Hayat. Hayatı çağrıştırıyor. Dünü, dünleri, günleri çağrıştırıyor. Dünden yarına kalanları, aktarılanları, anları çağrıştırıyor. Edebiyatın en subjektif / nesnel alanı olmasına karşın en zengin ve en renkli alanını çağrıştırıyor.
Edebiyatımızda maalesef pek kıymeti bilinmeyen bir tür, hatıra. Özellikle portre, biyografi gibi alanlarda ön plana çıksanız da hatıra türüne de katkılarınız çok. Sizce insanlar neden bu türe gereken alakayı gösteremiyor? Hatıralar hatıralarda mı kalacak hocam? Çok güzel bir soru Tuba hocam. Teşekkür ediyorum. Siz deyince şöyle bir düşündüm; daha ortaokul yıllarımdan itibaren en çok hatıra türünde kitaplar okumuş ben. Kütüphanemde en zengin bölüm herhalde hatıradır. 2014’te yayımlanan ve hayatımın ilk kırk yılını anlatan otobiyografik kitabım Kırikindi neredeyse tümüyle hatıra. Dergilerde yazdığım üç yüzden fazla insan, yüzden fazla şehir portrelerimde de (bunların bir kısmı beş ayrı eserimde kitaplaştı) bolca hatıralar var. Sadık Yalsızuçanlar’dan D. Mehmet Doğan’a, Mehmet Şeker’den Güray Süngü’ye, Nurullah Genç’ten Necip Tosun’a, Ümit Meriç’ten Mehtap Altan’a… bir edebiyat sitesine son yirmi iki aydır yazdığım edebiyat hatıraları var. Ayrıca sekiz de hazırladığım biyografi kitabım; meğer ben hatıra türüyle ne kadar da iç içeymişim! Siz deyince fark ettim. Neden ilgi göstermiyorlar sorunuza gelince: Bir, yaşadıklarını yeterince yazılabilir/geleceğe kalabilir bulmuyorlar herhalde. İki, pek hatıra okumadıklarından (başkalarının hayatlarını okunur bulmadıklarından) bu türün ilgi göreceğini düşünmüyor, olabilir. Oysa, dünün acımasız kıyıcılığından geleceğe dair tek kurtarabildiğimiz, yazdığımız hatıralar. O kadar değerli ki onlar.
Pek çok isme eserlerinizde yer veriyorsunuz. Bazen bir siyaset insanı bazen mahalle imamı bazen de bir esnafı anlatıyorsunuz portrelerinizde. Eserlerinizde bahsettiğiniz kişilere sanki bir vefa borcu ödüyorsunuz. Onlarla olan anılarınızı yazarak ölümsüzleştiriyorsunuz. Bazen çok yakınınızdan birinin portresini yazarken bazen hayatta olmayan belki de hiç görmediğiniz birini anlatıyorsunuz. Neye göre seçiyorsunuz yazdığınız kişileri? Daha yarım saat önce yaşadığım bir olayı anlatarak cevap vereyim: Şair Ercan İris aradı, telefonla. İstanbul Sultanbeyli merkezli Teferrüç edebiyat dergisinin genel yayın yönetmeni. Hâl hatırdan sonra, Fahri Abi, bir hafta içinde, dergimizde yayımlanmak üzere bana bir portre yazıp gönderebilir misin? Dedi. Memnuniyetle, dedim. Kimi yazayım peki? dedim. Bir iki saniye düşündü. Ali Bal’ı yazsan abi, dedi. Ali’yi çok severim. İki sene önce Van’da beraberdik en son, güzel hatıralarımız var. Yazmak istiyordum zaten, tamamdır, dedim. Kısmetse 30 Nisana kadar, bir hafta içinde, yazıp göndereceğim. Benim portrelerimin hemen hepsinin hikâyesi buna benzer. Ben seçmiyorum; onlar bana kendilerini, bir olayla, bir hatıra ile, bir telefonla seçtiriyorlar. Bu arada bir ayrıntı daha: Kırk yıla yakındır yazı yazıyorum. Beni yazar mısın? Diyen hiç kimsenin portresini yazmadım ben. Ayrıca, hiçbiri, dergide -kitapta yayımlanmadan önce kendi hakkındaki yazıyı görmedi, göstermedim. Ismarlama yazı-hatıra yok bende. Aklım ve kalbimin ortaklaşa oluşturduğu bir gönül terazim var benim. Orada sınıfı geçenleri yazıyorum. Günü ve nasibi geldikçe. Kendilerinin haberi olmadan. (Ali Bal da Teferrüç’te yayımlanınca görecek mesela.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.