Kamalizm nam zâtın İstanbul’da oturan İtalyan asıllı Levanten bir aileye mensup bir hanım kişiye Çanakkale cephesinden yazdığı mektubu pozitivist ve deist anlayışa sahip Kamalovistlerin şevkle okuyacaklarından eminim.
Çünkü mektupta pozitivizme ve deizme dâvet eden, İslâmî akidelerle alay ve inkâr eden ifadeler var.
“İşte Arıburnu’nda İngilizlerle savaşmaktayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim; bâkiyesi de, cesur kıtalarım tarafından sahile, donanmanın himaye ettiği bir noktaya sürüldü. Burada hayat hiç de öyle sakin geçmiyor; gece gündüz başımızın üstünde durmadan şarapneller ve muhtelif topların daha başka mermileri patlıyor; bir taraftan mermiler vızıldarken, diğer taraftan bombaların gürültüsü topların gürültüsüne karışıyor… Hakikaten bir cehennem hayatı yaşıyoruz! Neyse ki askerlerin hem cesurlar, hem de düşmandan çok daha mütehammiller. Zaten kalplerindeki inançda, ekseriya ölmeyi gerektiren emirlerimin ifasını fazlasıyla kolaylaştırıyor. Çünki onlara göre ancak iki semâvî netice olabilir: Ya gâzi, yâni muzaffer, ya da şehid olmak. Bu sonuncusunun ne mânâya geldiğini bilir misin? Dosdoğru Cennete gitmek! Ki orada hûriler, yâni Allah’ın yarattığı bu en güzel kadınlar, onları ağırlayacak ve ebediyen onların emrine âmâde olacaklar! İşte size en yüce saadet! Görüyorsunuz ya, Hanımefendi, benim adamların şehâdet peşinde koşmakla hiç de aptallık etmiyorlar! Peygamber ne kadar akıllıymış! Nasıl da erkeklerin hakiki ihtiraslarının farkındaymış. Ben şahsen, bu mü’minlerle aynı hasletlere sahib olmak gibi kabiliyetten maatteessüf mahrum bulunuyorum; bununla beraber onların inançlarını tasdik etmekten de hiç hâli kalmıyorum. Erkeklere o kadar hûri ve daha başka hoş eğlenceler vaad eden Muhammed’in kadınlar için hiçbir taahhüdde bulunmaması pek tuhaf. Demek ki, ölümden sonra erkekler Cennet kadınlarına mâlik olmanın keyfini çıkarırken, kadınlar tahammül edilmez bir hâlde bulunacaklar! Değil mi ya? Görüyorsunuz ya, Hanımefendi, insan, dağdağalı ve kan revan içinde geçen bir hayata alıştıktan sonra dahi Cennet ve Cehennemden bahsetmek ve hatta bizzat Allah’ı tenkid etmek için kâfi vakit bulabiliyor. Hanımefendi, şayet şahsıma karşı Allah’ınızı tenkid ederek günaha girmemi istememek gibi bir lütufta bulunmak isterseniz, ne olur çarpışmalar dışındaki serbest vakitlerimde neyle meşgul olabileceğim hususunda bana tavsiyelerinizi bekleyedururken, ben de, bu meyanda evvela mevcud hâdiseler sebebiyle kazandığım sert mizacımı yumuşatabilecek ve sonra da buna –belki ümid ederim- hayata dair iyi ve hoş şeyler hissetme kabiliyeti kazandırabilecek romanlar mütalâa etmeye karar vermiş bulunuyorum. Mamafih bu muhayyel istirahate kavuşmak için Allah’ınızın Cennetine gitmeye öyle kolaycacık râzı olmak istemiyorum.”
“Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!” mısralarının yaşandığı Çanakkale cephesinde şehitliğe ve Cennet’e inanmadığını yazmak nasıl bir anlayıştır? Batı’nın en inançsız filozoflarının, felsefecilerinin bile “samimiyetsiz!” diyeceği bir ruh hâlidir bu. Dante “İlahî Komedya” sını yazmadan önce böyle bir insandan haberdar olsaydı “cehenneminin” hangi katına dâhil ederdi acaba? “Dürüst dinsizler katı” na m? “İnançlara karşı gelenler katı” na mı? “Hilekâr ve sahtekârlar” katı na mı? Biz söyleyelim: Münâfıklar ve mürailer katına dâhil edilirdi.
Devamı: https://www.yenisoz.com.tr/yazarlar/canakkale-cephesinden-sehitlige-inanmadigini-yazmanin-vebali/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.