• İstanbul 13 °C
  • Ankara 15 °C

Şehir Araştırmaları ve Sinema Sanatı Üzerine

M. Ali ABAKAY

İki Ay Süren Tarihî Filmleri Seyretmenin Amacı

İki ayda en az 200 saat eski sinema filmlerini seyrettim, bir romanımız içinde kalede geçen olayları hakkıyla okura anlatmak için. Siyah beyaz sinema filmlerini renkli filmler izledi.

Yazdığımız romanın hikâyesi, bin yılı aşkın zaman diliminden çok önceye dayanıyor. Tarihe dair yazılan romanların, hikâyelerin ütopik olduğunu bilmeyen var mı?

Televizyon seyrinden uzak kalan bizim, 200 saate kaç sinema filmi sığdırdığımızı merak edebilir? Biz, bazen bir sinema filmini ikinci kez seyretme mecburiyetinde kaldık.

 

Bir Romanda Kale Kuşatmasını ve Kaledeki Durumu Analiz Amacımız

Sadece sinema filmi mi? Hikâyeler okuduk, bu anlamda. Bir kalenin el değiştirmesi, vire ile yeni sahibini bulmasını okuduk, yeni kale sahiplerinin kaleyi kendilerine verenlerce kuşatılma plânının nasıl dakik işlediğini öğrendik.

Şehir Araştırmaları Merkezi’ne kazandırmak istediğimiz bu roman için, her gün üç-dört saat, eski sinema filmlerini seyretmenin hazzını soracak olanlara bir şey demiyoruz. Kötü senaryolarla, kurgularla genelde bizim kahramanların(?) göz diktiği Roma-Bizans Saray hatunlarıyla gönül ilişkileri, bir meyhanede başlayan baskınla çıkan kavgada düşman askerlerinin hepsinin kahramanca yere serilişi, tek başına geldiği yabancı topraklarda tutunmaya çalışan, iktidarı elinde tutanlara muhalif, devrik güçlerle iş birliği yapan, istediği zaman gönül eğlendiren, istediğinde şarap içen, filmin sonunda “Hey!.., Heyyy!.., Heyyyy!...” diye bağıran, diktikleri bayrakta ne yazıldığını bilmeyen, dönemin köy sinemacılığına karşı tarihe yaslanarak muhafazakârlığa bel bağlayan anlayışın tek amacı bu sektörde milliyetçiliği besleme yanında iyi bir kazanç sağlamak, elde etmektir.

Genelde Yeşilçam’ın dört-beş oyuncu çevresinde ortaya koyduğu sinema eserlerinde, senaristlerin tarihî bilgilerden uzak, sadece para getirici, kitleleri coşturucu, alınan teşviklerle işi kotardığı ortamlarda, sergilenen gülünç performansın karşı sinema anlayışında rakip olabilmesi günümüzde düşünülmese de o dönemde, oldukça ses getirmiştir.

Karaoğlan, Kara Pençe, Kara Murat, Malkoçoğlu, Battal Gazi, Battal Gazinin Oğlu, Tarkan olmak üzere, işlenen konulara göre bu filmleri seyrederken, bir kalenin nasıl alınabileceği hakkında oldukça zaman harcandı.

Genelde öldürülen veya esir edilen babanın intikamını almak üzere ortaya çıkan oğul, kahramanlığını sergiler, aldığı emrin gereği üzerine düşeni yapar. Daima zaferin, galibiyetin sinema sonunda göründüğü bu filmlerde tarihî kahramanları ya da olmayan kahramanları, rol model kılma anlayışı söz konusudur.

Batı Sinemasının Amacı

Yaşanan çağda batı sinemasının meydana koyduğu ve ideolojinin filmlerine sindirilerek verildiği örneklerde ülkeleri, dünyayı kurtarma meşgalelerinde varılan sonuç, hâkim anlayışın zaferiyle sonuçlanmıyor mu? Batının kendi muzafferiyetini tebcil patentli filmlerde, kişilerin bilinçaltına yerleştirilen “En güçlü olan, daima emreder, buyurgandır.” Tezi, daima filmlerde slogana dönüşür. 

Çoğumuzun çocukluk yıllarında rol modelleri olan bu kahramanların yanında okunan Teksas, Tommiks, Zagor, Superman, Mandrake olmak üzere birçok sinema filminin olduğunu belirtelim. Seyrettiğim Zagor versiyonu sinema filmlerinde, vatandaşı oyalamanın o dönem taktikleri, şimdilik gülünç oluyor.   Bu kahramanların hayalî olması, batının mesajını vermesine engel değildir.

Bizim sinemanın (?) kovboy filmler galerisinde sergilenen başarıyı anlatmanın gereği var mı? Adları değişen, şapkalı, silahları kemerlerinden sarkan, tüfekli, sürekli hırsız kovalayan, katil takip eden kahramanlarımız, gönül ilişkilerine de ara vermeyi düşünmüyor. Bizde Kızılderili filmi çekilip çekilmediği tespitlerimizin arasında değildir.

Yeşilçam’dan Esintiler

Arada bir seyrettiğimiz filmlerde zencileri temsilen üç-dört oyuncu vardır. Bu isimlerden birinin Arap Celâl olduğunu belirtelim. Bakarsınız, Arap Celâl, güreş meydanında cazgır, Afrikanın balta girmemiş ormanlarında büyücü, İstanbul’da Arap Zengini rolünde biri…

Sinema filmlerinde Sadri Alışık ayrı bir tiptir, Öztürk Serengil farklı bir canlandırmadır, Münir Özkul, bir sınıflandırmaya konulamaz, Necdet Tosun-Sami Hazinses-Cevat Kurtuluş komikle özdeşleşmişken, Nejat Uygur, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Müjdat Gezen olmak üzere tiyatro kökenli sinema tarzı farklıdır. Kemal Sunal’ın, İlyas Salman’ın ve diğer birkaç oyuncunun sürüklediği komedi film anlayışı, dönemin ideolojik eksenli kâr marjı yüksek eserlerinin devamlılığını sağlamıştır.

Sinemada bahsi geçen arabeskli-türkülü dönem, halkın sinema yoluyla gerçek yaşantıda çektiği acılardan-sıkıntılardan alı konulmasıdır. Sinema kuşağında olan bu kadere razı, teslimiyet formu Hindistan tarzı sinema kopyacılığıdır. İleride televizyonlardaki diziler, bunun belirgin şeklidir.

Sinemada cinselliğin ön plâna alındığı sinema anlayışında sapık rolünde olanların, diğer zamanlarda hacı-hoca rolünde insanları hidayete davet edenler olarak görünmeleri, ikiyüzlülüğün diğer adıdır. Bu tür anlayışın sanatla toplumculukla bir alakası olmadığı, herkesin kanaatidir.             

Dinî muhtevalı filmlerde anlatılanların sinema yapımcılarının duyguları, inançları sömürmenin diğer adıdır. Bu eserlerde(?) sergilenenlerin anlatımdaki çarpıklıklar, teknikteki olumsuzluklar önemli değildir. Daha çok tarihe mal olmuş isimlerin hayat hikâyelerinin kurgulandığı filmlerde inancı benimsemekten çok, inançtan soğutma teknikleri ilginçtir.

Yusuf Peygamberin hayatının anlatıldığı filmde, zindana tıkılmış olanların, salavatlar getirmesi, kronolojik sıralamanın umurlarında olmadığının işaretidir. Harran’da çekimler yapanların Kabe’yi göstermeleri beyhude uğraştır. Sinemada var olma mücadelesini veren muhafazakâr çevrenin ürünleri, bazen salon bulamama sebebiyle istenilen seyirciye ulaşamaz.  Sinema filmlerinde her türlü alçak sahnelerde boy gösterenlerin veli konumunda dinî filmlerde arz-ı endam göstermeleri, çok ilginçtir. Bir filmde lanetlik-cehennemlik, öbüründe cennetlik görünme hali, sanki bize mahsus, özelliktir.

Dönemin hâkim ideolojisinin sinemaya yansıyan yansımalarını Vurun Kahpeye gibi eserlerde görmek mümkündür. Osmanlı’dan sonra devam eden devlet şekillenmesinin yerleşik hayata sinema ve tiyatro ile yerleşmesinin hedeflendiği sinema anlayışında geçmişi kötü, bu günü iyi gösteren anlayış, kılık kıyafette, yemede içmede, konuşmada, dilde başladığı farklılaşmayı şehirden köye doğru yaygınlaştırma amacındadır. Şehir hayatını özendirici, zengin olmayı amaç haline getiren, yabancı dil öğrenmeyi teşvik edici, dışa açılımcı dayatmayı esas kılan, tarihle bağı kopuk, geleneğe düşman, mimarîye yabancı, geçmişin inanç dâhil her şeyini reddeden, miladı 1920’lerden başlatan tavır, 1980’lerde sinemada gerilemiştir.

İslâmî İnanca yönelik üçkâğıtçı, hilekâr, sapık kimi tiplemelerin komedi adı altındaki filmlerde algı oluşturma anlayışı, sinema retoriğine yapımcılığa soyunanlar arasında diğer inançları benimseyenlerin tavrının net olduğunu gösterir. Yeşil Gece’nin emirle yazıldığı bilinmektedir.

Sinemada köylünün aşağılandığı, uşak, hizmetli rolünde gösterildiği hepimizin bilgisi dâhilindedir. Zenginin zengin, fakirin fakir yaşaması gerektiği mesajını açıkça veren bu tür filmlerin yapımcıları, halkı hor görmekten vaz geçmemiş, mevcut batılı yaşantının dışında kalanların insan yerine bırakılmama mesajını netlikle vermiştir.

Sinema eserlerinde ideolojik kamplaşmaların hesaplaşmaya dönüştüğü, yer yer mafyavarî kalkışmalarla renklenen ürünler, devletlerarası ilişkilerle sarmalanıp sunulurken, kirli ilişki yumaklarının çözülmesi, olanla bitenin heyecanla takibini sağlamaktadır.

Yeşilçam’ın bittiği var sayılan ortamda bize göre iyi bütçeli filmlerin ortaya çıkmasıyla hareketlenen çark, sonuçta yerini milyonlarca kişinin seyrettiği, iyi hasılat elde eden Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan gibi tiyatro çıkışlı isimleri gündeme taşımış, Recep İvedik ile devam eden serîlere zemin hazırlamıştır.

Sinemanın Millî olma yönünü merkeze alan değişik televizyon dizileri, katkı sağlanan bütçelerle tarihî perspektiften Osmanlı Sarayları’nda dönen dolapları ( Ne demekse?) padişahların evlilikleri üzerine kurgulanarak vermiştir. Kanunî Sultan Süleyman’la oluşan bu tarz, Muhteşem Yüzyılı doğurmuştur. Batının entrikalarının izdüşümleriyle seyirciyi merakta bırakanlar, tarihi sulandırırken bunun tartışmaları gündemde yerini bulmuştur.

Tarık Buğranın eserinden yola çıkılarak hazırlanan, o dönem ses getiren Osmanlı’nın kuruluş hikâyesini ekrana taşıyan alternatif bakış anlayışı, millet-bayrak-vatan-inanç ekseninde Diriliş Ertuğrul ile devlete ve millete sahip çıkmayı esas almaktadır.

Bu sinemayı konu alan, kısa anlatımla özetlediğimiz yazıda “Şehir Araştırmacısı” olarak, konuların çekim alanlarını belli başlı şehirlerde çekildiğine ve dün olup günümüzde olmayan, yıktırılan kimi mimarî eserlerin görüntülerinin önemli olduğunu belirtmeye dikkat çekiyoruz. Bir romanda kalelerle ilgili bilgi edinme merakı, kalelerde yapılan savaş mekânlarının kullanım alanının daha çok İstanbul Kalesinin burçları olduğunu gösterir.

Belki merak edenler, senaryo olarak kötü, çekim olarak kalitesiz birçok filmde bu çekimi yapılan kalelerde, şehirlerde kendilerini ilgilendiren görüntüleri başka bir yerde bulmaları oldukça zordur. Öz itibariyle dikkatimizi çeken, haftalarımızı alan sinemaya yoğunlaşmamız, bize bunları hatırlattı.

Şehir Araştırmalarının Filmlerle İlişkisi Nedir?

Bizce Şehirlere merak salanların bu tür sinema filmlerini setretmeleri gerekir. Bolu’nun yıllar öncesini, Ankara’nın görüntülerini, İstanbul’un güzellikleriyle burçlarını, gündelik yaşantısını, deniz kıyılarını, köşkleri-konakları, yalıları, Diyarbakır Kalesini, burçlarını ve diğer şehirlerin mimarîsini merak edenler için bir fırsat olarak belirtiyoruz. Özellikle kitap yazan, araştırma yapmak isteyenler için, yapılar önemli.

Şehir Araştırmalarımızda önemli yer tutan sinema filmlerindeki görüntülerden elde edilecek kareler, şehirlerin hakkında araştırmalarda bulunacak olanlar için çok yerde bulunamayacak, ilgilendikleri alanla kapıyı aralayacak derecede ehemmiyete sahiptir. Yıktırılan birçok yapının orijinal hali, bu sinema eserlerinde görülebilir, kitaplara girmemiş fotoğraflar bu filmlerden alınabilir. İstanbul’daki yapıların bir bölümü için sinema eserleri üzerinde durularak belgesel çalışmalarda bulunularak, konuya ilişkin tezler hazırlanabilir.

İki aylık sürede birçok sinema filmini tekrar seyretme, iyi filmleri hatırda tutmanın yanında, eziyete dönüştüğünü belirtsek, yanlış mıyız? Her nimetin külfetinin olduğunu, daima hatırda tutmak lazımdır. Bizimkisi öyle bir durum.

 

Konuya Dair Bir Şehrin Filmlerden Seyri

Söyleyin Anama Ağlamasın”, başrolünde Yıldıray Çınar’ın yer aldığı, tümüyle mekân olarak Diyarbakır’ın seçildiği şehirdir. Tarihî mekânların bolca gösterildiği filmde Sem’anoğlu Köşkü, Diyarbakır Burçları, Ulu Camii, Parlı Camii, İç Kale, Deliller Hanı, Dicle Nehri, Eğil Kalesi şehir araştırmaları açısından önem arz eder. 1976’da çevrilen filmin senaryosu, 1950’de başrolde oynayan ve ilk filminin yapımcısı olan Hüseyin Peyda’ya aittir. Gecekondulaşmanın fazlaca artmadığı, şehre dair görüntülerde eski mimarînin bolca yer aldığı “Söyleyin Anama Ağlamasın” konu olarak şehre dair yeni bir söylem taşımıyorsa dahi, şehir araştırmacısı için önem taşır.

Adsız Cengaver” adlı başrolde Cüneyt Arkın’ın oynadığı masalımsı filmin önemli bölümleri Diyarbakır’da çekilmiş ve Buhara’yı konu alır. Diyarbakır dışındaki çekimlerin İran’da tamamlandığı bilinmektedir. “Leyla ve Mecnun” adlı Orhan Gencebay’ın başrolde oynadığı filmin önemli bölümleri, Diyarbakır’da çekilmiştir. 

Sadece birkaç filmi örnek verdiğimiz bu kesitte, diğer sinema filmlerinin olduğunu belirtmekte fayda vardır. İstanbul, bu konuda oldukça filmlerde yer alır. Denilebilir ki Yeşilçam hakkıyla incelenirse İstanbul’a dair birçok fotoğraf karesi, görüntü, bilgi bu filmlerden yola çıkılarak, şehir tarihine, kültürüne, mimarîsine kazandırılır.

Sonuç

Sinemadan yola çıkılarak hazırlanan onlarca eseri-makaleyi incelerken, birçok sinema oyuncusunu konu alan eseri incelerken, şehirlerle ilgili görüntüleri kitaplaştırma ve günümüzle karşılaştırma çalışmalarının olmadığını gördük. Kimi şehir tanıtımının esas alındığı eserlerde, o ilçede ya da şehirde çekilen sinema filmlerinden karelere yer verilmişse de, bunun sınırlı olduğunu belirtelim. Esaslı biçimde yapılacak çalışma ile şehirlerle filmlerdeki görüntülerden yola çıkılarak mimarî özelliklerin ele alınması gerekmektedir. Bunun için yapılacak çalışmalar, elbette ekip işidir. 

Çalışmalar sadece bir kişi ile olabilecek değildir. Bu sinema eserlerinin tespit edilerek, her birinin birkaç defa seyredilmesi şarttır. Mekânlar, günümüzde gezilerek, son yüzyılın dökümü çıkarılmalı, hazırlanmış eserler gözden geçirilmeli, sanat tarihçileri, şehir araştırmacıları, şehre dair eserleri olanlardan oluşturulacak komisyon marifetiyle, bahse konu olan sinema eserleri yeni baştan ele alınmalıdır.

Bu makalemizde belirttiğimiz hususlar için bize düşen görev olursa, elbette seksen bir ili içine alan kaynaklarımızla Şehir Araştırmaları Merkezi, çalışanlara açık olur. Şayet görüşümüz, kayda değer bulunup uygulanmaya girişilir de bize haber verilmezse yapacak bir şey olmaz.

Konu hakkında yayınlanacak kitap çalışmasını temin eder, sayfalarda yer alan kareleri görerek, tebessüm ederiz. Şehir Araştırmaları Merkezi’nde yazılarımızda yer vermediğimiz birçok husus var, sinema ile şehir arasındaki ilişki sadece yüz maddeden biridir.

Sözün kısası ne mi deriz, sonuçta?

Her şehirde bir şehir araştırmaları merkezi bizim şahsî düşüncemizdi. Şimdi sahiplenenleri görmekteyiz. İçimizi açtığımız bir üniversite, sessiz sedasız bu projeye sahip çıktı ve bize danışmadı.

Sonucu, kimseyi incitmeden bağlayalım, isterseniz:

-Bu ülkede herkes birilerinden bir fikir çalar, onunla ünlü olur!..


leyla_ile_mecnun_film_afisi.jpgadsiz-cengaver-ve-sultan-gelin-1970.jpg5975_1.jpg

Bu yazı toplam 2490 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim