“Ömrün ucu uzun” derdi rahmetli annem beni aceleci, sabırsız ve hayal kırıklığı üzüntüsü yaşarken gördüğünde. Bu söz, kuşkusuz öncelikle yaş itibarıyla uzun bir ömrü kastetmiyor. Bir ömrün içine çok fazla şey sığabilir, kısa bile olsa. Birbirini tamamlayan, şaşırtan ibret verici ne çok tecrübe barındırıyor bir hayat! İlk dizi yazılarımdan biri Siyonizm üzerineydi ve Milli Gazete’de yayımlanmıştı, 1980’lerin ortalarında. Yeni Devir’de düzenli olarak yazmaya başladığım 1982’den bu yana Baasrejiminin zihniyetini birçok yazımda eleştirdim. Bu yazılardan en oylumlularından biri Doğu Konferansı’nın Lübnan bombalanırken Suriye’ye düzenlediği yolculuktan dönüşümde Dergâh dergisinde yayımlanmıştı. Üstelik o dönemde etrafımdaki yazar ve siyasilerin çoğu Şam rejimi ile iyi geçinmenin erdemlerinden başka bir şey söylemiyordu. Şam’da ve diğer şehirlerde halkla temas kurduğumuz her noktada Baas baskısının yol açtığı zorunlu sessizlik, sorular karşısında verilen ürkek ve kesintili cevaplar bir yazar olarak korkutucu gelmişti bana; Gerçek Hayat için kaleme aldığım yazılarda anlattım.
Bunları şu nedenle hatırlatma gereği duydum: Sınırları içinde yaşamak istemediğin bir ülkenin sistemini savunmazsın. Hayatım dikta rejimlerini ve zorba, tahakküme dayalı iktidar ilişkilerini sorgulamakla geçti. Edebiyat anlayışımın mayasında da bu var. Ne Esed’e ne de Baas rejimine en küçük bir yakınlık duymam mümkün. Buna karşılık Suriye “iç savaşı”nauluslararası müdahaleye tıpkı Libya’dakine olduğu üzere mesafeli durdum. Sezai Karakoç’un söylediği gibi bölge ülkeleri sınırların yüklediği önyargı ve hırsları bir kenara bırakarak bu sorunu birlikte çözsünler istedim. Bedelini Suriye halkının ödemeye devam ettiği “iç savaş” bir an önce bitsin diye yazmak suçmuş meğer! Sosyal medyada üzerime gelen birileri benzer bir ses tonuyla defalarca “Suriye’de bebekler ölüyor, hiç mi yüreğiniz sızlamıyor sizin?” diye soru yöneltebildiler bana. Vicdan müfettişleri üzgün yüreğin göstergesinin Esed rejimi karşısında ne yapacağına güven duyulamayacak NATO ile ittifaka ikna olmaktan geçtiğini düşünüyorlardı sanırım. Ya da Baas rejimi tarafından öldürülmüş insanların, özellikle de bebek cesetlerinin fotoğraflarını paylaşmak mıydı saf üzüntünün göstergesi? Dünyanın suskunluğundan yakınırken Müslümanların bir araya gelmelerine izin vermeyen bir parçalanma ve dağılmayı kışkırtan dil miydi yoksa samimi üzüntünün izahı?
Yazının devamı için: http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/19820/kliseleri-ne-zaman-asacagiz































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.