• İstanbul 14 °C
  • Ankara 14 °C

Zamanın Pençesindeki Şehir: Antalya

Önder SAATÇİ

Yetmişli yıllarda, dayımları ziyaret etmek üzere Antalya’ya gittiğimizde onların Lâra sahilindeki obalarında misafir olurduk. O yıllarda Lâra’ya gitmek için şimdi hatırlamadığım bir duraktan dolmuşlara biner, sağa sola serpiştirilmiş ufak tefek evlerin önünden geçer, yolun deniz tarafındaki sazların, falezlerin seyrine dalarak yarım saat kadar süren bir yolculuktan sonra oraya varırdık. Lâra’nın uçsuz bucaksız kumsalında oynarken, kızgın güneşin altında denize girerken, ılık meltemin rutubeti de gün boyu tenlerimizi okşardı. Antalyalılar denizin, hayatın merkezine alındığı bu obalarda yazlar, orada birtakım eğlencelerle günlerini geçirirlerdi. İkindiüstü hanımlar ve erkekler kendi aralarında toplanarak çeşitli iskambil oyunları veya tavla oynarken bazı kimseler de romatizmalarına iyi gelir, diye obanın arkasındaki geniş kumluk alanda birkaç gün ağrılarından kurtulmayı ümit ederek kuma gömülür; sonra kendilerini yine hayatın akışına bırakırlardı. Akşamları da o yıllarda Antalya’da televizyon yayını üç günde bir olduğundan, herkes, evinden sırtlandığı tahta sandalyelerle obanın bitimindeki sosyal tesislere koşar; yazlık sinema seyrederdi.

 

Beş yıldızlı otellerin, tatil köylerinin, su parklarının sahillerimizi elimizden almadığı çağlarda her şeyiyle yerli bu yazlama biçimi, o masum yaz eğlenceleri, bugün artık şehir nüfusu içindeki oranı iyice azalan Antalya yerlilerinin hayatı yoğurmalarının bir eseriydi ki hepsi de bu Akdeniz şehrine bir kimlik veriyordu. Gülüşmeleriyle, ikramlarıyla, ortalıkta dolaşan çocukların cıvıltısıyla her anında insan sıcaklığını duyduğunuz bu yazlık hayat belki de Yörük geleneğinin 20. asırdaki karşılığıydı. Bu pencereden bakıldığında milletimizin, her taşa kendi mührünü vurabilme gücünü o yıllarda henüz kaybetmediğini anlamak mümkün.

 

1982 yılında yerleştiğimiz Antalya da o gün için orta halli bir Anadolu şehri havasını yitirmemişti. Merkez Bankasının arka taraflarındaki misinacılar, sülük satıcıları, sokak ortasında müşterilerini tıraş eden berberler, kale kapısının bir köşesini mekân tutmuş sıra sıra ayakkabı tamircileri, anahtarcılar, bütün gün boyunlarındaki iplerle kaldırım bekleyen hamallar, yol üstündeki fırınlar bizim telâşımızı, hayat kavgamızı ve koşturmacamızı anbean hafızalarımıza nakşediyor, ruhumuzu Antalya sevgisiyle dolduruyordu.

 

Bugün artık tarih olan bu hayat manzaralarını, geçenlerde Karaoğolan Parkı’nda dolaşırken yeniden hatırladım. Belediye, yolun bir tarafındaki kendi binasının bahçe duvarını geçmiş yıllarda Lâra’da çekilmiş aile fotoğraflarıyla süslemişti. Gördüğüm o resimler mazinin bir çeşit yad edilmesi miydi; yoksa sahte, yapmacık ve göstermelik gözyaşlarının, fotoğrafların arkasında ustaca gizlenmesi mi? Dinlenme parklarını önce halka açan sonra birilerine peşkeş çekerek çay bahçesine çevirenler, denize bakan yerlere inşa edilen kat kat sitelere, otellere ruhsat verip nefes alma kanallarımızı tıkarken hiç eli titremeyenler kendi elleriyle tarihe gömdükleri Antalya’nın yasını acaba bu yolla mı tutuyorlardı?..

 

Şimdilerde, ne zaman Antalya’ya gitsem içim kararak Isparta’ya dönüyorum. Bir zamanlar sokaklarını arşınladığım, kaldırımlarını eskittiğim, iskele camisinin altındaki arktan kana kana tertemiz su içtiğim Antalya’da dolaştıkça nereden geldiğini bilmediğim, ne kılığından ne dilinden kim olduğunu anlayabildiğim insanları gördükçe bizim Antalya’yı daha bir hasretle arıyorum. Şimdi artık sokaklarında ne baloncu var Antalya’nın ne de parklarında balonlara ateş ettiren tüfekçi ne de Konyaaltı sahilinde gece yarılarına kadar oturup ekmeğini denizden çıkaranların teknelerinden süzülen, mum ışığından fersiz ışıkları seyretme sefası…

 

Son otuz yılda bu şehir, her ne kadar bir turizm cenneti(!) haline getirildiyse de bugünün Antalya’sı nedense bana Almanya’nın, İsrail’in, Rusya’nın turizm çöplüğü gibi geliyor. Hele hele kafamı kaldırıp tabelâlara baktığımda kendimi bir Müslüman Türk şehrinde görememenin hüznü içimi sarıyor.

 

Antalya’da ezan bile artık can çekişen bir garibin çaresiz inleyişini andırıyor.

 

23.11.2013


 4fc1ca303e7f214269cdaef2e7dfeb05_1290413882

1518364744_c4a2932ca9_z
Bu yazı toplam 1388 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim