• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Arapça Kültür Günleri Fethin İlk İşaretlerindendir

Arapça Kültür Günleri Fethin İlk İşaretlerindendir
Cumhurbaşkanımızın himayelerinde Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi ve Haşimi yayınlarının öncülüğünde açılan Arapça Kitap ve Kültür günleri ümmetin bütün renklerinin İstanbul’da buluşmasına vesile oldu.

Müslümanların kültürel birliğine hizmet eden Arapça Kitap ve Kültür Günleri, İslam dünyasında ve dünyada yıldızı gittikçe parlayan, önemini artıran Türkiye ve İstanbul’un geç fark edilmiş bir yönünü temsil ediyor.

Türkiye Arapça Kitap ve Kültür Günleri, ülke tanıtımına, ortak miras vurgusuna, tarih ve medeniyet araştırmalarına katkı sağlayacak adımlar atmakta. Osmanlı coğrafyasının merkezinde olan ve her geçen yıl İslam dünyasında merkez olmaya doğru ilerleyen ülkemiz, aynı zamanda el yazma eserler ve Arapça kaynaklar açısından da çok önemli ve bir varis. Günümüzde Beyrut, Bağdat, Kahire ve diğer kültür merkezlerinde basılan klasik eserlerin yazarlarının önemli bir kısmı Anadolu ve Osmanlı coğrafyasının âlimleri. Etkinlik, ülkemizin bu yönünün daha fazla ortaya çıkmasına katkı sağlıyor.

Ulusalcı Araplar da Ulusalcı Türkler de bu faaliyetin İstanbul’da gerçekleşmesinden rahatsız olmakta. Oysa ki Arapça sadece Arapların dili değil bütün inananların dilidir. Vahiy dilidir.

Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere temel kitaplarımızın Arapça olmasının yanında, Arapça tarih boyunca farklı müslüman toplumları birbirine bağlayan çok önemli bir köprü olmuştur. Aynı zamanda ilim ve kültürümüzün göz ardı edilemeyecek bir unsurudur. Nitekim tarihten devraldığımız en kıymetli mirasımızın başında, alimlerimizin müslüman kimliğimize kaynaklık eden eserleri gelir.

Geçtiğimiz Günlerde TYB İstanbul ve Haşimi Yayınlarının öncülüğünde Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde 3. Arapça Kitap ve Kültür Günleri kapılarını okuyuculara açmasıyla büyük bir birlik havası yaşandı. Yurtiçinden ve yurtdışında yüzlerce alim ve yazarın katıldığı etkinlik kültürel şölen içinde geçiyor. Biz de bu vesileyle Türkiye’ye  misafir olarak gelen ünlü alim  Mervan Al Katip  ile Kültür günleri merkezinde İslam dünyasını Türkiye’yi ve tasavvufu konuştuk.

 

Arapça Kültür Günleri hakkında neler söylemek istersiniz?

-Bu etkinliğin aslı Arapça elbette. Ve Arapça ümmeti bir araya getiren bir unsur. En önemli şey dile gösterilen ihtimamdır. Çünkü bağdır dil. Ve biz bu bağı kesersek, hiçbir şey kalmaz. Ve şimdi bu vesile ile Arapça geri dönmüş oldu ve Müslümanlar arasındaki bağ da geri dönmüş oldu böylece. Bu da fethin ilk işaretlerindendir.

-Sizce islam dünyasındaki zulmün gözyaşının sona ermesi için nasıl bir yol izlemeliyiz?

-Müslümanlar arası zulüm mü yoksa Müslüman ve Müslüman olmayan arası mı?

-Müslümanlar arası.

-Eğitim. En önemli şey eğitim. İnsan akıllı bir varlık, evet. Ama benim karşımdaki kişi benden farklı düşündüğünde benim onu öldürmem gerekmez. Bu bedevi ahlakındandır. İlkel insan tavrındandır yani. Eğer insan akıllı ise bilir ki her görüşe ve kişiye saygı gösterilmeli.Ve o kişi başkalarıyla ilişkilerinde  Muhammedi bir rahmet de taşır içinde. Mesela fıkıh.Türkiyede çoğu kişi Hanefi mezhebi dışında bir mezhep hakkında bilgi sahibi değil. Namazda ellerini farklı şekilde kaldıran bir insan gördüğünde kızıyor. Bunun sebebi bilgisizlik. Oysa ki bilgi sahibi olsa, eğitim alsa Şafi , Maliki  gibi mezhep olduğunu bilecek. Mesele tabiki sadece dini konularla kısıtlı değil. Eğitim tüm alanlarıyla insanı daha da saygılı kılar. Bu müslümalar arası çatışmalar açısından. Müslüman olmayanlarla yaşanan savaşlar, çatışmalar, mücadeleler ise kıyamet gününe dek devam edecek, insan tabiatı böyle çünkü.

-Şimdiye dek hangi Türk yazarları okudunuz?Çevirilerden mesela?

-Ben ürdünde bir Türk medresesinde eğitim veriyorum. Türklerle olan hizmet bağımız böyle. Fazla tercüme olmadığı için fazla okuyamadım.

-Sizce Türkçeden Arapçaya yeterince tercüme yapılmıyor mu?

-Tercüme sayısı gerçekten çok az. Bulunduğu zaman da, bir örnek vereyim, birkaç yıl önce Türkiyeyi –Konyayı ziyaret ettim. Mevlanayı ziyaretim esnasında elhamdülillah kalbi bir bağ da  kuruldu onunla. Farsçayı öğrenip mesneviyi anlamaya karar verdim. Farsça öğrenmeye, dinlemeye başladım ancak Mesnevinin arapça tercümesini araştırdığımda ise gördüm ki mevcut ama hepsi ciddi anlamda kötü. Bana bir şey katabilecek çeviriler değildi benim açımdan.Yani aslında hazine değerinde şeyler var bu coğrafyada ancak Arap okur açısından  tercümesi bulunsa dahi kötü tercümeler bunlar.

 

-Cumhurbaşkanımız bütün Müslümanlar için bir savaş veriyor.  Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-Ona özelde islam ümmetine genelde ise tüm insanlığa hizmette  Allahtan başarı, sağlamlık,devamlılık niyaz ediyoruz. Çünkü islam, Müslümanın da Müslüman olmayanında istifade ettiği bir dindr. Eğer biz islamı iyi bir şekilde uygularsak yükseliriz, küffar ise (dünyada bir çok nimete sahipler “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik”ayetinin tecellisi olarak) yenilir. Eğer yönetici İslamı yaşama konusunda başarılı olursa muhtemeldir ki ilk bize teşekkür edecek olanlar Müslüman olmayanlardır. Mesela Türkiye iyi bir iktisadi duruma sahip. Eskiden de islam nereye gitse orada ekonomik açıdan bir gelişim söz konusu idi. Bu da Müslümanın da Müslüman olmayanın da sevdiği bir durum elbete.

-Bulunduğunuz ülkeden Türkiye ye bakış  nasıl?

-Eğer genel kanıyı soruyorsanız, genel kanı daima basına bağlı olan bir şeydir.Ve medya da bildiğiniz gibi farklı sınıflar, farklı kategorilere sahip. Diziler de var, haberler de. Herkes izlediği, takip ettiği alana göre de fikir sahibi oluyor dolayısıyla. Dizileri izleyen dizilerden etkileniyor, haberleri takip edenler haberlerden etkileniyor.

 -Tasavvuf alanında önemli çalışmalarınız var. Sizce Tasavvufun özü nedir?

-İmam Ahmed Zerruk tasavvufun 2000’den fazla tanımının olduğunu söyler. Ama tüm bu tanımlar özünde tek bir tanıma döner: “Allah u Tealaya, razı olduğu şeylerde yine razı olduğu biçimde yönelmek “.Tasavvufun aslı budur. ve tasavvuf nefsin düşmanıdır. Tasavvufta ilk şey, nefsin yok oluşudur.

 

Tasavvuf ehlinin miskin olduğu cihad ehli olmadığı söylenir bu hususta ne dersiniz?

-.İslam tarihinde cihad konusunda görüş birliğine varmış birçok sufi ve farklı gruplar var. Mesela en meşhur isimlerden Mevlana Abdulkadir el Cezairi, Şeyh Şamil Kafkaslarda, Osman b.Fudi Nijeryada…Tüm bu isimler islam tarihinde meşhur isimler …Aynı zamanda mücahid ve mutasavvıf kişiler. Görüyoruz ki aslında böyle şahısların bünyesinde bir araya gelebiliyor bu iki kavram ancak savaşlar birçok sebebe sahip. Ve Tasavvuf tüm tasarrufatında insan ve Rabbi arasında olan’a ilişkin bir kavram.

 Beşeri hayatın gerektirdiği insani davranışların ve insanın doğasının bir gereği olarak  eğer bir insan fikri, ideolojik, asli veya fer’i meselelerde  ters düştüğünde savaşlar yaşanır.Bir kimse islam tarihine dair bir araştırma yaptığında görecek ki İnsan ve savaş ayrı düşmeyen iki kavram. Savaşlarda daima beşer var ve bu insanın doğasına ait olan bir şey.Tasavvuf ise “ihsan”ı önemser. Peygamber Aleyhisselam ne demişti? “Allah u Teala her şeyin üzerine ihsanı (güzel bir şekilde muamele) yazdı. Bundan dolayı öldürme ve kesmeyi(kurban etmeyi)  bile güzel şekilde yapınız.” Biz ki öldürmeye dair bile edebe sahip bir dine mensubuz. İnsan hakkı olsa dahi yapacağı o şeyi istediği biçimde yapamaz. Öldürme de bir ihlasa, ahlaka, sınırlara sahiptir. Ama savaş meseleleri insani bir mesele. İnsan var oldukça  ve ihtilafa düştükçe savaşlar da var olmaya devam edecek.

-Müslüman bir gence tasavvufu en doğru nasıl öğretebiliriz?

-Öncelikle şu var ki tasavvuf ilmî bir şey olmaktan önce amelî bir şeydir. İnsanın yapıp ettiklerinde  ihlaslı olmasıdır. Aslında tasavvuf dinden bir parçadır. Mesela Peygamber Aleyhisselam ihsan’ı tanımladığı zaman “Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür. Demiştir. Ve sufi de sufi olmayan kişi de ibadet noktasında ortak bir paydayı paylaşır. Sufiyi diğerinden ayıran ise ibadetinin keyfiyetidir. Kalbinin ibadet esnasında Rabbi ile olmasıdır.Yani ilmi değil ameli bir şeydir. Tasavvuf kitaplarında sufilik hakkında yazılan şeyler ise tasavvufun meyveleridir. Peygamber Efendimiz “Kim bildiğiyle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir”buyurmuştur. Ve bir kişi ihlaslı ise, bu ihlas bu meyvelerden gelir. Ve yazılanlar da bu meyveler aslında. Böylece aslında amel olan tasavvuf , meyvelerine nispet edilmiş oluyor. Ama tasavvufun aslı yönelişteki ihlastır. Ve tabi bu da birçok meyveye sahip.

-Tasavvufu eleştiren,reddedenlere karşı nasıl bir tutum sergiliyorsunuz?

-Bir şey hakkındaki düşünce o şeyin tasavvurunun da bir bakıma sonucudur.Ve islam tarihinde yapılan yanlış tasavvurlar tasavvufa olan reddi de artırdır. Az önce imam Ahmed Zerruki nin bahsettiğimiz tanımını Müslüman olsun olmasın reddettiği bir tanım değil.Şimdi ise tasavvufun aslından olmayan,onu tam yansıtmayan ,parçası olan birçok şey onun aslı oluverdi.Mesela zikir halkaları vs.Tasavvuf bu değil.Evet,sufiler bunları da yapıyorlar ama bu şeyin kendisi tasavvuf değil.

-İranda sık vurgulanan irfan kavramı tasavvufu karşılıyor mu?

-İran bundan 100 yıl önce tasavvuf adına ne varsa hepsine düşmandı. Sonrasında Humeyni ve taraftarları tasavvufsever bir yapıya sahiptiler. Humeyni ve beraberindekiler tasavvuf eserlerinden istifade etme fikir üzerinde birleşmişlerdi. Bizim tasavvuf olarak isimlendirdiğimiz şeye onlar “irfan” diyorlar.ve bu “irfan” önceden onların nezdinde haram gibi bir şeydi. Bir 100 yıl kadar sonra ilmi bir gelişme yaşandı. Humeyni bu gelişim aşamasının son zamanlarına denk geldi ve tasavvuf eserlerine çok ciddi bir ihtimam gösterdi. Mesela elimde “misbah ül uns” isimli bir kitap var. Humeyninin bizzat üzerinde çalıştığı bir eser. Devletleri sufi ve felsefi esaslar üzerine kuruldu. Bu yüzden de mantık ve benzeri ilimleri önemsiyorlar. işte tüm  bunlar öncesinde haram addedilirdi, yasaktı. Peki İran devlet olarak nasıl başarılı oldu? Devleti güçlü akli, fikri ve sufi temeller üzerine kurdular. Bu tasavvuf düşmanlığı da eskidendi. Elbette bugün de bunu savunan bir kısım var. Ama bugün devleti elinde tutan isimler seviyor.

-Son olarak eklemek istediklerinizi alabilir miyiz?

-Bize vasiyetimiz hakkında sorulduğu vakit hep deriz. Allah ayetlerinde takvayı tavsiye eder, öğütler. Takvayı telaffuz etmek kolay. Ancak daha yakından bakmak lazım.Takva nın kökü “vikaye”den korumak, set çekmekten gelir. Cehennemle veya Allah’ın razı olmadığı şeylerle araya set çekmek, korunmak. Eğer biz Allah’ın hoşnut olmadığı şeylerle aramıza koruma, set çekersek bunun karşılığında da Allah da biz ve bizim hoşlanmadığımız şeyler arasında bir set çeker. Bu yüzden eğer kendinle sevmediklerin arasında bir set, kalkan oluşturmak istiyorsan kendinle ve Allah’ın sevmedikleri ile aranda bir set oluşturur.

-Allah razı olsun. Medyanının önemi büyük gazetenize başarılar diliyorum. Önce de söylediğim gibi özelde islam ümmetine genelde ise tüm insanlığa hizmette  Allahtan başarı, sağlamlık,devamlılık niyaz ediyoruz.

FATMA GÜLŞEN KOÇAK

Bu haber toplam 1954 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim