• İstanbul 17 °C
  • Ankara 19 °C

Mahir Adıbeş'ten: Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı (3)

Mahir Adıbeş'ten: Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı (3)
ÜÇÜNCÜ DURAK: GAZİANTEP   Gaziantep’e vardığımızda saat 22.00’ye yaklaşıyordu. Açık havada akşam yemeğini yedik. Ev yoğurdu ve tasta sunulan bol köpüklü ayran en çok hoşa giden yiyecek ve içecekler oldu.

Mehmet Doğan, gece Hatay’dan Gaziantep’e gelirken tartışmaların gelen günlerde artabileceğini kibar bir konuşmayla anlattı. Belli bu konuda tecrübeliydi hele böyle kalabalık seyahatlerde yorgunluk arttıkça acizleşmeler başlayacak. Henüz işin başında olduğumuzu ve yolculuklarda ister istemez sıkıntılar karşımıza çıkacağını söyledi. Bunun için daha sabırlı ve sakin davranılmasını hatırlattı.

Erbay Bey, dün akşam bir şey olmamış gibi davranıyordu ama Atila Kardeşimizin yüzü gülmüyordu. Aslında ortada üzülecek bir şey de yoktu. Sonuç olarak, Atilla hiç gülmüyor, espri yapmıyordu. Erbay Hoca ise şaka, espri, fıkra, müzik derken en azından yolculuğun çekilmezliğini unutturuyordu. “Hani Erbay Hoca hiçbir şeye karışmayıp, geriye dönüyordun,” diye takıldım. Erbay Hoca, gezide bütün yetkileri eline aldığını söyledi. “Bütün ihtiyaçlarınız zamanında ve tam tekmil karşılanacak, yolculuğu en rahat şekilde geçirmenizi temenni ediyorum,” diyerek esprisini yaptı.

Bu arada Mehmet Sılay fıkra için izin istedi. İçeride alkışlamalar başladı. Mehmet Beyin yüzü zaten hep güleçtir. “Konuşmacı salona girmiş, sağa sola bakmış, içeride bir tane dinleyici var. ‘Senin mesleğin ne?’ diye sormuş. Zavallı adam ıkına sıkıla cevap vermiş, ‘Ben seyisim efendim!’ Konuşmacı düşünmüş bir müddet. ‘Sence ben bu konuşmamı yapsam mı yapmasam mı?’ diye sormuş. Seyis utangaç ama cevabını vermiş, ‘Vallaha sen bilirsin ama ben tavlada yirmi atta olsa yemlerim bir atta olsa yemlerim. Diğerleri yok diye o tek atı aç bırakmam,” demiş. Konuşmacı meseleyi anlamış. Konuşmaya başlamış ama bu iş pek keyifli gitmiyor, diye içinden geçirirken dalmış salonu unutmuş. Bu sefer süreyi çok aşmış. Sözü bitirince, ‘Sence nasıl oldu?’ diye sormuş. Seyis yerinden kalkmış, ‘Efendim ben bütün arpayı bir ata verip çatlatmazdım,’ demiş.” Mehmet Bey fıkrayı bitirdi ama bizim gülmemiz uzadı.


Gaziantep Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’ne geldiğimizde ne resim sergisi ne de yazar okuyucu buluşması için bir hazırlık vardı. Biz ne ümitlerle gelmiştik, büyük bir törenle, sevinç gösterileriyle karşılanacağımızı sanıyorduk. Hepimiz suspus… Bu manzara karşısında kısa bir şok atlatmış olduk.

Hemen binanın arkasındaki çay bahçesine geçip öğrencilerle çay içmeye karar verdik. Bu arada Ferhat Bey erken kalkmış ama nasılsa kahvaltı yapmayı unutmuş, bir simit istedi. Garson sordu, “Kaçak çay mı, yerli çay mı istersiniz?” İlk defa böyle bir laf duyduk. Hepimiz şaşkınız. Ahmet Fidan, “Ben kaçak istemem,” diye sesleniyor. Ahmet Bey bir türü kaçak çayla barışamadı, yolculuk boyu yerli çay içti, yoktuysa içmedi. Fatih Uğurlu kolumu dürterek, “Bak işte bu sözü yazmalısın.” Gülümsedik. “Yani burada iki çay da demli bekliyor mu?”      diye sordum. “Tabi adam hizmet sunuyor, hangisini istersen o gelir,” dedi Fatih Bey. Hepimiz önümüze gelecek çaya razıymışız gibi görünüyordu. Bu arada Ferhat Beyin simidi ve iki karton bardakta kaçak çayı geliyor. Bu arada bizim çaylar uzarken dünden devam eden kürsünün önü ya da arkası tartışması devam ediyor. Hiç kimse bu konuya bir açıklama getiremedi. Bu konunun devamı daha çok edeceğe benziyordu.

Atilla Maraş, “Neden sana çift çay bize yok?” diye Ferhat Beye laf atıyor. Ben, “Sakal meselesi,” diye söze giriyorum. Ahmet İlhan bana doğru bakarken, “Benim de sakalım var ama çay gelmedi, bu işte başka iş var,” der gibiydi.

Bu arada kaçak çaylarımız karton bardaklarda bir tepsi içinde dağıtılmaya başladı. Atilla Bey çayı almadı. “Çay ince belli, al benili cam bardakta içilir. Böyle onursuz bir karton içinde olmaz bu iş,” dedi. Bu tam bir şair kükremesiydi, çok beğendim çıkışını… Çay ince belli cam bardakta geldiğinde gerçekten elimdeki kâğıt bardaktaki çayı içmekten vazgeçtim. Açık bir havada binanın serin gölgesinde çaylar içildikten sonra yavaş yavaş salona geçtik.

Bu arada Gaziantep Türkiye Yazarlar Birliği Şube Başkanı Metin Zerek, Özel Erdem Koleji öğrencileriyle katıldı. Ahmet İlhan salona göz gezdirdikten sonra, “Şimdi bizim konuşmacı ve şairlerin marifetini göreceğiz. Çünkü dinleyiciler lise öğrencisi ve özel okul. Üstelik salon çok büyük,” diyor. Ön sırayı yazarlar, şairler doldurdu. Arka çok gürültülüydü. Sami Terzi’nin sunumuyla Metin Zerek kısa bir hoş geldin konuşması yaptı. O günlerde Üniversitede yapılmakta olan gençlik günleri faaliyetleri hakkında da bilgi verdi. Ahmet Fidan “Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı” gezisi hakkında bilgi verdi ve bu geziye katılanları tek tek tanıttı.

Bu arada biz akşamdan bu yana bu şehirde olmamıza rağmen Şube başkanı Metin Zerek’le karşılaşmamız hepimizi şaşırttı. Biz onu akşam da bekledik…

Şiirlere geçtik. İbrahim Eryiğit ‘ Sakla Beni’ ve’ Zaman Döner’. Vedat Güneş ‘Hasret’,  A.Vahab Akbaş ‘Sen asıl suskunluklarımı dinle’ ve ’Gençlere’, Atilla Maraş, Necip Fazıl’ın ‘Beklenen’  şiiri ile kendi yazdığı ‘Sır Tanem’ şiirini,  Erdem  koleji öğrencisi Saffet Kaya da Üstat Necip Fazıl’ın ‘Zindan’dan Mehmet’e şiirini okudu.

İbrahim Eryiğit, “Sakla Beni” adlı şiirinden:

“Avuçlarından toprağa

Düşen bir damla olarak

Gözyaşlarında sakla beni.

Sabahın seher vaktinden
Evlere yayılan bereket olarak
Odalarda sesle beni.”

Vahap Akbaş’ın şiirinde aşkı çarpıp bölmesi gençlerin çok hoşuna gitti ve uzun uzun alkışladılar. Son mısrasında “Hayattan aşkı çıkar elde ne kalır?” sorusu derin düşünceydi.

Atilla Bey burada kürsünün arkasında kaldı. Mehmet Doğan takıldı, “Kürsünün önüne çık,” dedi. Atilla Bey sağa sola baktı, “Yok kürsü güzelmiş,” diye itiraz etti.

Mehmet Doğan, görüntüler eşliğinde “Uzaktaki Yakın: Kaşkar” adlı konuşmasını yaptı. Kaşgar, "İlk Müslüman Türk hükümdarı buradandı ve ilk Türkçe İslami eserler burada yazıldı. Karahanlı Hükümdarı Satuk Bugra Han, Kutadgu Bilig eserini yazan Yusuf Has Hacip gibi önemli şahsiyetler Kaşgarlı'dır. Medeniyetimizin ilk yayıldığı, bütün dünyaya dağıldığı merkez burasıdır. Şimdi o merkez modern binalarla kuşatılmış," diyerek, yeni Kaşgar'ın eski Kaşgar'ı kuşatmaya almış durumda olduğunu söyledi. Yüz yıl önce Kaşgarlı Mahmut'un tanınmadığını söyleyen Doğan, "Kaşgarlı Mahmut Malazgirt Zaferinden bir yıl sonra, 1072 yılında Abbasi Hilafetinin merkezi olan Bağdat'ta 'Divanı Lügatit Türk'ü yazmaya başladı ve iki yıl sonra bitirerek zamanın halifesine takdim etti. Bu kitabın sunuşunda deniliyor ki, 'Türklerin saltanatı uzun sürecek o yüzden herkesin Türkçeyi öğrenmesi lazım. Ben de üzerime düşen vazifeyi ifa etmek için Araplara Türkçe öğretmek amacıyla 'Divanı Lügatit Türk adlı bu eseri yazdım' diyor.” Bu konuşmayla bizi özümüze, kültürümüze götürdü. O kardeşlerimizin halen Çin zulmü altında yaşadıklarına işaret etti. “İnşallah bir gün onlar da bağımsızlıklarına kavuşur ve beraber kültürümüzü, zenginliklerimizi yaşarız,” diye sözü bitirdi.

Sohbetini kendi çektiği resimler eşliğinde yaparak sunumun anlaşılmasını kolaylaştırdı. Rektör yardımcısı Prof. Dr. Ali Gür’ün plaket takdimi ile toplantı sona ermişti. Toplantımıza rektör katılmadı ama çıkışta bir çay içimi için çağırmış. Üç arkadaş katılmama kararı aldık ama yalnız Erbay’la ben bir bahaneyle ayrılıp katılmadık. Doğrusu önemli bir espriyi de kaçırmış olduk. Yanımıza geldiklerinde herkes gülüyordu. Rektör sigara kullanan biriymiş ama misafirlerin yanında içmek istememiş. “Sigara içip sizleri zehirlemeyeyim,” demiş. Ahmet Fidan, “Dostun dumanı bize şifa olur,” deyince dillere düştü. Ee yolculuk bu bunlar olmayınca da geçmez ya. Mehmet Sılay konuya açıklık getirdi, “Bu bir tıraştır, mürailiktir,” diyordu. Ahmet Fidan İtiraz ediyor, “Yahu herifin o sözüne karşı ne diyeydim?..”

Bu arada unutmadan söyleyeyim Gaziantep şube başkanımız yanımızdan ne zaman ayrıldı hiç farkında değiliz. Allahaısmarladık, diyemeden şehirden ayrılıyoruz…

Bundan sonraki zamanımızı şehir gezisine ayırdık. Aramızda şehri bilen kimse yoktu. Kaleye yakın bir yere otobüsümüz yanaştı ve iki saat sonra burada buluşmak üzere ayrıldık. Önce Antep Kalesinin etrafında dolaştık sonra da çarşıya doğru yürüdük. Yağmur çiselemeye başlayınca kapalı bir çarşıya sığındık. Her tarafta Türk Bayrakları asılı, bayram yeri gibiydi. Çarşının bir tarafı baştanbaşa kurutulmuş patlıcan, biber, bamya asılıydı. Kış geçmiş olduğu halde hala bunların burada olması beni şaşırttı. Artık sebzelerin tazesi çıkmıştı. Bir başka çarşıda şekerlemeler, kuru yemişler dükkânların önünde alıcı bekliyordu. Arka kapalı çarşı ise alet edevat, tenekeciler, demirciler yer almıştı…


Gezi bitmiş, hava açmıştı. Bu arada herkes dağılmıştı, kalenin yanından yukarı çıkıyorduk. İbrahim Ulvi Yavuz, çok kızgın görünüyordu. Tam o sırada resmini çekmeye kalkışınca bana da kızdı. “Ben kızgınken resmimi çekme,” dedi. “Senin bu halini görüntülemek istedim,” dedim. Bu sefer gülümsemeye çalıştı. Sanki beni karmamak için yumuşamış bir hali vardı. İbrahim Beyi çok zamandır tanırım, idareciliği iyi bilen ve disiplinli bir ağabeyimizdi...

Güneşli bir havada Urfa’ya doğru yola koyulduk. Mehmet Sılay ile Erbay Kücet sanat müziği icrasına başladılar.

“Benzemez kimse sana

Tavrına hayran olayım

Bakışından süzülen

İşvene kurban olayım

Lütfuna ermek için

Söyle perişan olayım

Bakışından süzülen

İşvene kurban olayım”

Bu arada Muhsin Mete bir konuşma yaptı. “Ben kendi adıma söylüyorum! Hani türkü, şarkı, halk oyunları bizim kültürümüz diyorlar ya, onu söyleyemiyorsan, oynayamıyorsan, neye yarar. Muhsin Beyin bu konuşması doğrusu çok yerinde ve çok şeyi anlatıyordu. Türküyle devam ediyoruz, “Sevdan ile düştüm yaban ellere, / Dalıp çıktım ateşlere küllere…”


 

Bu haber toplam 2016 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim