• İstanbul 13 °C
  • Ankara 15 °C

ARŞİVCİLİK-ÇALINAN GEÇMİŞ-BUGÜN ve ŞEHİR ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

M. Ali ABAKAY

Şehir araştırmalarında önemli yer alan, şehirle ilgili belge-dokuman zaman içinde bir arşiv oluşturma zorunluluğunu ortaya çıkarır. Belli kurumlarla kuruluşlar, kendi bünyelerinde arşiv oluşturmak yükümlülüğüne sahiptir.

Teknolojik gelişmelerin zaman içinde ortadan kaldırdığı arşivcilik, bu yüzyılın ikinci yarısında ortadan kalkacağa benziyor.

 

Arşivciliğin dünya tarihinde önemli bir yeri olduğu açıktır. Arşivi olmayan devlet, kuruluş, teşkilat düşünülemez. Böyle olunca düne dair hatıralarda kalan birçok önemli durum, vak’a, adeta yeni olmuş gibi muhtevasıyla istendiği an, inceleme-araştırma fırsatı verir, muhattabına.

 

Osmanlı Arşivciliği bu yönüyle zengindir. Fakat 1402’de başlayan Fetret Devri ile arşivinin önemli bölümü ortadan kaldırılmıştır. Osmanlı sonrası dönemde arşivlerin, hurda kâğıd niyetine dışarıya satılmış olması ayrı bir meseledir.

Osmanlı Sarayı’na günlük giren ne varsa, gelen ne bulunuyorsa, her birim yirmi dört saatlik girişi-çıkışı muhakkak belgelendirir ve bu belgeler arşive gönderilir. Arşive gönderilen belgeyi isteme, ancak padişahın emri ile söz konusudur. Arşivci başı, verdiği belgeye not düşer ve geldiğinde belgeyi yerine bırakır. Hazine-i Evrak olarak adlandırılan bu arşiv bölümü’nde kimsenin sayılarda izinsiz rakam değişikliği yapma hakkı yoktur. Baş vezir dahi istediği belgeyi iade etmekle yükümlüdür.

 

Günümüzde arşivciliğin, belgeleri bir arada bulundurmanın gittikçe zorlaştığını, kütüphanelerin bu işi yerine getirmekten yorgun düştüğünü, kendi şahsı için arşivcilik yapan kişinin bir noktadan sonra oldukça önemli bu işi yarıda bıraktığını, vefatı halinde bir araya getirdiği kitabın, derginin, gazetenin fotoğrafın ve belgenin sahaflara düştüğünü bilmeyenimiz yok.

 

Ölen kişinin evrak-ı metrukesi, değerini bilmeyenlerce yok pahasına satıldığını bilmekteyiz. Satılan, elden çıkarılan bu önemli arşiv malzemesinin dışarıya çıkarılmasının önünde yasal olarak engel bulunmamaktadır. Yurt dışına taşınan birçok el yazması, bunun inkâr edilemez belgesidir. El yazma eserleri, ülke dışında yurt içindekilerden kat be kat fazladır. Osmanlı Dönemi yayınlanan matbu eserler için, aynı düşüncedeyiz.

 

Sahaflara düşen malzemenin öncelikle kayda değer olanlarının incelenmesi, satın alınması, yitiklere karışmaması şarttır. Bir ülkenin değerli eserlerinin, belgelerinin, tarihî kıymete sahip kimi çalışmaların ülke içinde kalması gerekirken, yurt dışına çıkarılmış olması, bizim için iftihar vesilesi sayılamaz.

Yurt dışına kaçırılan yalnız kitap, belge olsaydı, gam duymazdık. Bazı durumlarda yapıların taşlarının sökülerek, yurt dışına gemilerle kaçırıldığını ve kimi yapıların, yapı bölümlerinin ülkelerde aslına uygun sergilendiğini bilmeyenimiz yoktur. Zeus Tapınağı, bu gün Almanya’ya kaçırılan yapıların başında gelir. Vakt-i zamanında bu ülkeden yurt dışına hediye kabilinden tahrip gücü yüksek topların hediye edilerek, götürüldüğünü söylemeye gerek olmaz.

 

Kimi yapıların kapıları sökülmüş, çinileri yerinden alınmış, ibadethanelerin mihrapları, minberleri, kapıları yurt dışına taşınmıştır. Arada bir, müzayedeler yapılırken, kaçırılan eserlerin farkına varıldığında resmî müdahaleler yapılsa bile gidenlerin çoğunun geri gelmediği aşikârdır.

 

Batının kütüphanelerini süsleyen eserlerimiz, hat sanatı örneklerimiz, yapıların mimarî parçaları, mezar taşları, kitâbeler, arkeolojik buluntular ve diğer eserler, ülkeyi ahtapot misali saran kimi yabancı ülkelerin yerli işbirlikçilerince el altından satın alınmakta ve dışarıya gönderilmekteydi. Bu çarkın dişlileri hız kesse bile halen çalışmaya devam etmekte, yasal çerçevede müdahaleler, tespit edildiği zaman devreye girmektedir.

 

Ortadoğu’da bu işi sektör haline getiren savaş akbabaları, müzelere, kütüphanelere dadanmış, açık havadaki eserleri sorgusuz-sualsiz almakta ve savaşlarla yerle bir ettikleri, söndürdükleri ocaklar yetmezmiş gibi, tarihin bu güne emaneti olan eserlere işgal mantığıyla yeni koruyucular bulmaktan dolayı mutluluklarını saklamaktan uzaktır.

 

Taşa işlenen eserlerin hırsızları yer üstü ile yetinmeyip, yer altındaki eserleri kazılarla aramakta, bulduklarını götüremeyince tahrip ederek, tarihî mirasın ortadan kaldırılmasına sebep olmaktadır.

 

Şehirlerle ilgili birçok eserin, objenin korunamaması, dışarıya çıkarılması, yitiklere karışması karşısında caydırıcı tedbirlerin para cezasıyla devamı mümkün değildir. Hapis cezalarıyla bunu sağlamak, bir yönüyle caydırıcı olsa bile, bir ülkeye ait değere sahip, tarihine, coğrafyasına, inancına, kültürüne ait eserlerin ülke dışına servisi söz konusu olduğunda yaşam hakkı saklı kalmak suretiyle ömür boyunca her haktan mahrumiyeti gündeme getirilmelidir.

Bir gün Divriği Camii Taç Kapısı yerinde olmadığında ne hissedebiliriz?

Bir gün kalkıyorsunuz, Erzurum’daki Tepsi Minare yerinde değil.

 

Bir gün bakıyorsunuz ki yolunuz düştükçe seyrine doyamadığınız Malabadî Köprüsü’deki kabartmalar ortada yok.

 

Bir gün bakıyorsunuz ki Diyarbakır Ulu Camii Girişi’nin üstündeki arslan-boğa kapışmasının figürü, yerinden çıkarılmış.

 

Bir gün bakıyorsunuz ki İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kitabesinin yerinde yeller esiyor.

 

Kütüphanelerimize baktığımızda eskimez yazıyla yazılmış eserlerimizin boynu bükük, kitap hayattan çektirildiği için okunanlar aktüel-populler kitaplar. Onun, bunun, şunun polisiye romanları, âşk romanları, bunalıma-stresse davet eden hikâyeleri.

 

Televizyonlardaki dizilerden dolayı evde çoluk-çocuğuyla akşamları konuşmayan, diziler-yarışma adı verilen saçmalıklardan sonra uyku moduna geçen yetişkinler.    

 

Elimizin altında fotoğraf makinesi, sosyal paylaşım ağlarına ulaşmayı sağlayan internet sağlayıcısı, başkalarıyla yazışmayı sağlayan klavyesiyle bilgisayar, yemek tarifi için mutfak ahçısı, gazete okumak için tek tuşla açılan iletişim sandığı, doğruluğu-yanlışlıkları iç içe girmiş kirli bilgilerin ansiklopedisi kütüphane ve arada bir ihtiyaç halinde kullanmayı düşündüğümüz telefon…

Telefonu konuşma amaçlı kullanan insanımız için yazdıklarımız bir mana ifade etmez, kuşkusuz.

 

Bizim dünyamız ayrıdır.

 

Biz şehirlerin ve dolayısıyla ülkenin bir yönden talanıyla, varlığının tescili olan eserlerin çalınmasından bahsediyoruz.

 

Bu hale nasıl geldiğimizi, arşivciliğin neden ortadan kaldırıldığını, şehirlerin birçok kıymetli değerinin neden yerinde olmadığını, yurt dışına kaçırılan eserlerin neden geri dönmediğini, çağrılan eserlerin iadesinin önündeki zorlukların neler olduğunu söylemeye gerek var mı?

 

Gün geçtikçe bize can veren damarlarımızdan kan, usulcacık, damla damla azalırken, kitaba uzanmayan ellerimiz takatini kaybediyor, ruhumuz taşıyıcısı olduğu bedende acıların katmerleşmesinden dolayı kültürel ölüme sürükleniyor, kalbimiz hassasiyetten yoksun, dimağımız işgal altında, tarihe olan soğukluğumuz artmış durumda, dilimiz başka dillerin etki alanında, inanç değerlerimiz  sarsılmakta ve ortaya çıkartılmak istenen yeni kuşak, kendini inkâra endeksli vaziyette başkasının ürettiği libası giyinirken, içtiğinden-yediğinden uzak düşmemekte, evinin mimarîsinden beyaz eşyadan ev ihtiyaç malzemesine kadar her şeyini yabancı patentli ürünlerden sağlıyor, bindiği araç başkasının imalatı, kullandığı ilaç kendi üretimi değil.

 

Bilmem, anlatabildik mi?

 

Şen olasın çağdaşlık ya da global dünya sömürgeciliği!...  

Bu yazı toplam 1287 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim