür. Konjonktüreldir. Kimileyin İslamcı refleks öne geçer, kimileyin Türkçü veya modernist. Öykülerin duygusal yapıları da çeşitlilik gösterir; kimi serttir, yüksek seslidir; kimi yumuşaktır, aşağıdan konuşur. Ömer Seyfettin babasıyla annesinin üzerindeki hatırasını özgürce benimser, kullanır sanki.
Ömer Seyfettin, “ülkücü”, “milliyetçi” bilinir. Bunu fazlasıyla doğrulayan öyküleri var elbette. Ne ki sayılıdır bunlar, onlarda bile “din”, “mazi”, “gelenek” ihmal edilmez.
Ömer Seyfettin’in dili sadedir. Bu dil öz Türkçe ile karıştırılmamalı. Nurullah Ataç’ın Öz Türkçeciliği Jön Türk döneminin Tasfiyecilik’i ile hemen aynı. Dili, Arapça ve Farsçanın sadece kurallarından değil sözcüklerinden de temizlemek, yerlerine de Türkçelerini, gerekirse Doğu Türkçesinden alıp koymak ister Tasfiyecilik. Ömer Seyfettin, Ali Canip’e yazdığı o ünlü 28 Ocak 1911 tarihli mektubunda bu sözcük milliyetçiliğini eleştirir, “Genç Kalemler”deki yine ünlü o “Yeni Lisan” başlıklı ilk yazısında da eleştirisini daha açık yapar: “‘Dernek’in arkasına takılıp ... bundan bir düzine asır evvelki günleri yaşayan kavimdaşlarımızın yanına mı gidelim? Bu bir intihardır!”[1] Ömer Seyfettin’in Dernek’ten kastı, Yusuf Akçura’nın gayretiyle 1908 sonunda kurulmuş olan Türk Derneği’dir. Fakat bu milliyetçilik Türk Derneği’yle sınırlı kalmaz; hatta sonradan kurulan –ki içlerinde Yusuf Akçura hep vardır- Türk Yurdu (1911) ve Türk Ocağı (1912) ilk Tasfiyecileri adeta aratır. Öz Türkçecilik asıl onlarla yerleşir.
Evet, Ömer Seyfettin’in dili sadedir. Klişeden öte bir niteleme bu. Gücünü bu sağlam dil anlayışından alır. Ne mutlu bize ki, hem öykülerin hem de bu dilin çocuklarıyız!”
Etkinlik dinleyicilerin konuşmacılara soruları tamamlandı.
[1] Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri/Makaleler 1 [Haz: Hülya Argunşah], Dergâh, İstanbul, 2001, s.106.



































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.