• İstanbul 19 °C
  • Ankara 21 °C

“İstanbul Sözleşmesine Reddiye” (2)

Ahmet Doğan İLBEY

Madde 12-Genel yükümlülükler

1-Taraflar, kadının aşağılık bir cins olduğu veya kadın ve erkek için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.

(…) İstanbul sözleşmesinin kabul edilmesi, bir taraftan kendi medeniyet haznemize hakaretken diğer taraftan kendi ilim ve tefekkür adamlarımızı tahkir etmektir. Zira Türkiye, mezkur sözleşme metninden çok daha iyisini hazırlayacak ilim ve tefekkür kadrolarına sahiptir. Diğer taraftan bu milletin asil kadınları, tüm ülkede “kültürel kapitülasyon” kurulmasının malzemesi veya vasıtası olmayı kabul etmeyecektir. (…) Ne ki seksen küsur milyon nüfusa baliğ bu milletin yarısını teşkil eden kadınlarımız asla böyle bir ihanetin manivelası olmayacaktır. O halde, kültürel kapitülasyona karşı sürdürülen asil mücadelede, güç merkezlerine dayandığı için sesi fazla çıkan kapitülasyon memurlarının gürültüsüne pabuç bırakılamaz ve bırakılmayacaktır.

3-İslam, milletimizin ruhudur; İslami kültür, milletimizin varoluş teminatıdır.

(…) Sözleşmenin 42. Maddesi; kültürümüze, geleneklerimize, dinimize (İslam’a) ve bunların teklif ettiği “namus” mefhumuna adeta savaş açmış vaziyettedir. Mezkûr madde ve birinci fıkrası şöyledir:

Madde 42-Sözde “namus” adına işlenen suçlar dahil olmak üzere kabul edilemez gerekçeler

1-Taraflar, işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezai işlemlerde kültür, gelenek, din, görenek veya sözde “namus”un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesini sağlamak üzere gereken hukuki ve diğer tedbirleri alır. Bu, özellikle mağdurun kültürel, dini, sosyal veya geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını veya törelerini ihlal ettiği iddiasını da içerecektir.

Bu ifadelerle çerçevelenen muhtevanın kabul edilmesi, İslam’ın reddedilmesidir. Bir insanın (ve kadının); kültürel, dini, sosyal veya geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını veya törelerini ihlal ettiğini ileri sürememek, hayatın hiçbir sahasında ve hiçbir insan davranışında İslam’ın esas alınmaması demektir. Meselenin sadece kadına şiddet konusuyla izah edilmesi mümkün görünmemektedir. Nitekim sözleşmenin “Tanımlar” başlığını taşıyan 3. maddesinde, “psikolojik şiddet” gibi sınırları belirsiz bir suç üretilmiştir. Bir insana “psikolojik olarak acı veren” ifadesi, “yanlış yapıyorsun” sözünü bile kapsayabilecek şekilde suistimale açık görünmeketdir. Mesela buna göre, karısının başka bir erkekle kendi evinde zina ettiğini tespit eden bir erkek, ona “ahlaksız” diyemeyecek ve bu tavrını İslam’a, İslam’ın namus mefhumuna dayandıramayacaktır. Zira bu tavır hem psikolojik şiddet içermiş; ayrıca yapılan fiilin ahlaksızlık olduğunu söyleyen İslam’a dayanılmış olacaktır. Sözleşmenin 3. Maddesinin …. a bendi şöyledir:

Madde 3-Tanımlar

a. “kadına yönelik şiddet”, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadına fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem ve eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.

Hiçbir sözleşme; bu milleti ve milletin sahip olduğu örf, adet ve gelenekler ile bunların kaynağı olan İslam’ı, İstanbul Sözleşmesi kadar tahkir etmemiştir. Hiçbir sözleşme veya kanun, İslam’ın bir ülkeden tasfiye edilmesi için bu kadar açık şekilde “yabancı kültür iktidarı” kurmamış, kültürel kapitülasyonları kabul etmemiştir. Dünyada birçok ülke yöneticilerinin kültürel kapitülasyonlara razı olacağı, hatta bunu vazife kabul edeceği aşikârdır. Bunun misalleri de çoktur. Fakat “insanlığın son umudu ve son karargahı” olan Türkiye’nin böyle bir şeye alet olmamasını ve Hükûmetin bu hususta son derece hassasiyet göstermesini beklemek Müslüman milletimizin en tabii hakkıdır. Zira hem ülkemizin hem de milletimizin, mazide gerçekleştirdiği ve istikbalde üstleneceği “insanlığı temsil” vazifesine uygun olan da budur. Müslümanlar, hem İslam’ı tasfiye etmeye yönelik bu tür küresel çaptaki operasyonlara karşı mukavemet etmeli hem de bunu makbul ve meşru gören içerideki mahfillere karşı uyanık olmalıdır. Bu çerçevede hükûmetin sözleşmeyi iptal etme yönünde vereceği karar aciliyet kazanmış durumdadır.

4-Asırların tecrübesiyle teşekkül eden İslami geleneklerimiz, Batı hayranlığına feda edilemez.

(…) İslam’a karşı açılan savaşı, “kadına şiddet” başlığı altında kamufle ederek meşrulaştırma teşebbüsleri sinsi bir operasyonun habercisidir. (…) Yanlış birtakım geleneklerin tasfiyesi ve bozulan geleneklerin tashihi, İslam’ın hayattan tasfiyesi ile gerçekleşmeyeceği gibi, İslam’ın tasfiyesi için asla mazeret de oluşturmaz. Bozulan geleneklerimizi nasıl tashih edeceğimiz ve yanlış gelenekleri nasıl tasfiye edeceğimiz meselesi, kendi fikir ve ilim adamlarımızın mevzuudur. Bu meselelerin Batı kültürünü ithal ederek halledilmesi mümkün olmayıp hâlen sürüklendiğimiz sosyolojik kaos buna şahittir. Yine bu meseleler, Batı’nın kültür kapitülasyonu kurmasına mazeret de yapılamaz. Bunların kendi içimizde çözülmesi yerine Batı kültürünün ithal edilmesi, aynı zamanda bu milletin ilim ve tefekkür kadrolarına itimat edilmemesidir ve ağır bir hakarettir. (…) Beyannamenin bu maddesi için sözleşmenin herhangi bir maddesini delil göstermek gerekmemektedir. Çünkü tüm sözleşme metni, baştan sona Batı hayranlığını ilan etmekte, Batı kültürünün “üstün kültür” olduğu kabulüne yaslanmaktadır. Bu milletin hiçbir evladının buna razı olması ve tahammül etmesi beklenemez.

5-İthalat maddî kıymetlerle mahduttur, mânev kıymetler ithal edilemez; kültürün ithali ruhi intihardır.

Bir milletin varoluşu, kendi kültürel kıymetleriyle mümkün ve kaimdir. Milletlerin varoluşları, bedenlerinin yaşamalarıyla ilgili değil, kendini tarif ettiği kültür kodlarını muhafaza etmesi ve hayata geçirmesiyle ilgilidir. Bunun en bariz ve müşahhas misali, kültür ithaline karşı takınılan tavırdır. (…) Nitekim sözleşmeyle bağlayıcı kayıtlar oluşturan ve onun tatbikatını takip etmek için mekanizmaların kurulmasının sözleşmeyle imza altına alınması, milletin ruhuna kastedilmesidir. Millet olabilmek, kendi asli kültürüne dayanmakla; millet kalabilmek ise kültürel ithalatı en şiddetli şekilde engellemekle mümkündür. Kadın, erkek ve aile tariflerini Batı’dan almak, bunlarla ilgili tüm kıymet ölçülerini, mesela “namus” mefhumunu yabancı kültürlere emanet etmek ruhi intihardır. Bu zâviyeden İstanbul sözleşmesi, kadın ve aile meselesinden hareketle tüm hayata şâmil bir kültür ithalatıdır.

6-İnsan tabiatına dönük tüm taarruzlar reddedilmeli, “insani sınır” muhafaza edilmelidir.

İstanbul sözleşmesi, imzacı tarafların dinlerini tasfiyeye matuftur, Hıristiyan bir ülke imzaladığında sözleşmedeki “din” kelimesi Hıristiyanlığı, Müslüman bir ülke imzaladığında İslam’ı ifade etmekte, böylece sözleşmeyi imzalayan ülke sayısınca dinleri tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Fakat mesele bundan ibaret değildir, sözleşme aynı zamanda insana ve insan tabiatına açılmış bir savaşın da mevcut olduğunu göstermektedir. Haddizatında dinin en büyük görevi fıtratı (insan tabiatını) korumaktır. Fıtratı ifsat etmeyi hedefleyen milletlerarası mahfiller, önce insanlar tarafından mukaddes bilinen “din” kavramını ve dini hassasiyetleri yok etmeye yönelmiştir. İnsan iki cins olarak yaratılmıştır; erkek ve kadın. İnsan tabiatının cinsiyet sınırı bundan ibarettir. Cinsiyet ise insan tabiatının vazgeçilmez bir hususiyetidir. Zira “insan”, iki cinsin (erkek ve kadının) vuslatı ile doğmakta, dünyaya gelmektedir. Bunlar dışındaki muhayyel (ve suni) cinsiyet ihdası, insanın doğumuna engel olacaktır. İnsanın doğumuna, yani yeni nesillerin yetişmesine engel olan herhangi bir özelliğin kabulü, insana kastetmek, insan neslinin devamını engellemektir. İnsanın doğumuna mani olacak her türlü fikir ve tavır, insanlığa ve insan tabiatına açılmış bir savaştır. Sözleşmenin 4. Maddesinin 3. Fıkrası, iki cinsiyet dışındaki tüm sapkın eğilimleri “cinsel kimlik” veya “cinsel tercih” ifadeleriyle meşru göstermekte ve kabul edilmesini sağlamaktadır. Erkek ve kadın cinsiyetleri dışındaki sapkınlıkları meşru kabul etmek, insana ve insan tabiatına savaş açmak, insan neslinin devamına ve sağlıklı nesillerin yetişmesine engel olmaya çalışmaktır. Bahsi geçen fıkra şöyledir:

Madde 4-Temel haklar, eşitlik ve ayrım gözetmeme

3-İşbu sözleşme hükümlerinin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşe sahip olma, ulusal veya sosyal menşe, bir ulusal azınlıkla bağ, mülkiyet, doğum, cinsel tercih, cinsel kimlik, yaş, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen ya da mülteci olma durumu veya başka statüler temelinde herhangi bir ayrımcılık olmaksızın Taraflarca uygulanması güvence altına alınmıştır.

Erkek ve kadın cinsiyetinin dışındaki sapkın eğilimlerin “cinsel kimlik” ve “cinsel tercih” ambalajıyla yaygınlaştırıldığı düşünüldüğünde, insan neslinin sıhhatinden bahsedilebilir mi? Mesela homoseksüellik ve lezbiyenlik tüm insanlığa yayılırsa; sebepler noktasında erkek ve kadının beraberliğiyle yaratılan “insan” neslinin istikbali teminat altına alınabilir mi? Batı’nın, Yunan mitolojisine kadar geri gidilse bile sapık ve sapkın eğilimlerle memlû (dolu) olduğu görülmektedir. Batı’nın kendi sapkınlığını insanlığa yayma teşebbüsü karşısında sessiz kalmak, ile başta insanlığa karşı vazifenin yerine getirilmemesidir ve fıtrata ihanet kabilindendir. Dünyada hiçbir millet bu operasyona karşı mukavemet göstermese bile genelde bütün Müslüman ülkeler, özelde Türkiye buna karşı şiddetli bir mücadele yürütmek zorundadır. Sözleşmenin 4. Maddesinin 3. Fıkrası ve daha birçok maddesi yerinde dururken; hem sözleşmenin müdafaa edilmesi hem de sapıklıklara taraf olunmadığının, hatta karşı olunduğunun iddia edilmesi imkansızdır. Kaldı ki sözleşme, tüm maddeleriyle birlikte “kültürel kapitülasyon” mahiyeti taşımaktadır, sözleşmeyi kabul ve müdafaa etmek; erkek, kadın, çocuk ve aile fikriyatını Batıdan ithal etmektir. Sözleşme, insanın tabiatına karşı açtığı savaşta hiçbir sınır tanımamaktadır. İnsan tabiatına aykırı her sapıklığın, sadece zorla yapılması yasaklanmıştır. Bunun özellikle vurgulanması, söz konusu fiillerin rızaya dayalı şekilde yapılmasını meşrulaştırmakta, serbest bırakmakta hatta bunları “hak” addetmektedir. 36. Maddenin 1. Fıkrası ve bentleri şu şekildedir:

Madde 36-Tecavüz dahil olmak üzere, cinsel şiddet

1-Taraflar, aşağıda belirtilen kasıtlı davranışların cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır

a-herhangi bir organıyla veya bir cisimle bir başka kişiyle, rızası olmadan vajinal, anal veya oral olarak cinsel nitelikli eylemlerde bulunma,

b-kişiye karşı rızası olmaksızın diğer cinsel nitelikli eylemlerde bulunma,

c-rızası olmayan bir kişinin üçüncü bir kişiyle cinsel nitelikli eylemlerde bulunmasına neden olma

Maddenin (a) fıkrasındaki (bunlar fıkra mı bent mi?) sapıklıklar sadece zorla yapılması halinde yasaklanmıştır. Bu tarif, aynı zamanda ilgililerin bunları rızalarıyla yapabileceğini söylemektedir. 36. Madde bununla da iktifa etmemiş, (b) fıkrasındaki “diğer cinsel nitelikli eylem” ifadesiyle, yazılı olarak kayıt altına alınmayan her türlü sapıklığın önünü de açmıştır. Bu fıkraya göre, mesela hayvanlarla cinsel ilişki kurmaya kadar giden bir sapıklık alanı oluşturulmuştur. Sözleşmenin üzerinde durduğu tek husus, zorlama olup olmamasıdır. Adeta “Zorlama olmaksızın, gönüllü bir şekilde her türlü sapıklığı yapabilirsiniz!” denilmektedir.Oysaki insan tabiatına savaş açmak, aynı zamanda “insan”a savaş açmaktır. İnsana savaş açmanın ana cephelerinden biri ise neslin devamına engel olmaktır. Sözleşmenin 39. Maddesi, kürtaj ve kısırlaştırmayı da  dolaylı olarak meşru hale getirmektedir, yine tek şart zorla olmamasıdır.

Madde 39-Zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma

Taraflar aşağıdaki kasti davranışların cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır:

(Buradaki a, b,..maddein hangi fıkrasının bentleri?)

a-kendisinin daha önceden bilgisi ve rızası olmaksızın kadın üzerinde kürtaj gerçekleştirilmesi,

b-kendisinin daha önceden bilgisi ve rızası olmaksızın ve süreci tam olarak anlamaksızın kadının doğal üreme kapasitesini sonlandırma amacı veya etkisi taşıyan cerrahi operasyon gerçekleştirilmesi

7-İnsan, erkek ve kadın cinslerinden oluşur; suni cinsiyet inşası, insanlığa açılmış bir savaştır.

Sözleşme maddelerinde, sadece sapkın cereyanlar müdafaa edilmek ve dokunulmaz kılınmakla iktifa edilmemiş, aynı zamanda yeni sapıklıkların üretilmesine vasat hazırlanmıştır. Sözleşmenin dil ve üslubundaki sinsilik, metnin “kadına şiddet” başlığı altında okunmasını ve asıl meselenin fark edilmemesini sağlamaktadır. Sözleşmenin 4. Madde 3. Fıkrasındaki “cinsel tercih” ve “cinsel kimlik” vurguları, hem mevcut sapıklıkları koruma altına almakta hem de yeni sapıklıkların uydurulmasına fırsat ve imkân sağlamaktadır. Homoseksüellik, lezbiyenlik, biseksüellik gibi sapıklıklar sayılmış olsa, yazılı kayıt bu sayılanlardan ibaret olacaktır. Fakat sözleşmede, sapkın eğilimleri dile getirmeyerek “cinsel tercih” ve “cinsel kimlik” gibi genel ifadeler kullanılmaktadır.

Böylece, üretilmesi muhtemel yeni sapıklıklar da bu ifadelerin koruma şemsiyesi altına girmiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle, bir insan, herhangi bir sapıklık için, “benim cinsel tercihim bu” dediği takdirde sözleşmenin koruması altına girmektedir. Kimin ne türlü sapıklıklar üreteceğini önceden tahmin kabil olmadığına göre, sözleşme ile önü açık bir sapkınlığa zemin hazırlanmış olmaktadır. (ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 165 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim