D. Mehmet Doğan'la Söyleşi: Bir Sözlüğün Otuz Yıllık Macerası

D. Mehmet Doğan'la Söyleşi: Bir Sözlüğün Otuz Yıllık Macerası
D. Mehmet Doğan’ın ilk baskısı 1981 yılında yapılan Büyük Türkçe Sözlük’ü 23. baskısında. Osman Özbahçe, D. Mehmet Doğan’la Türkiye’de sözlükler ve sözlükçülük üzerine konuştu… Büyük Türkçe Sözlük 30.
sylesi

D. Mehmet Doğan’ın ilk baskısı 1981 yılında yapılan Büyük Türkçe Sözlük’ü 23. baskısında. Osman Özbahçe, D. Mehmet Doğan’la Türkiye’de sözlükler ve sözlükçülük üzerine konuştu…

Büyük Türkçe Sözlük 30. yılında. Daha genişletilmiş ve geliştirilmiş bir şekilde yeniden yayınlanıyor. Sözlük, 23. baskısına ulaştı. Bu baskının önsözünde, “7. defa genişletilmiş” ibaresi dikkat çekiyor. Geçen 30 yıla Sözlük’le geçen 30 yıl diyebilir miyiz?

Aslına bakarsanız sözlük çalışmalarım 1981’deki ilk baskıdan 5 yıl öncesine gidiyor. 1975-76 sözlük hazırlıklarına giriştiğim, malzeme toplayıp tasnife başladığım yıllar.

1978-1981 ise ağırlıklı olarak mesaimi sözlük hazırlamaya tahsis ettiğim seneler. Kısacası, 35 yıllık bir sözlükçülük geçmişim var. Bu, bu süre içinde sadece sözlükle uğraştığım anlamına gelmiyor elbette. Sözlüğün yeni ve geliştirilmiş baskıları yapılması gerektiğinde yoğun olarak, diğer zamanlarda ise günde en az bir saat sözlüğe vakit ayırıyorum.

 

En Yaygın Sözlük

 

Sözlük hazırlama sebebi olarak, 1960’larda bir akrabanızın hediye ettiği TDK’nın Türkçe Sözlük’ünün ihtiyacınıza cevap vermemesini gösteriyorsunuz. Dil Kurumu’nunki dışında başka sözlükler yok muydu o zaman?

 

1960’larda okul sözlükleri dışında Lâtin harfli Türkçe sözlük yoktu. 1952’de ilk defa yayınlanan M. Nihat Özön’ün Osmanlıca sözlüğü vardı. Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca Sözlüğü 1962’de yayınlandı. Bunlar tahsisi sözlüklerdir, umumi, genel sözlük değildirler.

Sözlük ihtiyacını o sıralar yalnız benim hissetmediğimi söylemek için kuvvetli bir delilim var: O zamanın etkili bir yayın kurumu olan Hayat müessesesi Hayat Büyük Türk Sözlüğü’nü 1969-1970’de yayınladı. Bu sözlük, başında belirtildiği üzere Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî’si esas alınarak hazırlanmıştı. Maalesef başarılı bir sözlük çalışması olmamıştır. İhtiyaç görülmüş; fakat ihtiyacı gidermek için yapılan çalışma yetersiz kalmış, hedefine ulaşmamıştır. 1971’de yayınlanan Nihat Özön’ün Resimli Türk Dili Sözlüğü ise muhteva olarak TDK sözlüğünden pek farklı değildir.

Bizim sözlük hazırlama gayretimiz akim kalabilirdi; emeğimiz boşa gidebilirdi, bu ihtimal her zaman varitti. Destek verecek güçlü bir yayın kuruluşu yoktu. Nitekim sözlük bitmeye yaklaştığında, bastıracak yayınevi bulamadık. Dil Kurumu’nun maddi kaynak sıkıntısı çekmeden yayınladığı sözlük, aynı zamanda resmî desteğe sahipti ve bütün öğretim sistemi içinde yaygın olarak tavsiye ediliyordu; taraftarları, hatta havarileri vardı. Bu şartlar altında bizimkisi cahil cesaretinden başka bir şey değildi. Sonuçsuz kalmasını göze alarak bu işe giriştim. Fakat geçen zaman içinde, iki yaygın sözlükten biri oldu. Resmî alanın içinde olmadığı düşünülürse, en yaygın “sivil” sözlük olduğunu söyleyebiliriz.

 

Sözlük Kendini Yayınladı!

 

Yayınevi bulamadığınız; ama sözlük basıldı?

 

Sözlük kendini yayınladı! Sözlük bitmeye yaklaşınca bir broşür bastırıp elimizdeki adreslere postaladık. O zamanın gazetelerine mütevazı ilânlar verdik. “Böyle bir sözlük yayınlayacağız, abone olanlar bu sözlüğe ucuz fiyata sahip olacak” diye. O günün şartlarında, yaklaşık bin adet abone kaydettik. O bin abonenin parasıyla 5.000 adet sözlük bastık. İlk baskı çok kısa sürede tükendi. Millî Eğitim sözlüğü tavsiye listesine aldı. Hakkında olumlu, övücü yazılar yayınlandı. Cahit Zarifoğlu merhum, benimle Mavera dergisinde Sözlük’le ilgili bir konuşma yaptı.

 

Geriye bakınca uzun bir zamanınızı sözlük çalışmalarına ayırmaktan dolayı bir pişmanlık duyuyor musunuz?

 

Ağırlıklı olarak sözlükle uğraşmasa idim, başka alanlardaki eserlerim daha fazla olurdu elbette. Ama buna rağmen Sözlük dışında yirmiye yakın kitabım yayınlandı. Tabii bunlardan ikisi sözlükten öncedir.

 

Sözlük Eleştirisi Yok

 

Bence sizin sözlüğünüz tarihî bir role sahip. Bir yerde devletin belirli kayıtlar gözeterek yayınladığı bir sözlüğe karşılık siz dilin tamamını, kelimelerimizin tamamını gözeten objektif bir sözlük, yani gerçek bir sözlük hazırlamaya giriştiniz. Bunun için tarihî bir sözlük sizin sözlüğünüz. Bu durum nasıl karşılandı? Sözlük eleştirildi mi veya en çok hangi noktadan eleştirildi?

 

Aslında bir feryad ü figan koparmaydı bizim yaptığımız. Yunus Emre’nin dediği gibi: “Kastım budur şara varam feryad ü figan koparam!” Sözlük konusunda feryad ü figan koparan sadece biz değildik o sıralar. Biz eleştirmekle kalmadık, düşünceyi fiile döktük, alternatifini ortaya koymaya çalıştık.

Türkiye’de eleştiri geleneği hâlâ oluşmadı, sözlük eleştirisi ise neredeyse hiç yok diyebiliriz. Bu tür yazıları, diyebilirim ki ilk ben yazdım. 30 küsur yıl boyunca haşır neşir olduğum sözlüklerle ilgili yazılarımı Bir Lügat Bulamadım ve Devlet Sözlük Yazar mı? isimli kitaplarımda topladım.

Büyük Türkçe Sözlük’le ilgili eleştiriler onun Dil Kurumu sözlüğünün tarifleri dışında anlamlandırma ve tanımlamalar ihtiva etmesi yönünde oldu. Zaten bizim çıkış noktamız da buydu: Dil Kurumu sözlüğünün kelime kadrosu yetersizdi ve tarifleri de objektif değil, ideolojikti.

Sözlüğümüzün bazı kelimelerle ilgili objektif tanımları bazı ideolojik kesimleri rahatsız etti. Bu yüzden sözlük aleyhinde, en kuvvetlisi 28 Şubat döneminde olmak üzere kampanyalar düzenlendi. Zamanın Millî Eğitim Bakanlığı bizim talebimiz olmamasına rağmen, bir yerlerden gelen direktif üzerine tavsiye kararını iptal etti.

Esasında tavsiyenin bir geçerliliği yoktu ve bilindiği gibi Bakanlık artık kitap tavsiye etmiyor! Bu hususla ilgili komisyonun kararını Bir Lügat Bulamadım isimli kitabın sonuna ibret-i âlem için koydum. Oraya bakanlar şunu kolaylıkla görebilirler: Bu raporu tanzim edenler, imzalayanlar, hayatlarında hiçbir gerçek sözlüğü ellerine almamışlardır! Çünkü sözlükte Türkçe kelimelerin yanında Arapça ve Farsça kelimelere de yer verildiği ilk tenkit olarak öne sürülüyor. Ardından da deyim ve atasözlerinin sözlükte yer alması eleştiriliyor. Onlara bizim cevabız şuydu: Bugüne kadar böyle bir sözlük hazırlanabildi mi? Türkçenin söz varlığından yabancı addedilen kelimeleri tamamen çıkarmak mümkün müdür? Bir de laiklikle ilgili tarifimiz en çok takıntıya yol açan tariftir. Hâlbuki orada da “laiklik”le ilgili farklı tarifler bir araya getirilmişti. Atatürkçülük / Kemalizm tarifimizi bile beğenmediler ki bana göre bugüne kadar yapılan en objektif Atatürkçülük tarifidir.

 

Nasıl tanımladınız?

 

“Mustafa Kemal’in fiil ve fikirlerine dayandırılan Batıcı, laik, pozitivist akım.” Dikkat edilirse burada hiç bir kıymet hükmü, değer yargısı yok.

 

Hazırladığımız Sözlüğün Değişmeyen Maddeleri, Resmî Sözlüğün Değişen Maddeleridir!

 

İdeoloji merkezli eleştiriler dışında bir eleştiri oldu mu?

 

“Akademik” bir eleştiri var! İki akademisyen böyle bir eleştiri getirdi. Sözlüğe hiç bakmadan yapılabilecek bir eleştiri bu: “Hazırlayan üniversite mensubu leksikograf değil!” Türkiye’de üniversitelerin dil ve edebiyat bölümlerinde sözlükbilimi veya leksikografi ile ilgili bir alan bugüne kadar yer almadı ve şu anda elimizde bulunan eski ve yeni bütün sözlükler istisnasız, akademik alanın dışındaki müellifler tarafından hazırlandı. TDK’nın ilk sözlüğünü hazırlayan ki 1970’li yıllara kadar o isim üzerinden yayınlanmıştır, Mehmet Ali Ağakay adlı Giritli bir tabiptir! Son yıllarda TDK sözlüğü akademisyenlerin kontrolüne geçti. Ancak bu akademisyenler münhasıran sözlük alanı ile ilgili şahsiyetler mi? O ayrı bir konu. Sözlükçülerin çok sevdiği, şiirlerinden iktibasta bulunduğu büyük şairimiz Ziya Paşa ne diyor? “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz!” Biz de büyük şairimize ilâve olarak, “unvana bakılmaz!” diyoruz.

Türkiye’de hiçbir kimse, 30 küsur yılını sözlükçülüğe hasretmedi. Hakşinas olmak lâzım! Kadirnâşinas olmamak lâzım! Bizim hazırladığımız sözlüğün değişmeyen maddeleri, resmî sözlüğün değişen maddeleridir! O yüzden, eldeki sözlükleri değerlendirme ve eleştirme konusunda kendimi yetkili görüyorum ve fırsat buldukça bu konularla ilgili yazılar yazıyorum. Bugüne kadar da bu yazılarla ilgili bir düzeltme veya karşı eleştiri ile de karşılaşmadım.

 

Büyük Türkçe Sözlük eleştirilemeyecek mükemmellikte bir sözlük mü?

 

Bugüne kadar böyle bir sözlük yayınlanmadı! Her sözlüğün hataları, kusurları, yanlışları bulunabilir. Eskiler, “Lügatte pehlivanlık olmaz” demişlerdir. Sözlüğümüzü eleştirenlere teşekkürden geri kalmadık, bundan sonra eleştirecek olanlar için de teşekkürden başka bir şey düşünmüyoruz. 30 yıllık süreç içinde, sözlükle ilgili her türlü eleştiriyi değerlendirdik. Hatalarımızı, kusurlarımızı düzeltmeye çalıştık. Buna rağmen, tamamen hatasız, kusursuz bir sözlük olduğunu söylemek durumunda değiliz.

 

Başka Hiçbir Dilde “Dil Devrimi” Kavramı Yok

 

“İnkılâp” veya “devrim” kelimeleri kültürel alan söz konusu olduğunda pek kullanılmaz. Türkiye’de ise kültür alanı “devrim”lerin konusu. Yazı devrimi, dil devrimi… Bu alfabe ve dilde değişiklik meselesi doğal olarak şu soruyu sordurmalı: Bu durum dilimizin, edebiyatımızın, kültürümüzün yararına mı oldu, zararına mı?

 

20. yüzyılda dünya çok keskin sosyal, siyasi ve iktisadi inkılâplar gördü. Komünizm, teoriden uygulamaya geçirilmek istendi. Dünyanın iki büyük ülkesi, Rusya ve Çin böyle devrimlere maruz kaldı. Fakat her iki ülkede de ne yazı, ne de dil değiştirmeye yönelik bir “devrim” söz konusu olmadı. Zaten Türkçe dışında hiçbir dilde “dil devrimi” kavramı yoktur. Dil reformu, ıslahı vardır. 20. yüzyılda köklü bir tarihe sahip topluluklardan sadece Türklerin alfabesi değiştirildi, bu dil üzerinde tasarrufun da başlangıcı oldu. 20. yüzyılın başında Türk dünyası tek alfabe ile yazıyordu, birbirine hayli yaklaşmış iki ana yazı diline sahipti.

Batıda, Türkiye’de biz devrim yaptık, alfabemizi değiştirdik! Peki, Sovyet sisteminde devrimi kim ve neden yaptı? Tek ve müşterek alfabe yerine önce Lâtin alfabesi, sonra farklı Kiril alfabeleri neden dayatıldı? Sovyet sistemi yıkıldıktan sonra neden tek alfabeye dönülemedi? Bu soruları henüz çok açık şekilde cevaplandıracak durumda değiliz.

Zarar ve yarar meselesine gelince: Şu anda bir “devrimci” çıkıp, bize yeni bir alfabe kabul ettirmeye çalışsa ne olur?

Harf inkılâbı, binlerce yıllık kütüphanenin kapısına kilit vurmaktı. Zihnimizin geçmişini iptal etmekti. Şimdi ise seksen küsur yıllık birikimi ihtiva eden kütüphaneyi, yani ciddi bir zihnî birikimi muattal etmekten söz ediyoruz. Biz buna da razı olmamalıyız. Sıfırdan başlamak… Kültürde bu yoktur! Türkiye sıfırdan başladı; fakat birikimi zor da olsa taşımaya çalışarak bugünlere geldi.

 

“Din”in objektif tarifi elli yıl yapılamadı!

 

TDK’nın ilk baskısı 1945’te yapılan Türkçe Sözlük’ü ile ilgili bir hayli yazınız var. Bunlarda kelime kadrosundan, anlamlandırma meselelerine kadar çok değişik eleştirilere yer veriyorsunuz. Diğer sözlükler için neden böyle bir şey düşünmüyorsunuz?

 

Türkçe sözlük resmî / yarı resmî bir sözlük olarak ideolojik bir dönemden geçmiş Türkiye’de mutlaka dikkatle gözden geçirilmesi gereken arızalı bir metin. Çünkü ideoloji, sözlükte birçok maddede görünür hâle gelmiş. Kelime seçimini, anlamlandırmayı, tarifleri etkilemiş. Biz bunlara dikkat çektik. Bu anlamlandırma ve tariflerin bir kısmı, Kurum tarafından sonraki baskılarda belli ölçüde düzeltilmiştir. Bunlar daha çok kültürel arka plânımızla ilgili kelimelerde idi, musiki terimleri, edebiyat terimleri gibi. Fakat dinî alana müteallik kelimelerde, aksine, 1970’lerde daha çarpıcı bir din karşıtlığı görülür.

Din tarifi, 1945 baskısındaki haliyle eleştirilebilir; fakat bu tarif yine de 7. baskıdaki (1983) ölçüsünde değildir. Bu tarif, açıkça ateist, din karşıtı bir tariftir: “İnsanların anlıyamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını gizemsel nitelikteki güçlerle açıklamaya yönelme olgusu.”

Bu baskıda “Atatürkçülük Türk’ün dinidir” denilmekten vazgeçilmiştir; ama genel bir sözlükte değil, ancak materyalist, ateist bir sözlükte yer alabilecek bir tarife yer verilmiştir.

 

Şimdiki nasıl?

 

Tarif doksanlı yıllarda düzeltildi. 1998’deki tarif, bir kelime ilâvesiyle son baskıda da yer alıyor. “Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal kurum.” İlâve kelime “diyanet”. Bir anlamdaş olarak eklenmiş. Din kelimesini açıklamak için iki tarif daha var. Fakat bize göre, bu tarifler İslâmiyet söz konusu olduğunda yeterince açıklayıcı değil. İslâm’ın din tarifi, Türkiye’de yayınlanan genel bir Türkçe sözlükte mutlaka yer almalıdır.

 

TDK sizin eleştirilerinizi dikkate aldı mı?

 

Bu hiçbir zaman açıkça ifade edilmedi, hatta son yayınlanan sözlüğün arkasında yer alan geniş bibliyografyaya Sözlük’ü koymadılar. Buna rağmen, hemen hemen bütün eleştirdiğimiz tariflerle ilgili düzenlemeler yaptılar. Bazı kelimelerin anlamlandırılmasında, Büyük Türkçe Sözlük’ün tesirini fark etmek zor değil. Son düzeltme, “Nusayri” kelimesi ile ilgili. 1998 baskısına kadar “Nusayri”nin tanımlanması esas olarak değişmemiştir. İlk baskıda, “eskiden Hatay’daki Eti Türklerine verilen ad” tarifi vardır.

Bu tarifte 1930’lu, 40’lı yılların ideolojik yaklaşımları büyük ölçüde tesirli olmuştur. Hatay meselesi canlıdır ve Türkiye’de yaşayan toplulukları etnik olarak da Türk saymak esasına dayanan bu tarifin 2. baskıda (1955) “Eti Türkleri” ibaresi çıkarılarak değiştirildiğini görüyoruz. Zaten Eti kelimesi 1930’ların bir uydurması idi. “Hitit” yerine ilmî bir mesnet olmadan “Eti” denilmişti. Bu ilim dışı tavırdan daha sonra vazgeçildi. Tarif şu şekle dönüştürüldü: “Hatay ili ve çevrelerinde yaşayan bir Türk topluluğuna eskiden verilen ad.” Bu cümlede mütehakkim, inhisarcı bir tavır var. Topluluğun tanımı ideolojik bir kaygı ile yapılıyor ve adlandırmanın eskide kalmış olduğu belirtiliyor. İki yönlü bir belirleme tavrı. Ne tanım doğrudur, ne de kelime eskiden kullanılan bir kelimedir!

Bu tarif 1998 baskısına kadar devam etti. Son baskıda değiştirmek zorunda kaldılar. Fakat bu değişiklik maalesef sözlüğe yansıtılırken bir yanlışlık, bir düşüklük yapılmış olmalı. Daha doğrusu bir tashih: “Hatay ili ve çevresinde yaşayan bir topluluğu.” Bu metin “ne” sorusuna cevap vermiyor. Eski tariflerde olduğu gibi “Türk” topluluğu mu acaba?

“Nusayri” etnik bir topluluk adı olarak kabul edilirse, Nusayrilerin büyük çoğunluğunun Suriye’de olduğu dikkate alınarak ve bugünkü Suriye yönetiminin başında halen bir Nusayri’nin bulunduğu hatırlanarak konunun üzerinde düşünmek lâzımdır. Nusayrilik, dinî bir tanımlama gerektirir. Tarif buna göre yapılmadıkça doğru biri sonuca varılamaz.

 

20. Yüzyılda Yalnızca Türklerin Alfabesi Değiştirilmiştir!

 

Osmanlı’nın son döneminde Türkçe bütün Osmanlı coğrafyasında etkiliydi. İstanbul’da çıkan bir gazete, dergi Mısır’da, diğer ülkelerde Türkçe olarak okunuyordu. Son yüzyılda hem devlet, hem Türkçe bu gücünü kaybetti. Ben Cumhuriyet sonrası Türkçenin başına gelenleri sormak için bu girişi yaptım. Osmanlı Türkçeyi devlet dili yapan, resmî dil yapan ilk Türk devleti. Cumhuriyet de bunu takip ediyor. Fakat Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki öztürkçecilik adı verilen uygulamalar, artık Türkçenin doğal bir parçasına dönüşmüş Arapça ve Farsça kelimelere açılan savaş, bu savaşın sonucunda sözlükten atılan kelimelere, anlamlara ve zihniyetlere karşılık Türkçeye yerleşen Batı dillerine ait kelimelere bakılınca, büyük şehirlerimizdeki dükkân, mağaza, market isimlerindeki, yani sokaktaki yabancılığa varıncaya kadar, dilimize sözlük derecesinde sahip çıkan bir yazar olarak, Türkçenin bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz? Sizce gittikçe güçlenen bir Türkçe mi var, yoksa doğası, yapısı bozularak silinme sürecine sokulmuş bir Türkçe mi var?

 

TDK 1930’larda binlerce yıllık birikimi temsil eden dilimize yön değiştirtmek için kurulmuş bir teşkilattır. Yön değiştirme… Yani bir medeniyet dairesinden çıkarıp, başka bir medeniyet dairesine sokma…

Dil farklı olsa dahi, İslâm dünyasında müşterek bir edebiyat vardı. Arapçada, Farsçada ve Türkçede, değerler, atıflar, mazmunlar müşterekti. Türkçe, bin yıl içinde müşterek edebiyatı oluşturan Arapça ve Farsçadan çok yararlandı. Bu diller de Türkçeden yararlandı. Değerler dünyası aynı olan üç dilin edebiyatı, dil değiştirilmeden gerçek anlamda değişim geçiremezdi.

Türkçenin maruz bırakıldığı muamele, 20. yüzyılda hiçbir dil için söz konusu olmamıştır.

20. yüzyılda yalnızca Türklerin alfabesi değiştirilmiştir! Sadece batı Türklerinin değil, Sovyet kontrolü altına giren Türk topluluklarının da. Türk lehçeleri arasında Türkçe menşeli kelimeler yanında, çok sayıda Arapça ve Farsça ortak kelime vardı. Dil devrimi bu ortaklaşa alanı da yok etti. Türkiye’de dilimize Fransızca veya İngilizce üzerinden kelimeler girdi, Sovyet bloğundaki Türk topluluklarına da Rusça üzerinden.

Türkiye’de dil devrimi görünüşte aşırı milliyetçi bir proje gibi uygulandı. Türkçe yüzyıllar içinde oluşturduğu mihrakından çıkarılıp, Batı dillerinin yörüngesine sokulmaya çalışıldı. Güya Türkçe yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılıyordu, gerçek anlamda yabancı dillerin boyunduruğuna sokulmak üzere… Bunun ne anlama geldiğini bugün daha iyi anlıyoruz.

Dil Kurumu’nun kuruluş çerçevesi bugün için bir anlam taşımıyor. Yeni bir çerçeve oluşturup Kurumun çalışmalarına yön vermek ve ciddiyet kazandırmak şarttır. En azından devlet dilinde gittikçe yaygınlaşan Fransızca ve İngilizce üzerinden giren Lâtince kökenli kelimelere karşı bu Kurumdan ciddi bir tedbir ve gayret bekleyebiliriz.

 

30 yıl sonra yeni bir baskı. 7. genişletilmiş baskının öncekilerden farkı ne?

 

Büyük Türkçe Sözlük’ün yeni şeklinde, çeşitli taramalar sonucu elde edilen veya kullanımı yeni yaygınlaşan kelimeler yanında, daha önceki baskılarda yer almayan bazı deyim, terkip ve atasözleri de yer alıyor.

Yeni baskının bir farkı da büyük şairimiz Mehmet Âkif’in eserlerinde geçen kelimelerin, birçoğu örneklendirilmiş olarak, yer alması. İstiklâl Marşı’nın kabulünün 90. yılı ve büyük şairimizin vefatının 75. yıldönümü olması hasebiyle 2011 Mehmet Âkif Yılı olarak ilân edildi. Sözlüğün bu yeni baskısı da büyük şairimiz Mehmet Âkif’in hatırasına ithaf ediliyor.

Yusuf Has Hacib’den bugüne 500 şair, yazar, ilim ve fikir adamından seçilmiş on binlerce örnek cümle sözlüğe büyük bir zenginlik katıyor. Ortaya koydukları eserlerle dilimizin, edebiyatımızın bugünlere gelmesine hizmet eden 500 isim içinde Yunus Emre, Fuzulî, Bâkî, Nabî, Nef’î, Neşatî, Şeyh Galib, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Evliya Çelebi, Ömer Seyfeddin, Mehmed Âkif, Ahmet Hâşim, Yahya Kemal, Refik Halit, Reşat Nuri, Peyami Safa, Kemal Tahir, Necip Fazıl, A. Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra… gibi büyük şair, yazar ve edebiyat adamları yanında, Nureddin Topçu, Ömer Nasuhi Bilmen, Cemil Meriç, Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Erol Güngör, Turgut Cansever gibi ilim ve fikir adamlarının, hukukçuların, mimarların, gazete yazarlarının cümleleri anlamlarımızın şahidi olarak sözlüğü mükemmelleştiriyor.

Konuşan: Osman Özbahçe, Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 2011 ( 456. Sayı )

Bu haber toplam 3830 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim