Ortadoğu ağırlıklı seyreden krizin yönü bir süredir kuzeye yönelmiş durumda. Ukrayna ile başlayan süreç, Kırım ile yeni bir aşamaya girmiş durumda. Rusya, bu krizi Kırım-Ukrayna hattı üzerinden Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya doğru yayabileceğinin güçlü sinyallerini vermeye devam ediyor.
Bu bağlamda Transdinyester ve Gagavuzya’dan yükselen bağımsızlık talepleri ve buna verilen tepkiler dikkatlerden kaçmıyor. NATO ve ABD’nin dışında, AB ülkelerinin ve Balkanlar’da özellikle Romanya’nın ortaya koymaya başladığı derin endişe ve tepkiler, açıkçası sürecin geleceği adına çok da iyimser olmamızı güçleştiriyor.
Ortadoğu’dan başlayıp, Türkiye’yi Doğu Akdeniz, Balkanlar, Ukrayna-Karadeniz ve Kafkaslar üzerinden çevreleyen bu kriz kuşağında son halkanın adresini ise hepimiz biliyoruz. Bu adres, aynı zamanda bir süredir Türkiye’deki iç siyasetin de ayrılmaz bir parçası olarak gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.
***
Tüm dünya, adeta Birinci Cihan Savaşı ile iki büyük savaş arası dönemi andıran bir süreçten geçiyor. Gelişmeler, küresel çapta olmasa da, yerel bazlı iç savaşlar ve vekaleten savaşlar üzerinden yeni bir dünya şekillenmesine doğru bizleri sürüklüyor.
Peki, Türkiye tüm bu gelişmelerin neresinde? Daha önceki yazılarımızda ortaya koyduğumuz İkinci Yalta sürecindeki hak ettiği yeri alabilecek mi?
Hatta daha öncesi itibarıyla, Birinci Dünya Savaşı’nı da burada göz önünde bulundurduğumuzda bu üçüncü kriz sürecinde Türkiye nasıl bir görüntüyle ortaya çıkacak? Büyüyerek mi, yoksa daha da küçülerek mi?
***
Açıkçası mevcut şartlar, Türkiye açısından halen yeni fırsatlar ve tehditler anlamına gelmeye devam ediyor. Yani, amiyane tabirle tren daha kaçmış değil; ama istasyonda çok da bekleyeceğe benzemiyor.
Oysa hatırlayın, Türkiye’nin bugüne kadarki en önemli denge unsuru olarak bu iki ülke ön plana çıkıyordu. "Avrasyacı kanat" olarak adlandırılan bu kesim, bu düşüncesini yüksek sesle ifade ettiği için tasfiye edilmişti. Şimdilerde Türkiye’nin bu iki ülkeyi de kaybetme durumu söz konusu; şayet bu iki ülke de Türkiye’ye rağmen bölgede farklı bir planlamanın içerisinde iseler...
***
Türkiye bölgede ABD öncülüğünde/teşvikinde bir ABD-Rusya-İran üçlüsünün içerisinde yer almak istemez ise, geriye bir tek Çin kalıyor! Nitekim bunla ilgili mesaj da muallaktaki "füzeler" üzerinden verilmiş durumda.
Pekin’in "Batı’ya Doğru Politikası"nda "Güçlü Türkiye, Güçlü Çin’dir" parolası bu yüzden oldukça önemli. Bu parola her ne kadar fısıldanarak söylense de, son dönemde yaşananlar ve gündeme getirilen projeler Türkiye ve Çin açısından yeni bir geleceğe işaret ediyor.
Kriz, Çincedeki "wei-ji" kelimesinin karşılığını tam da işte bu noktada buluyor. Olası tehdit ya da riskler yeni fırsatlara dönüşebiliyor.
***
Türkiye, Çin açısından Batı’ya açılan en güçlü kapı durumunda. Özellikle de Çin sermayesi açısından güvenilir bir adres konumunda. 
Batı’daki "finans hokkabazları" karşısında büyük kayıplar yaşayan Çin için Batı ile sorunlu bir Türkiye, olası bir Rusya-İran ikilisi kaybını önemli ölçüde telafi edebilecek ya da bu ülkelerle olan ilişkilerini farklı bir düzlemde devam ettirebileceği bir ülke durumunda. Karşılıklı hayal kırıklıkları ile örtüşen çıkarlar ortak bir geleceğin kilometre taşlarını oluşturuyorlar.
Burada, Çin açısından Türkiye’nin Türk-İslam dünyası ile olan ilişkileri oldukça önemli bir yere sahip. ABD’nin dün yapmaya çalıştığının bir benzeri bugün Çin tarafından gündeme getirilmeye çalışılıyor desek, çok da yanılmış olmayız!
***
Dolayısıyla, başta Yeni İpekyolu projesi olmak üzere; kültürel, siyasi, iktisadi ve güvenlik bazlı işbirliği alanları ile tarihsel kodlarına keskin bir dönüş yaşayan bu iki ülkenin yeni bir denge oluşturabilmesi mümkün.
Fakat bu o kadar da kolay değil; en azından Batı kulübünün bir üyesi olan Türkiye açısından. Bunun dışında, içerideki mevcut kriz alanları da Türkiye’nin elini kolunu önemli ölçüde bağlıyor. Sino-Türk’ün önündeki en büyük engel de zaten burada!
Dünya, Rus tehdidi üzerinden yeni bir kamplaşmaya doğru sürükleniyorken; Türkiye o bildik kronik hastalığının pençesinde bir kez daha kıvranan ülke görüntüsü sunuyor. Son iki yüz yıllık hastalık bir türlü yakasını bırakmıyor!
14.04.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.