Derler ki; kekemeydi Çiçero, doğru düzgün konuşamazdı. Anlatamazdı derdini, suyu bile isterken kan ter içinde kalır, alnında ve boynunda damarlar sayılırdı. Zor neydi, zorlanmak neydi yaşardı.
Acıkır, ne yiyeceğini bilir ve yerdi Çiçero!
Suyunu içer susuzluğunu giderirdi.
Ama ne yediği ne içtiği gibi konuşabilirdi Çiçero.
Bir ağaç gibi yani dal budak açarak konuşmak tek çıkış yoluydu.
Ne zaman ki çoğaldıkça çoğaldı söyleyecekleri, ağaç olmadığını haykırdı, en tenhalarda. Avazı çıktığınca bağırdı. Bağırdıkça ses geldi, ses geldikçe söz çoğaldı, dağı/taşı eşlik ettirdi kendine.
O kadar çok bağırdı ve o kadar çok konuştu ki, suda yüzüne bakınca ne anlında ne boynunda damar kaldı.
Artık tamamdı, konuşacakları vardı ve hazırdı.
Ve konuştu.
Çiçero’dan geriye kalan da buydu zaten.
Ne senatör olması ne Sezar’a karşı Pompey’in tarafını tutması ne Antonius’a karşı Octavianus’u savunması ne olasılığı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.