İçinde pek çok “alim”, “akademisyen”, “gazeteci-yazar”, “cemaat/tarikat lideri” ve “STK”nın öncülük ettiği Müslümanların çoğunluğu, Türkiye’de 2014’te gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimine, “tarihi seçim”, “tarih yeniden yazılacak”, “ümmetin seçimi” ve “Müslümanlığın kurtuluş ve değişimi için en önemli dönüm noktası” türünden “siyasal ilahiyat”ı çağrıştıran söylemlerle “aşırı” anlam yüklemiştir. Liderlik ve iktidar, seçim sürecinde hepten “itikatlaştırılmış”, “dünyevi kutsallık” halesinde sunulmuştur. “Erdoğan’la birlikte olmamızı ve onu desteklememizi Allah emretmektedir” mealinde bir söylemi ayetler üzerinden meşrulaştıran Dünya Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Kardavi gibi ayet ve doğruluğu Kur’an, akıl ve tarihle çelişen “Ümmetim batılda ittifak etmez” türünden “hadis”lerle “kutsal seçim” havasına sokulan cumhurbaşkanlığı seçimi, liderlik, siyaset ve iktidarın “itikatlaştırılmasının” en güzel örneğini ortaya çıkarmıştır.
Böylesi bir söylem üzerinden Ak Parti “gömlek”li devletin “cumhur”a selam şölenine dönüştürülen seçim, Ak Parti bedeninde restore edilen devlet eliyle, Erdoğan “başkan”lığında kendini yeniden üretmesine ve yenilemesine vesile olmaktadır. Başka bir deyişle, Türk-İslam imparatorlukları devlet geleneğinden gelen “kutsal devlet”in yeniden üretilmesi ve kendini yenilemesi, 1980’lerden itibaren kapitalist Batılı modernite eksenli küreselleşen muhafazakar Müslümanlığın eliyle gerçekleşmektedir. Peki bu sürece nasıl gelindi?
İki yüzyılı aşkındır Batı karşısında yaşadıkları yenilginin travmasının etkisiyle, Batı medeniyetini püskürtmenin ve zulmünden azade kalmanın yolunun “güçlü” ve “zengin” olmaktan geçtiğini düşünen Müslümanların çoğunluğu, 1980’lerden itibaren Batı’yı “güçlü” ve “zengin” kıldığını düşündükleri kapitalist küreselleşmenin dört sihirli söylemini (serbest piyasa, liberal demokrasi, özelleştirme ve insan hakları) çarpık bir biçimde içselleştirmeye başlamıştır. Yaklaşık yüz yıldır muktedir olamayan Müslümanlar, “güç” ve “iktidar”a susamışlığını ve “sınıfsal açlığı”nı ortadan kaldırmak için Batı’nın araçlarını kullanarak Batı’yla rekabet edebilecek ekonomik ve siyasi yöntemlere başvurmanın çabası içine girmiştir. Bu sürece bağlı olarak, ta 19. Yüzyılın başlarından itibaren “kapitalist dünya-ekonomi” ile eklemlenmeye başlayan Osmanlı topraklarında süreç içinde İslam, kapitalist form üzerinden okunmuştur. 1980’lerle birlikte “Calvenist ruh” ve “Protestan etiğe” uygun bir kapitalist İslam formu yaratılmış ve devlet buna uygun bir biçimde yeniden üretilmiştir.
1980’li yıllarda Özal’ın ANAP’ı ile başlatılan bu süreç, Refah-Yol hükümeti ile birlikte Müslümanların “dişinin kana bulanmasına” vesile olmuştur. 28 Şubat 1997 darbesinin “yıldırıcı” etkisiyle hepten Batı’lı modernitenin öncüllerini içselleştiren Müslümanların çoğunluğu, Ak Parti’nin iktidarı döneminde muhafazakarlaşan/modernleşen devlet gemisinde “dişlerinin kana bulanması”nın doruklarını yaşar hale gelmiştir. Başka bir deyişle, Müslümanların halihazırda potansiyel olan ekonomik ve siyasi iştahı Erdoğan eliyle hepten kabartılmış ve muhafazakarlıkla zehirlenen Müslümanlar, kapitalist sisteme entegre edilmiştir. Sisteme entegre edilmenin maliyeti büyük olmuş, adeta “muhafazakar kapitalist” kalkınmanın yarattığı refahla ahlak, adalet ve hakkaniyet satılır hale gelmiştir.
Sözü edilen ekonomi politik arka plana bağlı kalarak 2000’li yıllarla birlikte, Türkiye’de devlet, “model ülke Türkiye efsanesi” üzerinden uluslararası güç odaklarının tetikçiliğini yapan “hizmet” gemisinin güvertesindeki Ak Parti bedeninde ciddi sosyo-ekonomik büyümeyi gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte devletin ruhu, Müslüman ve muhafazakar Ak Parti bedeninde restore edilerek yeniden üretilmiştir. Küresel sermaye ve güç odaklarının daha önce kullandıkları ancak artık bir “irin” ve “ur” kaplayan bağırsaklarını (“seküler Kemalizm”) aynı yerden yönetilen “dinci” Kemalist “hizmet” şebekesi güdümündeki Ak Parti eliyle temizleyen devlet, “tetikçi hizmet”in Erdoğan’a saldırısı üzerinden Müslüman/muhafazakar “cumhur”la kendini yeniden üretmek ve yenilemenin gayreti içine girmiştir.
Erdoğan’ın Müslüman/muhafazakar “cumhur”un “başkanı” sıfatıyla “kutsal hale” haline getirilmesinin ve cumhurbaşkanlığı seçimini “ümmetin seçimi” hüviyetine sokulmasının arka planında, kendini Müslüman/muhafazakar “kan”la temizleyerek yeniden üretmek ve yenilemek isteyen devlet aklı yatmaktadır.Yazının başında sözünü ettiğim Müslüman gazeteci/yazar, akademisyen ve alim Müslümanlar ile bir sel halinde bu coşkuya katılan Müslüman/muhafazakar çoğunluğun göremediği husus budur. Erdoğan’ın cumhur“başkan”lığı eliyle ancak süreç içinde görülecek ki, Ak Parti ve hükümet üzerinde kontrolü kalmayacak Erdoğan’sız kurulacak din soslu neo-milliyetçi yeni öz, sözünü ettiğimiz devlet aklı ile uzlaşımlı bağlaşık stratejik işbirliği içinde hareket eden uluslararası güç odaklarının da hedefidir. Dolayısıyla “cumhur”un “başkanı” olacak Erdoğan’dan sonra “ikinci adam”, tüm bu denklemde yer alan odakların pazarlığının ürünü olarak devreye sokulacaktır. Bu bakımdan ikinci adamın (başbakanın) kim olduğunun pek önemi yoktur. Çünkü ikinci adam zaten Erdoğan’ın köşke çıkış sürecinde üzerinde bir pazarlık sonucu uzlaşma sağlanmış kişi olacaktır. Zaman içinde, Erdoğan başkanlığında Müslüman/muhafazakar “cumhur”la kendini yenileyecek devletin pek”ala” yeniden eski temelleri üzerinden üretildiğini hep birlikte göreceğimizi öngörmekteyim. Umarım yanılan biz oluruz.
11.08.2014 Milat































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.