• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

“Fitnenin evveli Şam, âhiri Şam”

Ahmet Doğan İLBEY

Birinci Harpten sonra Batılı devletlerin topyekûn saldırısı karşısında Osmanlı’nın çekilmek mecburiyetinde kaldığı ve bugün Suriye olarak adlandırılan topraklar Osmanlı döneminde Lübnan’a kadar olan bölgeyi de içine alan Bilad-ı Şam ismiyle bilinirdi.

Suriye, Osmanlı fethinin başladığı 1516 yılından itibaren farklı idari statülerde Osmanlı Devleti’nin tasarrufu altındaydı. Bugünkü Suriye’de yaşanan katliamları ve iç savaşı açıklamak için bu bölgenin yakın tarihine uzanmak gerek. Her mezhep ve kavimden toplumların ümmet zemininde yaşadığı o huzurlu zamanların nasıl ve kimler tarafından yok edildiğini anlamaya çalışmak, Suriye meselesiyle uğraşanların müracaat edeceği bir kaynaktır. Dolayısıyla derin bir yara hâline gelen Suriye meselesinin köklerini tarihte aramak  lâzım. 

Suriye meselesine yakın tarihten bakmak                                                            

Diyanet İslâm Ansiklopedisi 38.cildinin “Suriye” maddesinden ve Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’nun “20 Yüzyıl Siyasî Tarihi” nden Suriye meselesine dair öğrendiklerimizin hülâsası şöyle:                                                                          

Bugünkü Suriye’nin meselesinin iflah olmaz bir yaraya dönüşmesi Osmanlı sonrasındadır.1877 tarihli düzenlemeye göre Osmanlı devleti bu bölgeyi altı idari birimle huzurla bir şekilde yönetiyordu. Halep Vilayeti, Şam Vilayeti, Kudüs Mutasarrıflığı, Deyruzzor Sancağı, Beyrut Vilayeti, Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı.                                                                                                      

Batılı devletlerin çeşitli faaliyetleri neticesinde özellikle 1904-1949 arası “Büyük Suriye ideali” adı altında toplanan Arap milliyetçilerin çıkışına kadar tablo böyleydi. Osmanlı’nın parçalanmasını, dolayısıyla küçülmesini isteyen sömürgeci Batılı devletlerin desteğiyle Arap milliyetçileri sancak ve eyaletlerin kendilerine verilmesini istiyordu. Osmanlı devletinden kopmuş, Batı’nın kontrolünde “Birleşik bir Suriye” plânlanmıştı.                                            

Osmanlı’dan sonra Suriye İflah olmuyor                                                  

1920 yılında Fransız Ordusu federal Suriye kurmayı denemeye başladılar. Suriye’yi Osmanlı’dan koparmak Fransız devleti için tarihî bir kinin de bulunduğu bir gaye idi. Devrin Ortadoğu sorumlusu Fransız generalinin Selahaddin Eyyübi’nin türbesini tekmeleyerek “Haçlı Savaşları bizim için zaferimizle bitti” diyerek yüksek sesle nâra attığını Suriye meselesiyle uğraşanların unutmaması gerek.                                                                   

Bugün etnik ve mezhep savaşlarının odağı olan Suriye’nin bir asırlık geçmişinin ardındaki bölücü el Fransız devletidir. Osmanlı’dan, yâni Türkiye’den koparılmış Suriye’yi meydana getiren altı devletin kurulmasının plânlayıcısıdır. Bu sözde devletçikler şunlardı: Şam Devleti (1920), Alevi (Nusayri) Devleti (1920), Büyük Lübnan Devleti (1920), Halep Devleti (1920), Cebel-i Dürzi Devleti(1921), İskenderun Sancak Devleti (1921).                                                                                                       

Özerk yapılar içinde kültürel kimliklerini koruyarak birleşebileceklerini ileri süren farklı mezhep ve görüşlere sahip bu oluşumu Nusayriler kabul etmiyorlardı. Nihayet, Halep ve Şam cephesindeki Arap milliyetçileri Fransız desteğiyle birleşerek Suriye Devleti ismini aldılar. Türkiye ve Suriye arasındaki Hatay meselesi de yine Fransızların bu plânı içindedir. 1939’a kadar güdümlü bir “Hatay Devleti” olduğunu üzülerek hatırlatalım. Daha sonra Hatay ve Lübnan, oluşturulan Suriye yapısından ayrılıyor ve Hatay Türkiye’ye katılıyor.                                                                                                       

Fitneciler ve darbeler ülkesi Suriye                                    

Günümüzde Suriye iç savaşının nasıl ve niye çıktığını ve kangren olmuş Suriye rejimine giden yolu anlamak için Batı destekli darbelerin kimlerce yapıldığını bilmek gerek. Mart 1963’te Baas Darbesi, Şubat 1967’de Alevi, yâni Nusayri Darbesi, Kasım 1970’de Hafız Esad Darbesi bugünkü kanlı Suriye’nin müsebbibidir.                                                                                                            

Batılı devletlerin Suriye’de peş peşe yaptığı darbelerle Osmanlı Türk geleneğini koruyan âlim ve münevveran tasfiye edilir. Bunların yerine asker ve memur gibi, Batılı devletlere yaltaklık eden bürokratlar devlet kademelerine alınarak yeni bir sistem meydana getirilir. O güne kadar tesirini sürdüren gelenekli Sünnî şehirli, tüccar ve münevveran 1949 darbesi ile ilk defa sarsılır. Tasfiyelerin ardından Suriye’deki hükümet ve devlet yapısı kısa sürede laik-sosyalist-Baascı ev Nusayrî zihniyetin eline tamamen geçer.                                                          

Meselâ 1963 darbesini yapanların hemen hepsi Sünni Müslümanlar dışındaki gruplardı. Ancak bu süreçte geleneksel Sünnî âlim ve münevveran tasfiye edildiği içindir ki Sünnî İslâm gruplarının tesirli olduğu söylenemez.1940’larda Rusya’nın desteğini alan ve liderliğini Michel Eflak’ın yaptığı Baas Partisi hızla yayılır ve tesirli olmaya başlar. Sosyalizm ve Suriye milliyetçiliğinden Baas rejimi çıkaran Eflak, Suriye’de gelenekli Sünnî münevveran ve bürokratların yerine laik-seküler yeni bir sınıf oluşturmaya çalışır. Eflak bir başka grup tarafından tasfiye edilse bile oluşturduğu “yeni” grup tesirini devam ettirir. Suriye Arap milliyetçiliğini şeması olan sosyalizm sözde itibarlı bir aydın düşüncesidir. Bu düşünceyi takip edenler milletlerarası siyasette sosyalist düşünceye uygun “dost ülkeler” edinme siyaseti yaparlar.                              

1956 yılında Suriye’ye hâkim olan bu zihniyet Sovyet Rusya ile ilk ittifak anlaşması imzalar. Anlaşmaya göre Sovyet Rusya, Suriye’ye külliyetli miktarda askeri destek sağlar ve buna karşılık Suriye’de Sosyalizm meşru hâle gelir. 1956 Anlaşmasının Suriye’de tesiri büyüktür. Bu anlaşmayla birlikte Suriye’de Sosyalist-Baas zihniyetine sahip hükümetler kontrolü ele alarak bir müddet ülkede asayiş ve iktisadî hayatı canlandırdıklarını ispat eder görünmüşlerdir.                 1960’lardan sonra Hafız Esad’ın hâkim olduğu süreç Nusayri ağırlıklı hükümet modelleri Eflak’ın başlattığı Sosyalist-Baas anlayışının devamıdır. 1946-1956 yılları arası yirmiden fazla hükümetin kurulduğu Suriye’ye Rusya’nın desteği ile ağır yatırımlar yapılır ve sayede toplumda gerginliğin üstü örtülür.                                   

O dönemde Suriye ve Rusya arasındaki yakınlaşmaya Türkiye’nin büyük tepki gösterdiğini hatırlatalım. 1955yılında Türkiye ağır mekanize taburlarından oluşan askeri birliklerini Suriye sınırına kaydırdığını hesaba katarsak bugün “Türkiye’nin Suriye ‘de ne işi var”  sorusuna verilecek bir hayli cevabın olduğunu öğrenmiş oluruz.                                                                          

Esad-Baas Suriye’si Türkiye’nin hiçbir zaman dostu olmadı                                                            

Türkiye’nin Suriye ve Rusya birlikteliğinden rahatsız olmasının bir sebebi de 1971 yılında imzalanan bir anlaşma ile Suriye’nin Rusya’ya askerî limanlı bir bölge kurmasına izin vermesidir. Suriye, Rusya’nın bölgedeki stratejik varlığını bu zihniyete sahip askerî ve sivil bürokrat ve aydınlar eliyle koruduğu gayet açık ve şimdilik bu yapının hâkimiyetinin kırıldığı söylenemez. Oğul Esad iktidara gelince ABD ile başlattığı kısa süreli “dostluk” Rusya’yı endişelendirdiği malûm.                                  

Suriye rejimine bugünkü şeklini büyük nisbette Hafız Esad vermiştir. 1970’de darbe yaparak devleti ele geçiren Hafız Esad Şam’da 30 yıl despot bir şekilde hâkimiyet kurdu ve sürekli olarak Sünnî İslamcı muhalefeti ezdi. Rejimin temel meşruiyet problemi Nusayri Esat azınlığının Sünni çoğunluğu yönetmesidir. Ancak bu noktada bir açıklama yapmak gerek. Nusayri Esat azınlığının bütün kadrosunun Nusayri olmadığını, en tepedeki asker ve devlet erkânı arasında Sünnilerin de bulunduğu bilinen bir gerçek. Esas problem Nusayri Esat oligarşisinin etrafında oluşan Baas rejimi ve zihniyetidir. Bugün bir Suriye meselesi karşısında ne yapması gerek suali ile karşı karşıya olan bir Türkiye var. Muhteşem Osmanlı zamanlarının rüyalarını görmek elbette hakkımız. Hilafetin Türklerde olduğu ve ümmetin hâmiliğini yaptığımız kudretli zamanlar yok. Bilad-ı Şam dediğimiz ve tasarrufumuzda bulunan Suriye’ye Batılılar Ortadoğu diyorlar ve sınırları cetvelle çiziyorlar.                                                                 

PKK’nın besleyici ve koruyucuları Esad ailesidir                                               

Abdullah Muradoğlu’nun 22 Ocak 2012 tarihli Yeni Şafak’taki “Türkiye ve Suriye’deki darbelerin şifreleri” yazısında Esad Suriye’sinin 1970’li yıllardan bu yana PKK ve daha sonra adı “Hatay Kurtuluş Örgütü” ne dönüşen “THKP-C Acilciler Örgütü” gibi birçok Marksist Kürt örgütlerinin Esad ailesi tarafından desteklendiğine dair çarpıcı bilgiler var. Hülâsa olarak nakledelim:                      

Suriye’de iken Öcalan istihbaratın denetimindeydi. Önce askeri istihbarat, daha sonra Esad ailesinden Cemil Esad tarafından yönetildi. Öcalan, ‘Biz önce askerî istihbarata bağlıydık, sonra bizi Cemil Esad’a bağladılar’ dedi. Kürtçülük politikasıyla meşgul olan herkes bilir. Abdullah Öcalan’ın Temmuz 1979’da Suriye’ye yerleşmesinde Hafız Esad’ın Aralık 2004’te ölen kardeşi Cemil Esad’ın önemli rol oynadığını sağır sultan dahi bilir. Cemil Esad'ın Öcalan’ı Türkiye’ye karşı kullanmak için Suriye’ye getirmiştir. Cemil Esad, Öcalan’la çok samimidir. Hafız Esad, Öcalan ile direkt görüşmüyordu ama Suriye’de bulunduğu süre içinde Öcalan ile ilgili bilgileri muntazam bir şekilde Cemil Esad’tan alıyordu. Cemil Esad, PKK’yla derin ilişkiler içerisindedir. Öyle ki 1989’da Batı Almanya’nın Düsseldorf şehrindeki PKK yargılamasına avukat olarak katılacak kadar yakındır. PKK’nın yayın organı ‘Serxwebun’ dergisine bir röportaj vererek Türkiye’ye ağır eleştirilerde bulunmuştu.                                                                                                         

Zamânın Süfyân’ı olan Esad’ın Şam’da çıkması                                                            

Hz. Peygamber Efendimiz’in, “Şam’ın ortasından, adına Süfyânî denilen ve kendisine tâbi olanların çoğunun Kelb Kabilesi’nden olacağı birisi çıkar. O, insanları öldürür” buyurduğu gibi zamanın Süfyânı olan oğul Esad da tevarüs ettiği karakteri gereğince bugün fitne çıkarmaya ve öldürmeye devam ediyor.   Hâsıl-ı kelâm, Esad Suriye’si kırk yıldır Türkiye’nin kuyusunu kazan hain bir devlet! Esad idaresine nasıl güvenilir? Gâfillere ve nâdanlara duyurulur. Suriye “Ölüm tarlalarına” dönüşmüş bir cehennem ülkesi bugün, “fitne” kol geziyor. “Müslümanlar kardeştir ” düsturunun nâmı yok. Fethi Gemuhluoğlu’nun 1975 yılında söylediği “Fitnenin evveli Şam, âhiri Şam'dır” sözüne tâ o zamanlar kulak verilmeliydi.                                                                                                    

Ümitsiz değiliz. Bu belâyı def edecek kuvvet asırlardır İslâm’ın bayraktarlığını yapmış olan Hakk’a tapan Türklerin ordusudur ki, Esat’ın ve PKK/PYD zulmüne tek başına karşı duruyor bugün. 

Bu yazı toplam 722 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim