Sorular soruyoruz cevaplara bizi götürsün diye ama basit bir şeyi atlıyoruz; elmalarla armutlar birbirine karışıyor. Oysa ilk öğrendiklerimizdendir elmalar ve armutlar… Gelgelelim bugün lisanımızda hepsi birbirine karışmış durumda.
Bazen söylediğimin nasıl anlaşıldığını öğrenmek için bir çaba içine girmeye gerek kalmadan olasılıklar içinde en makul olanının anlaşılmasını tercih ediyorum. Garip bir durum ama gerçek. O yüzden sanırım kitaplar arasında gezinmeye bırakıyorum çoğu zaman kendimi, düşünceler ve ifadeler arasında gelip gidiyorum. Ne anlıyorum, biliyorum da anlatabiliyor muyum emin değilim ya da anlatabileceğimden mi demeliyim? Kendime de bırakabilirim pekâlâ ama anlatmaya kalkmak, ne anladığını görmek gibi oluyor. Ve başlıyorum.

İnanmayı mı neye inandığını mı bilmiyorsun?
“Lisanınızın temellerinin sorguya çekilmesini ister misiniz? Lisanınızın temellerinin sorulara konu olması demek, hipotetik sistemlerinizin olaylarla herhangi bir karşılaştırmaya girmeksizin sorguya çekilmesi demek olacaktır.” diyor Şakir Kocabaş, İfadelerin Gramatik Ayrımı kitabında. İster miydim ya da ister miydiniz? Karışık mı? Hadi en baştan: Bugün biz bir anlam kargaşası ve ortak dil tutturma söylemleri içindeyiz ama soruyor muyuz kendimize ‘ortak dil’ neye göre? Yani biri size bilimsel bir açıklama yapıp sizden bilimsel bir sonuç mu bekliyor yoksa bilimsel açıklaması sizin inancınıza kaynaklık mı etmek amacında? Ya da inancınızı bu bilimselliğe dayandırıp sizi kendi bilimselliğine çekmek mi mevzu?
Yazının devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/17478/gelismis-bir-lisan-anlayisi-icin-ne-gerekli.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.