• İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C

Kalem ve yazıcının dostluğu

Ahmet Doğan İLBEY

Ey kalemim! dedi yazıcı. Mâsivayı, karanlığı ve zâlimleri yazmaktan ruhum karardı. İçimin aydınlanmadığını fark ettim. Dünya kokan fikirleri yazıya dökmekten ikrah geldim. Kalbime ferahlık vermeyen, gönlüme inşirah buldurmayan mâlâyânî mevzulardan sıyrılıp yazıyı terk edeceğim. Sen de yazmayı bırak kalemim!

Kalem: “Yâ Rab! Beni câhil eline verme”

Dostlukları kadîm zamanlarda başlayan iki dost birbirlerine baktılar. Yazıcısı yazmayı terk edeceğini söyleyince onunla olan hâtıraları, beraber olduğu cezbe dolu geceler aklına geldi ve elife benzer endamını hüzün kapladı kalemin. Kalemin hüznü, mutasavvıf, şair ve hattat Müstakimzâde Süleyman Sadeddin’in (1719-1788) “Kalem feryâd idüp ağlar mürekkep / Beni nâdân eline virme yâ Rab” mısralarındaki hüzün kadar ağırlaştı. (Tuhfe-i Hattâtîn’de Hat Sanatını Ele Alan Şiirler, Dergipark.org.tr. 28 Mart 2019)  Kalem, nâdan eline düşmekten korktuğu için “Yâ Rab! Beni câhil eline verme” diye ağlamaya başladı. Gözyaşları, yazıcısının kareli defterinin sayfalarına döküldü.

Gözyaşları içinde yazıcısına baktı kalem

Kalem, yazıcısının elinde aşk ve cezbe hâlinde yazı yazdığı günleri düşündü ve yazmayı bırakacağına bir mâna veremedi. Çünkü yazıcısını yazmaktan başka hiçbir şey cezbe hâline sokamaz ve mutlu edemezdi. Ancak yazarken uzaklaşırdı dünyanın tesirinden. Yüreğinden fışkıran aşka kesilmiş kelimeleri bir ırmak coşkunluğuyla yazardı kağıdın beyaz sayfalarına. Yazdıkça yaşadığının farkına varır, saadetten uçardı? Çünkü tek dostu kendisiydi. Yazıcısı kendini bırakıp âhir ömründe hayatı nasıl cezbeli ve aşklı kılacaktı? Yalnız bırakılan bir insan gibi gözyaşları içinde yazıcısına baktı kalem. “Benden artık usandın mı? Ultra-teknolojik yazıcıların hâkim olduğu bir devirde benimle yazmaya utanıyor musun?” dedi.

Kalem, yazıcısının suskunluğunun devam etmesine, kendine gönül alıcı sözler söylemeyişine içerlemişti. Yüreğinden kopan sayha ile konuşmaya başladı. Ben olmasaydım, dedi kalem, Kur’ân-ı Âzimmüşşan mushaf olarak Ümmet-i Muhammed’in gönlüne nasıl nur saçardı? Edipler ve âlimler nasıl ulaştırırdı yazdıklarını bütün çağlara?

Kalemin sitemi yazıcının yüreğine ateş düşürdü

Kalemin sitemi yazıcının yüreğine ateş düşürdü. “Yazmayı terk edeceğim” sözü, inançlarını terk ediyormuş hissine dönüştü ve dimağına kıymık gibi batmaya başladı. Kalemin kadîm zamanlardan bu güne yaptığı hizmetler aklına geldi. Vicdanı yaralandı. Mütefekkirlerin yazdıklarını ve Dîvan şairlerinin, kalemi bir sevgili olarak gören beyitlerini okuduğunu hatırladı. Şairlerin büyük atası Fuzûlî’nin, “Alınmış akçe ile bir kulundur makbûl / Başını eğer keseler eylemez firâr kalem” beyitiyle kalemi, “Başını kesseler bile firar etmeyecek makbul bir kul olarak” tasvir etmesi kaleme olan sevdasını coştururdu. (Nejat Sefercioğlu, “Yazı İle İlgili Unsurların Dîvan Şiirinde Kullanılışı, Türkoloji.cu.edu.tr. s.6)

Kalem sırdaştır sâdıktır yazıcıya

Tasavvufta kalemin sırdaşlığı dervişe benzetilirdi. Dîvan şairi Helâkî’ye göre kalem, kendisine verilen sırları hayatı pahasına başkasına söylemeyen çok iyi bir sırdaştır: ““Her kişinün kir sırrın ide sînede nihân / Kat’olmayınca başı dimez hayr u şer kalem.” Yâni, kalem seyr ü sülûk yolunda olan ve bu yolda aşk kılıcına başını kestirmiş âşık ve sâdık biridir. (Sefercioğlu, adı geçen makâle, s.7)

Gönlünde demlenen kelimeler kağıda düştükçe sevinçten uçup kendinden geçtiği zamanlar aklına geldi yazıcının. Yazıcının gücü mârifetinden olduğu kadar, kalemin sadakatli dostluğundan neşet ediyordu. İnsanoğlu kalemin sâyesinde okumuştu yazdıklarını. Yazdıkları, kalem sayesinde kağıdın yumuşak sayfalarında neşvünema bulmuştu? Kalem olmasaydı hünerini nasıl gerçekleştirirdi.

Bu sualler döküldü dilinden. Etle tırnak gibi birbiriyle bütünleşmiş kalem ve yazıcının dostluğu insanoğlundan eskiydi. Dostluklarının mecburî ve rutin bir vazife beraberliğinden doğmadığını yer ve gök bilirdi? Aşk ve meşkle birlikte olunan bir dostluktu bu. Yazının sırlarını, fikir ve duygularını beraber taşımışlardı. Aralarında kimselerin bilmediği ne sırlar vardı? Ne cilveler yapmışlardı birbirlerine? Yazıcı, kalemini üzdüğünde gönlünü fazlasıyla alırdı.

Yazıcı yazmaya başladı mı kalem sevincinden uçardı

Âlimler ve edipler bildirmişlerdir ki, ilk çağlardan bu yana bu iki dost arasında bencillik görülmemiş, hep sevmişler birbirlerini. Bir varken diğeri de vardı. Fıtratları ve vazifeleri onları aynı yazgı içinde dost kılmıştı. Yazıcı yazmaya başladı mı kalem sevincinden uçardı. Hemhâl olduğu tek yoldaşı kalemdi. Derûnunda olan her şeyi kaleme anlatır ve onunla söyleşerek yalnız olmadığını anlardı her dem.

Yazıcının kaleme söylediklerinden pişman olması

Âlimânın ve üdebanın sözleri aklına geldi yazıcının. Kalem dostluğu kıymetlidir bilene.  Kalem dostluğu, yazıcı ile kalemin birbirine vefa göstermesiyle hâsıl olurdu. Yüreğinde bir sızı hissetti. Bir ah çekti. Kaleme vefa gösterenlerdenim şükür, kalemle gönül bağım bezm-i elestte verilen söz üzere devam ediyor, dedi.

Yüreğine indi kaleme söyledikleri. Hayatı kendine bediî ve mânalı kılan, sokakta haydut olmaktan ve modernizmin ifsadından kurtaran kaleme söylediği sözlerden bin pişman oldu, içi yandı. Dosthânesinde, yâni mağarasında mâveraî bir hayatı yaşamasını öğreten kitaptan sonra yazının efsunî gücüyle tanıştıran kalemdi? Yazıcı başını masaya koydu. Hayâl ile rüya arasında bir ânı yaşadı. Sonra kaleme baktı, eline aldı. Ey vefalı dost! Kadîm hikâyeni anlatıp, kırdığım gönlünü almak istiyorum, dedi: 

“Kalem hikâye-i evveldi”
“Kalem, hikâye-i evveldi ve imtihan-ı evveli yazandı.” Yazmak için kalem gerekliydi. Sebeplerin sebebi hakiki müsebbip olan Allah’ın buyruklarını yazmak için vazifelendirilmişti. Mânevî ve zâhirî kelâmı hurufata geçirecek olandı. Dünyaya Âdemoğullarının hikâyesini ve dünya hayatının başını sonunu yazmak için gelmişti. Bütün kavimlerin ve onlara gönderilen peygamberlerin hikâyesini, yeryüzünde deveran eden, olup biten her şeyi yazmış ve yazmaya devam edecekti. İbret olsun diye güzel ve mukaddes olanın yanında çirkin ve kötü olanı da yazmış ve yazmayı sürdürecekti.                                                  *****                                                                                   Kitap ve dergiler

Korona yasakları hafifletilse de, mağaramda, yâni hânemde münzevî hayatım sürmektedir. Böyle zamanlarda en güzel hâdise hânenize kitap ve dergi gelmesidir. Bir kitap ve iki dergi geldi bu kez. “Kısa günün kârı” olarak hemen okudum.

“Tanışmak insanı yorar”

Eğitimci şair Mustafa Köneçoğlu’nun Mayıs 2021’de Şule Yayınlarından çıkan üçüncü şiir kitabı “Tanışmak İnsanı Yorar” ı bir solukta okudum. Diğer şiir kitapları aynı yayınevinden çıkan “Söz Hakkı” ve “Dünya Hâtırası” dır. Serbest vezinle ve kendine has üslûbuyla yazdığı şiirler var “Tanışmak İnsanı Yorar” da. Şiir zevki insandan insana, gönülden gönüle değişir. Her şiir kitabında insanı cezbeden ve çarpan şiirler vardır. Bu şiir kitabında da derûnumuzda iz bırakan şiirler var. Bir bölümüne arka kapakta da yer verilmiş “Cevizli Park” (s.20) adlı şiir hemencecik dokundu yüreğimize: “…Yaralanmak benim hakkım sarmaksa senin / Biçilmiş ekinler gibi geçip giderken günler / Bu sokaklar dedim, çıkmaza nasıl düşmüş / Sesimden taşınırken nasıl yaşlanmış evler.”

“Yunus” adlı bir şiir daha var ki (s.22) pek dokunaklı… “Ben dünyaya dâva için mi gelmiştim Yunus / Kanadı kırık kuşların ürkütülmüş çocukların / Hesabı bende toplandı terekesi de bende / Keşke bana da öğretseydin Türkçede bilenmeyi / N’apsam sesimin çatlağından kan sızıyor şiir.”

Adı geçen kitapta “Haskız” (s.58) adlı bir şiir hüzünlü yüreğime daha fazla dokundu: “Sen şimdi dağlara bakıyorsundur / Biliyorum dağlara ve kuzey rüzgârlarına / Gözlerin ve kalbin nemlidir Karadeniz kadar / Allah itleri de ana yapmasın diyorsundur mutlaka / Ha rüzgâr ha oğul ikisi de bir / Esip gidince bir daha dönmez yurduna / Dağ rüzgâr ve oğul hangisini bulursan sarıl / Haydi haskız yeniden ufka bak ağıtlar yak / Fundalıklar ve kurutulmuş anılar arasında  / Keder kalbine yapışık nizamdır / Ve gözyaşların yüzünle akraba / Bil ki benim de anne deyince Allah / Allah deyince sen geliyorsun aklıma / Birbirine açık iki pencere… / Birinden diğerine doğru durmadan doğuyorum / Birinden diğerine doğru hep ölsem bile.”

Yitiksöz                                                                                       

Yayın Müdürlüğünü Duran Boz’un yaptığı, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin yayınladığı “Yitiksöz-sanat, edebiyat ve düşünce dergisi”nin Haziran-Temmuz 2021 / 5. sayısı, Prof. Dr. Mehmet Narlı, Doç. Dr. Selim Somuncu gibi edebiyat hocalarının Yayın Kurulu’nda yer aldığı bir dergidir. Yitiksöz’ün bu sayısı nesir ve şiir ağırlıklıdır. Âtıf Bedir’in “Alaeddin Özdenören’de Şiirin Keşfine Dair Fragmanlar” yazısı dikkat çekiyor. Bahtiyar Aslan’ın “Abdurrahim Karakoç Neoklasik midir?” yazısı Karakoç’un şiir şairlik cephesini anlatan bir yazıdır. Yaşar Ercan’ın “Anlatıcılık Geleneğini Kim Öldürdü?” yazısı tafsilâtlı olmasa da, tarihten bugüne gelenekli sözlü kültüre dair bilgi veren anlamlı yazıdır.  Bu sayıda yazan bâzı isimler şunlar:  İbrahim Gökburun, Hilmi Uçan, Mehmet Solak, Mehmet Aycı, Cemal Şakar, Adem Turan, Arif Ay, Mustafa Aydoğan, Ramazan Avcı, Mustafa Köneçoğlu, Hasan Keklikçi, Şaban Sağlık, Ömer Aksay, Cengizhan Konuş, Suavi Kemal Yazgıç, Adem Turan, Eyyüp Akyüz, Hasan Yasin Altıner, İsmail Karakurt, Hayrettin Orhanoğlu.

Evvelâhir

Editörlüğünü yazar ve şair Ömer Yalçınova’nın yaptığı, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin “iki aylık kültür-sanat ve şehir dergisi” Evvelâhir’in Mayıs-Haziran 2021/ 4.sayısı önceki sayılar gibi şehrin kimliğini tanıtıyor. “Kahramanmaraş’ın Yaylaları: Başkonuş ve Yavşan” kapak başlığıyla Kahramanmaraş’ın tarihî kimliği, kültürel özellikleri, gelenekleri ve tabiat varlıkları üzerine yazılarla dolu.

Selçuk Küpçük’ün “Âşık Mahzunî ve 1970’lerden Bugüne Türkülerin Dönüşümü”, Mehmet Işık’ın “Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze Kahramanmaraş-3”, Mehmet Kırmızıkaya’nın “Başkonuş ve Yavşan Yaylaları”, Abdullah Bilal’ın “Mehmet Kırmızı Kaya ile Doğanın Her Şeyi Güzeldir”,  İbrahim Kanadıkırık’ın “Sultanlar ve Türbeler”, Ramazan Avcı’nın “Ruhun ve Bedenin Can Bulduğu Yayla: Yavşan”, Yasin Mortaş’ın Mortaş’ın “Maraş’ta Bir Ân”, Hüseyin Yorulmaz ve Mustafa Aydoğan’ın “Pulsuz Mektuplar-4”, Mehmet Koç ve Bilal Alimpınar’ın “8 Başlıkta Afşin”, Ömer Yalçınova’nın  Yusuf Köleli ile “Amacım İnsanı ve Doğayı Keşfetmek”, Mustafa Enes Anlamaz’ın “Direkli İrem Bahçesi Yurdu: Bağdat”, Ömer Yalçınova’nın “Başkonuş’a Gittiğim İlk Gün”, Ömer Aksay’ın “Maraş İçin Kalem Çalışmaları-1”, Yıldız Ramazanoğlu’nun “ Maraş Şiir ve Edebiyat Günleri”, Naime Erkovan’ın Maraş’ta Birgün”, İlknur Avcı’nın “Lezzetin Mekânı”, Yusuf Köleli’nin “Ömer Yalçınova ile Söyleşi”,  Ömer Yalçınova’nın Duran Doğan’la Müzemiz Tarihte Kültürel Yoculuk söyleşisi”, Bünyamin K.’nın “Acemli’nin Kuşevleri”, İsmail Göktürk’ün “Soluk Soluğa Üsküp-2”, Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün “Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Niyazi Can’a Açık Mektup” ve “Maraş’ın Bir Sembolü: Hartlap Bıçağı” bu sayıda yer alan yazılardır.(ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 203 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim