Herhangi bir değer yargısında bulunmadan Soma ilçemizde meydana gelen elim olay, toplumsal vicdana saplanmış bir ok gibi insanları, toplumu ve dünyayı sarsmış görünüyor. Olayın yeryüzünde, toprak üstünde değil, adeta ölümün özünü barındırıp büyüten toprak altı kucağında meydana gelişi yüreklere, ürperten korkunç bir giz etkisi saldı. Bu giz hem insanların içini alt üst etti, hem hayatını kaybedenlerin can ocağını dağıttı. Giz, bilinmez, sır yok etse de, can verse de çeker, cezbeder. Ölüm adeta, somut ama algılanamaz ve kavranamaz bir sembole dönüştü.
Ne var ki, olay fiziki dünyanın içinde ve şartlarında meydana geldi. Hayatın gereği olarak, kendilerinin ve çoluk çocuklarının, ailelerinin rızıklarını temin etmek için her gün ve her an duydukları ölümün nefesiyle ocakta kuşatıldılar. Elbette kaderin hükmü babındadır bu. Ama kader, fiziki dünyayı ve şartlarını, neden ve sonuçlarını yok saymaya gerekçe oluşturmaz. Başka bir çizgi ve düzlemi işaret eder. İnsanın yapıp etmeleri, fiil ve davranışları hayatı ve mematı kaderin sınırsız sınırına bağlıdır, ama bunların sorumluluğuna atfedilemez. Edenler olmuştur ama kabul görmemiştir.
Bir “olay”ı, mesela bir şeyin resmini çekmede olduğu gibi, tasvir etmede ya da nakletmede bile doğrudan olmasa da dolaylı veya ima yollu bir değerlendirme yapılması kaçınılmazdır. Soma maden ocağında yüzlerce insanın rızkını temin çabası içinde hayatlarını kaybetmeleri, ne kadar olduğu gibi anlatılmak istenirse istensin, şu veya bu taraf içinde olmayı belirler. Bu belirlemede neden ve sonuç ilişkisinin nasıl kurulduğu önem taşır.
Soma maden ocağında hayatlarını yitirenler, şirket yöneticisi olsalar bile, belirleyici ölçüt “emek”tir. Emek evrenseldir, eşittir, hak ve adaletin içeriğidir, insanın insan olmasını temellendiren özdür. Emeği birtakım statü, kategori, kalıp ve biçim halinde nitelendirmek, onun özünü değiştirmez. Belediye çöpçüsünün emeğiyle üniversite hocasının, tornacı çırağıyla makine mühendisinin, dok işçisinin emeğiyle edebiyat yazarının emeği aynı özü taşırlar. Meydana getirdikleri farklı biçimlerde olsalar da aynı kaynaktan çıkmadırlar. Emeğin öz olduğu unutulduğu ya da örtbas edildiği için birtakım adlandırmalar yanlış değerlendirmelerin temsili sayılmıştır. “İşçi” denildiğinde, emeğin evrenselliği, insaniliği yanlış değer kalıbına dökülmektedir. Soma’daki olay “işçi” kavramının nasıl içinin boşaltıldığını çok yönlü olarak ortaya koymuştur, en azından uyarmıştır.
Bir diğer uyarıcı etken, belli bir ideolojinin “düşman” kabul ettirilmesi suretiyle 24 Ocak ’80 tarihinde yürürlüğe “metazori” dayatılan “yeni-kapitalizm” (vahşi de denilen) ideolojisinin gereği olarak “özelleştirme” kisvesi altında “beytü’l-mal”in, kamu malının, belli azınlıklara, bizzat devlet eliyle yağma edilmesidir. Otuz yılı aşkın süre içinde, gelip geçen bütün siyasi kadrolar, “beytü’l-mal”in yağma edilmesine ganimet paydaşı ya da destekçisi olarak katılmışlardır. Rahmetli Erbakan ve Ecevit, imkanları ölçüsünde buna direnmişler ama sesleri boğulmuştur.
Başka uyarıcı etkenler arasında en önemlisi, “devlet” bilinci ve terbiyesinin tam anlamıyla “fıkdanı” gibi görünmektedir. Devletin izmihlali şeklinde de düşünülecek bu durum, Türk toplumuyla devlet kurumu arasındaki kendine özgü bağ, henüz o noktaya varmış mıdır, kuşkusunu sordurmuyor ve kaldırmıyor.
Hayatını kaybeden işçi kardeşlerime rahmet diliyorum.
Yazının devamı için: http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Soma_olayi/20003#.U3xQQ_l_tyQ































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.