• İstanbul 11 °C
  • Ankara 9 °C
  • İzmir 16 °C
  • Konya 9 °C
  • Sakarya 10 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 14 °C
  • Gaziantep 16 °C
  • Bolu 7 °C
  • Bursa 12 °C

M. Seyfettin Erol'dan: Havada 'Kriz Kokusu' Var!

M. Seyfettin Erol'dan:  Havada 'Kriz Kokusu' Var!
Uçağın biri gidiyor, diğeri geliyor; bakanlarından teknik ekiplerine kadar. “1 Mart Tezkeresi” öncesi yaşanan havanın bir benzeri yavaş yavaş sürece hâkim olmaya başlamış görünüyor.
seyfettinerol22

Uçağın biri gidiyor, diğeri geliyor; bakanlarından teknik ekiplerine kadar. “1 Mart Tezkeresi” öncesi yaşanan havanın bir benzeri yavaş yavaş sürece hâkim olmaya başlamış görünüyor.

Aslında, benzer bir durum bundan tam iki yıl önce de yaşanmıştı. 2012’nin ikinci yarısından itibaren hız kazanan ziyaret ve uyarılarla kendisini gösteren süreç, Mayıs 2013’te iplerin kopmasına kadar gitmiş ve Türkiye hiç de hesapta olmayan iki önemli gelişmeye şahitlik etmişti: Gezi olayları ve Mısır’daki askeri darbe.

Gezi olayları ile yıllar sonrası tekrar “toplumsal krizi” derinden hisseden Türkiye, Mısır’daki askeri darbe sonrası ise dış politikasındaki çöken sacayaklar ile birlikte “değerli yalnızlık” içerisine itilmişti.

Bütün bunlar, 2013 Mayıs ayındaki o sır niteliğini önemli ölçüde korumaya devam eden, halen birçok spekülasyonların yapıldığı o meşhur görüşmeden hemen sonra, yaklaşık bir ay içinde gerçekleşmişti.

Niçin 2012 sorusunun cevabı da, Türkiye’nin çok güvendiği müttefikinin makas değiştirmesi olarak anlaşılacak ve bu anlaşılma ancak geçtiğimiz bir kaç gün önce açıklanacaktı. Bu kapsamda Başbakan Davutoğlu’nun; “Dış politikada bir stratejik hatamız yok. Sadece müttefiklerimize, BM’ye vs fazla güvendiğimiz söylenebilir...” açıklaması oldukça manidardır! Özellikle de zamanlaması itibarıyla...

Şimdi, o dönemde gündeme getirilen taleplerin bir farklı versiyonu ile karşı karşıyayız. 2012’de Türkiye’den Afganistan’da muharip güç olmasını, Esad sonrasında ise “Yeni Suriye” inşa sürecinde bölgedeki radikal grupların temizlenmesini isteyen ve bunun karşılığında Türkiye’ye bölgenin hamiliğini ve PKK ile mücadelede etkin bir desteği vaat eden güç, bugün Türkiye’yi bölgesel bir savaşın içine “koordinatör ülke” olarak sokmaya çalışıyor.

Daha önce “Türkiye modeli” üzerinden bölgeyi yeniden inşa etmeye çalışan bu güç, şimdi yeni Ortadoğu’ya göre yeni bir Türkiye inşası hedefliyor ve artık eskisi gibi de “cömert” değil.

Neyi ve kimleri kastettiğimi anlamışsınızdır. Evet, yankileri ve Türkiye üzerindeki IŞİD baskısını kastediyorum.

NATO Zirvesi’nde tam manasıyla ikna edemedikleri Türkiye’nin Cidde’de IŞİD’e karşı olarak hazırlandığı iddia edilen ama uygulamada çok daha farklı gelişmelere neden olacağı anlaşılan “ABD-Arap Ortak Bildirisi”ne imza atmaması sonrası yaşanan hayal kırıklığı, ABD Savunma Bakanı Hagel ve Dışişleri Bakanı Kerry’nin Ankara ziyaretlerindeki taleplerin karşılık bulmaması, Türk-Amerikan ilişkilerinde derin bir krizin sinyallerini veriyor.

Evet, Ankara’nın “IŞİD direnci” bir türlü kırılamıyor. Kırılamayınca da bu sefer arkadan tehditler geliyor. Bu kapsamda ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin açıklamaları, The Wall Street Journal’ın “Ankara Artık ABD’nin Müttefiki Değil” başlığını kullanması ve bölgede Erbil’i ön plana çıkartması, daha çok aba altından sopa göstermenin Amerikancası olarak karşımıza çıkıyor.

ABD’nin isteği, yukarıda da belirtildiği üzere çok net! Türkiye’yi Ortadoğu bataklığının içine çekmek ve onu kirli savaşlarının bir parçası haline getirmek istiyorlar.

Buna karşılık, Türkiye’nin tavrı da çok net! Bu savaşın sadece IŞİD ile sınırlı kalmayacağının farkında olan Türkiye öncelikle kendi sınırlarında bir savaş istemiyor. Bu savaşla birlikte bölgede kendi çıkarlarını da tehdit edebilecek yeni devletler ve ittifakların kurulacağını hesap eden Türkiye, kendi içindeki kırılgan fay hatlarının da daha fazla zarar görmesini arzu etmiyor.

Bölgede başlayacak bu savaşın aktif taraflarından biri olarak ön plana çıkmaya başlayan bölge Kürtlüğüne artan ilgiyi çok yakından takip eden Ankara, açıkçası içeride hassas bir şekilde yürütülen ve bir takım sinyaller vermeye başlayan çözüm sürecinin bu gelişmelerden olumsuz bir şekilde etkilenmesinden endişe ediyor. Bundan dolayı da bölgedeki Kürtlerin silahlandırılmasına çok sıcak bakmıyor.

Süreç böyle devam ederse, Türkiye’nin “Derbent Ruhu” olarak da lanse ettiğimiz yeni Kürt politikası büyük ölçüde darbe alacak ve Ankara ciddi anlamda inisiyatif kaybına uğrayacak. O yüzden Türkiye, sistematik bir şekilde derin bir açmaza sürükleniyor.

Diğer taraftan Türkiye, bölgede diğer devletlerin verdiği tepkiyi de çok yakından takip ediyor. Bu bağlamda Rusya’nın takındığı tavır ve son olarak İran’ın da benzer yönde yaptığı açıklama, muhtemelen Türkiye’ye bir rahatlık sağlayacak gibi.

Gerçek hedefin aslında IŞİD değil, Suriye olduğunu açıklayan bu iki devletin son çıkışları, bir taraftan Türkiye’nin süreçteki önemini ve oynayabileceği rolü ortaya koyarken, diğer taraftan da bir “tercih”e zorlanması yönünde Türkiye açısından kararı çok da kolay olmayan bir tehlikeli sürece işaret ediyor.

Bu da, aynı zamanda Türkiye’ye böylesi bir lüksü yaşatmak istemeyen güçler açısından farklı müdahaleler anlamına geliyor; daha önce şahit olunduğu üzere...

15.09.2014 Milli Gazete 

Bu haber toplam 562 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim