• İstanbul 19 °C
  • Ankara 26 °C

“Şehir” Denilen Bizim Diyarımızdır, Can!..

M. Ali ABAKAY

“Şehir” denildiğinde insanın geçmişten günümüze tarihidir, kültürüdür, inancıdır, dilidir, mimarisidir, musıkîsidir, örfüdür, âdetidir, varoluşunun kendisidir.

 

                “Şehir” denildiğinde akla gelen ilm û irfandır, bilginin merkezinde yarına taşınacak ne varsa.

 

                “Şehir” denildiğinde inancın ruha aksedilmesidir, fikirde ve hiss âleminde.

 

                “Şehir” denildiğinde sevincin, hüznün musıkîde terennümüdür, ahvalin.

 

                “Şehir “ denildiğinde mimarînin taşla tezyininde tarihin dile getirilmesidir, hanlarla hamamlarla köprülerle, ibadethanelerle.

 

                “Şehir” denildiğinde insanların birbirini farklı dillerle tanıması, aralarında konuşması, anlaşabilmesidir.

 

                “Şehir” denildiğinde örfün, âdetin günlük yaşama aksetmesidir, binlerce senelik birikimin.

 

                “Şehir” denildiğinde insanoğlunun yüreğiyle ruhunun birlikteliğinin yoksula, çaresize, yaşlıya, muhtaca merhamet şeklinde görünümüdür.

 

“Şehir” denildiğinde anlaşmazlıkların sulhla çözümlendiği, insanların barış içinde, mutlu ve müreffeh yaşamasının adıdır.

 

“Şehir” denildiğinde edeble yaşamanın, terbiyeyle yetişmenin mektebi akla gelir, insanın doğumundan dünyayı terkine kadar.

 

“Şehir” denildiğinde caddelere, sokaklara yansıyan temizliğin dilde, gönülde, harekette, susmada, konuşmada, kalkmada, oturmada belirginleşmesidir, mana olarak.

 

“Şehir” denildiğinde anneye, babaya olan saygının dünden ekilenin bu gün meyve vermesi ve yarına toprağın bağrında yeşermesidir, tohumun.

“Şehir” denildiğinde büyüğün küçüğe sevgiyi, şefkati, merhameti dünden bu güne miras alıp, gelecekte büyüyenleri varis kılmasıdır, güzele, mükemmele ulaşmak için.

 

“Şehir” denildiğinde kişinin birbirini sözle dahi incitmemesidir, tebessümle kalplere giden yolda, ruhların sükûn bulmasıdır, adeta.

 

“Şehir” denildiğinde helal ile haram olan ne varsa, ölçülere uyularak sevap penceresinin açık, günah kapılarının kapalı olma hali anlaşılır, medenî yaşamda.

 

“Şehir” denildiğinde birbirine yalan-yanlış sözlerin söylenmesinin, insanların birbirini kandırmasının hayatta yer bulmadığı, insanın ahlâkî yaşantıda huzur adresidir, mutluluğu arayan için.

 

“Şehir” denildiğinde kişinin işinde-gücünde olduğu, kazandığıyla yaşamını sürdürdüğü, çalışanın kimseye muhtaç olmadığı mekân akla gelir.

 

“Şehir” denildiğinde saygının, sevginin, olgunluğun kemalde şekillenmesidir, bir araya gelen esnaf arasında, âile ortamında, arkadaş çevresinde.

 

“Şehir” denildiğinde hiç kimsenin kimseyi hor görmediği, herkesin yaşama hakkının olduğu, ihtiyaçların karşılanması adına, kişinin birbirine ihtiyacının olduğu yerleşim alanı anlaşılır.

 

“Şehir” denildiğinde sanatın, ustalığın maharete dönüştüğü, insanın zevkini tatmin olduğu, ruhu süsleyen tezyinatın hayatın her alanında tecessüm hali bilinir.

 

Bu satırları kaleme alırken, belirttiklerimizinn tam tersinin yaşandığı şehirde insan olma vasfının gün geçtikçe değersizleştiğini görüyoruz.

 

Bu satırları kaleme alırken ahlâkî değerlerin inanç değerleriyle önemsizleştirilmeye çalışıldığını görmekteyiz.

 

Bu satırları kaleme alırken tarihe, kültüre, an’aneye, ilimle irfana dair ne varsa her türlü hakarete maruz kaldığını müşahede etmekteyiz.

 

“Şehir” denince terbiyeden ve edeb dairesinden yoksun bırakılan insanın zavallılığına yanıyoruz.

 

“Şehir” denince yüzyılların tarihteki hesaplaşmasının topluma yansıyış şeklinden habersiz olanların maddî açıdan tatmin olma adına toplumu ayakta tutan ne varsa tahripkâr davrandığına tanıklık etmekteyiz.

 

Ruhen yalnız bırakılan, mana cephesinde zavallı, dünyalık peşinde koşanların nefsine olan esaretinin ortaya koyduğu yaşamın görünmez köleliğin özgürlük olarak pazarlanmasına muhalif olmanın idrakten yoksun bırakılmış kimselerin nazarında kıymet taşımadığını görmekteyiz.

 

Ezanın günde beş kez yankısından habersiz olanın camii ile komşuluğunun anlam taşımadığı günümüzde değerlerin ters yüz edilmesinin acısını duymaktayız, ruhumuzun derinliklerinde.

 

Gençliğin her türlü değerden koparılmaya çalışıldığı ortamda paranın, malın, mülkün tapınma derecesine getirildiğini acı hakikat olarak yaşamaktayız.

 

Hastaya, düşküne, yoksula, yolcuya, yetime, öksüze yardımların yapılmadığı, sevgiyle saygının unutulduğu, acıma duygusunun köreldiği, merhamet damarlarının pörsümüş olduğu, kardeşin kardeşe düşman kesildiği, hırsızlığın, yalanın, soygunun eksik olmadığı, katillerin kol gezdiği, yaralanmaların eksik kalmadığı, cezaevlerinde yer bulunmadığı şehirde yaşama güzel midir?

 

Okullarda eğitimin öğretime feda edildiği, yaşlıya hürmetin gösterilmediği, bize ait olana çocuklarımızın düşman kılındığı, âile yapısının gittikçe çöktüğü, durmuş saatlerin günde iki kez zamanı doğru gösterdiğine sevinilen şehirde yaşama nasıl bir duygu verir, insana?

 

İntiharın içinde birkaç saat daha yaşamanın güzelliğini hedefleyen, amacı dünya hayatında her zevki yaşamak, her yiyeceği tatmak, her şeyin en güzeline sahip olma adına her şeyi mubah gören, otuz katlı apartmanların yanında gecekonduların fark edilmediği şehir hayatı içindeyiz.

 

Şehir hayatında önce komşuluk ortadan kalktı, selamlaşmalar yerini el işaretlerine, baş eğmelerine bıraktı.

 

Şehir hayatında akşamları kapılar kapanınca açılmaz oldu, dört duvar arasına kendisini hapseden insanın dünyası televizyonla sınırlı kaldı.

 

Şehir hayatında kimse merhamete yer vermediği kalbinde acıma duyguları yerini az çalışıp çok kazanmaya bırakınca tüketim çılgınlığı üretimi ortadan kaldırdı.

 

Evlerin önünde araç sayısı birden fazlalaştı.

 

İnsanlar, aldıkları evlerine eski eşyalarını bırakmaz oldu.

 

Evin perdeleri sadece bir işçinin iki-üç aylık maaşına satın alındı.

 

Kapının kolu, pencerenin kulpu altından istenir oldu.

 

Sebzenin ve meyvenin kokusunu, ekmeğin tadını, yemeklerin nefasetine yabancı kaldık.

 

Konuşmamız kibarlığını kaybetti, insanlar doğruluğu unuttu, şüphe ve karamsarlık hayata maya oldu.

 

Her şeyde bereket kayboldu, insicam bozuldu, terazinin kefeleri birbirine eşit getirilmedi.  

 

Şehir denilince hayatımızdan memnun muyuz?

 

Neden şehirle ilgi kurmak istiyoruz, anlaşıldı mı insan hayatıyla?

 

Şehir araştırmacılığı hayatı sadece kitapların kapakları arasında mı aramaktır?

 

Sahi şehirde bunaldıkça hangi tatil köyü (?) sizin için idealdir?

 

Sevmediği köylüden köy yumurtası, köy peyniri, köy yoğurdu, köy ekmeği siparişi verip, organik sebzeyle meyveyle haşır neşir olanlar, şehri kim kirletti?

 

Nasıl bir şehir içinde yaşadığımızı, yaşadığımız ortamın sadece kalabalıklar içinde yalnızlığın çelik kollarında teslimiyet olduğunu, ruhsuzluğun girdabında çırpındığımızı, kendimize yabancılaşmanın meyvelerini devşirdiğimizi biliyor muyuz?

 

Bayım, hangi bankaya yirmi, otuz senelik kendinin, çocuklarının ve torunlarının hayatını ipotek ettirerek, oturduğun apartman dairesinde mutluluğu arama hakkına sahipsin? Kaç senelik ömrünün kaldığına garantin var?

 

Bindiğin aracı, beş senede bir değiştirerek aynı yoldan gidip gelenler tanımaktayım, hayatın böyle güzelleştiğini bildiklerini sanır.

 

Üzerindeki elbiseleri yeterli görmeyip, senelik üç maaşını markalı elbiselere verenlere yabancı değilim, ayakkabısı ev geçindiren birinin aylık maaşının yarısını geçenleri bilirim.

 

Biz, şehirlilerde ölüme dair emareler görüyoruz, değerlerin yıpratılmasıyla, hayattan çekilmesiyle. Şehirli ölümlü halinin farkında değil, yaşadığını sanıyor, şehrin ahlâkından, değerlerinden uzaklaştıkça.

 

 

Göçler var, köylerden şehre doğru dalga dalga.

 

Herkes yaşamak istiyor, çürüyen bu yapıda.

 

Çürüyen ne, çürüten kim, çürüyecek olanlar neden farkında değil?

 

Elli-altmış katlı beton mezarlarda hayatın yaşamla ne alakası var?

 

Şiirden, edebiyattan, sanattan kopuş, işle ev arasında koşuşturmaca.

 

Hayatta ne ağaç var ne yeşillik!..

 

Topraktan istenene toprak küsmüştür, artık…

 

Hayvanların yaşama hakkından habersiz, ne uçan kuşa rastlanır şehirde ne börtü-böcek…

 

Dağlara, taşlara saygıdan eser kalmadı.

 

Dünyayı işgal eden son yüzyıl anlayışı, solunan havayı zehirledi.

 

Bitkiler, kendiliğinden yetişmiyor, şimdi.

 

Her şeyde doğallık bitti…   

 

Herkes çok kazanmanın peşinde, kimse mutlu değil!..

 

Bayım, şehirler ölüyor, göz göre göre, sizin çok kazanma hırsınızdan, din-vicdan tanımamanızdan, değerleri kabul etmemenizden, ahlâkı bilmezliğinizden, başka dünya varlığını tanımazlığınızdan, kendi çağdaş putunuz paraya taptığınızdan, nefsinize esir olmanızdan. 

 

Hayata yeniden bir diriliş getirme, medeniyeti yeniden ihya etme idealimiz Şehir Araştırmaları Merkezi için çabamızın farkında mısınız?

 

Büyükşehirlerde ölümü hatırlayamayan yaşlılar tanırım, genç olsalar alınmazdım, yetmişinde inşaatçılık yapan, ustaya sorar:

 

-Kaç sene sonra tamir ister, bu konutlarımız?

 

Usta, bakar yaşlı adama, ömrü yetmeyeceği için fazla rakam söylemez, alınmasın ister:

 

-Otuz sene kalıcı olur, tamirat istemez.

 

“Eh!.. “ der, İnşaatçı, “Zamanı gelince tamir ederiz, en az elli sene ayakta durur.”

 

Güler, Usta. Kızar, İnşaatçı. Ortalık karışır, o an.

 

Gülmesinin sebebini şiddetle sorar, İnşaatçı, Ustaya:

 

-Ya izah ya tazminatsız işten atılma!..

 

Tekrar güler, bu pervasız söze, Usta:

 

-Be adam, yetmiş yaşındasın, otuz sene daha yaşadığını var say. Kırk-elli sene ayakta duramayan bu evler tamirat isterken, yetmişinde tamirat düşünmezsin. Otuz sene garantin mi, var?  

 

Biz, bunlar yetmiyormuş gibi, şehirlerin insan haklarına saygı maskesi takmış haydutlarıyla uğraşıyoruz. Şehirler üzerine bomba yağdıran, öldürdüğü insan olan vahşilerden merhamet bekliyoruz, son yüzyılın başlarında.

Bayım, şehirlere saygınız kalmadı, biliyorum.

 

Bayım, insan olduğunuzu hatırlayın…

 

Doğarken her çocuk, suçsuzdur, günahsızdır.

 

Bayım, çocuklarınıza ne miras bırakacaksınız, yarın adına?

 

Biz,  doğduğumuz, büyüdüğümüz, hayatımızın her hatırasına tanıklık etmiş, ecdadımızın yeri yurdu memleketimizden vazgeçmiyoruz, ayrılmayacağız topraklarımızdan.

 

Bayım, sizi şehirlerin katili olarak lanetliyoruz!..  

Bu yazı toplam 975 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim