• İstanbul 23 °C
  • Ankara 28 °C

Mahir Adıbeş'ten: Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı (5)

Mahir Adıbeş'ten: Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı (5)
DÖRDÜNCÜ DURAK: ŞANLIURFA (İkinci Bölüm)9 Mayıs 2013 Perşembe günü otelden 8.30 da çıkıp Harran Üniversitesine gitmek üzere yola koyulduk. Urfa’daki katılımlarla otobüsümüz kalabalıktı.

DÖRDÜNCÜ DURAK: ŞANLIURFA (İkinci Bölüm)
9 Mayıs 2013 Perşembe günü otelden 8.30 da çıkıp Harran Üniversitesine gitmek üzere yola koyulduk. Urfa’daki katılımlarla otobüsümüz kalabalıktı. Gazeteci Müslüm Abacıoğlu, Salih Bencik de bizimle beraberdi.
Üniversitede Türkiye Yazarlar Birliği 35. yıl resim sergisi ve yazar okuyucu buluşmaları için hazırlık başlamıştı. Ben o gün için yazacağım yazının ön hazırlığını ve akşam eksik kalan yazımı bir masaya tek başıma oturmuş tamamlamaya çalışıyordum. Abdulkadır Karacabey ile burada tanıştık. Selam verip yanıma geldi, heyecanlıydı. Hikâye yazıyormuş. Eşiyle bu konuda aralarında küçük bir problem yaşamış kaleme küskün. Eşi kalemi kıskanmış o kaleme küsmüş. Yapma be Abdulkadir bu tip olaylar yazarların başına gelir, ama küsmez bilenin. Nasıl desem? Bende benzer bir olay yaşamıştım.
Yazar yazmadan derdini nasıl anlatır bilmem… Yüzünde ümitle ümitsizlik arası çizgiler yer almış. Çare arıyor belli. Yazarın dermanı kalemidir. “Al kalemi eline yaz,” dedim. Abdulkadir’in hikâyeleri var, mizahları var, düşünceleri, söylenecek yazılacak sözleri var… Yazınca çok şey bize anlatacak. Aslında esprileri, şakaları var, vallahi kimsenin aklına gelmeyecek. Açılım konusunda gülüp geçiyor. “Benim dedem yıllar önce açılımı yapmış zaten. Dört kızı varmış. Dört kişiye vermiş. Biri Türk, biri Zaza, biri Kürt, biri Arap. Ben Zaza kolundan geliyorum. Diğerleriyle de çok samimiyiz. Bu güne kadar ayrım nedir bilmedik. Hepimiz Türkçe konuşup yazıyoruz,” diye anlattı düşüncelerini.
Abdulkadir aydın biri. Kendisini çoktan aşmış, eminin geleceğin iyi bir yazarı olacak. Sıcak ve samimi bir dost bulduk. Daha çok şey konuşacağız. Bir ramazan günü annesine gitmiş. “Akşama iftar için yemek hazırlayın ana! Akşam çok önemli misafirlerimiz gelecek. Hepsi devletli zatlar. Vali, paşa, genel müdür, müdür, müsteşar…” demiş. Yemekler, baklavalar börekler hazırlanmış. Akşam iftar yaklaşınca bir sürü pejmürde adamla eve çıka gelmiş. Annesi şaşkın, “Hani vali, paşa, müdürler gelecekti?” demiş. Abdulkadir gayet sakin, “Sor onlara ana!.. Ben sordum kimi kendini vali, kimi kaymakam, kimi paşa, kimi de müdür diye tanıttı. Aralarında doktoru, mühendisi bile var. İnanmazsan sor. Sadece bir ya da iki tanesi öğretmen...” O iftar Abdulkadir’in unutmadığı bir iftar olmuş. Abdulkadir bence hikâyeyi yazmadan yaşıyor. Ben kendisinden çok önemli eserler bekliyorum. Kalemi al eline Abdulkadir senden sonra ölümsüz eserler bırakacak kabiliyetin var. Ömür geçiyor bak, kalıcı eserler bırakmak, öldükten sonra yâd edilmek istiyorsan zaten senin hayatın hikâye, yaşayarak yaz. Bir dostumuz bir kalemimiz Urfa’da olsun…

Yazarın hikâyeleri; onun aşkları, çocukları, eserleri. Nasıl kopsun onlardan. Bunlar yok edilirse yazar elbet yitiğini arıyor, sevdasını arıyor… İşte Abdulkadir gözümün önünde anlatırken heyecandan elleri titriyordu. Abdulkadir bu gezide tanıdığın simalardan biri olarak kalacak aklımda. Duygusal yapılı, kırılgan ve sevdiğine küskün… Kalemiyle arasına girmiş gönlünün sultanı, kapanmış içine… Eğer seni seviyorsa, kaleminle paylaşmayı öğrenecek, başka çaresi yok...
Salonda herkes yerini almıştı, içeriye geçtik.
Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Büyük Anfi’de, Mehmet Doğan bir açılış konuşması yaptı. Son çeyrek asırda şehirlerin çok değiştiğinden bahsetti. “Şehirleri yaşatmak çok önemli nasıl olur? Şöyle siz Nabi’yi unutursanız Urfa diye bir şehir kalmaz. Şehirler geçmiş değerlerini korumakla yaşar. Bu sebeple geçmişleri şehirler için çok önemli bir yer tutar. Aksi halde onursuz, sıkıcı bir yer haline gelirler,” dedi.
Panelde Doç. Dr. Hüseyin Akpınar sözleri Kemal Edib Bey’in “Hak Erenler” başlıklı şiirinin bestesini neyle icra etti, peşinden de sözlerini okudu. Bu ney icrası ve şiirin sözleri çok beğeni kazandı.
Mehmet Kurtoğlu 35 Yıl Sonra Kemal Edip Küçükoğlu’nu konuştu. Şehrin ruh mimarlarını anlattı. “Şehirlerde kültürü bazı insanlar yönlendirir. Belli dönemlerde dergiler üzerinden de yönlendirilmiştir. Bazı kültür faaliyetleri ise kişiler üzerinden devam eder. Bu kişiler çoğu zaman hatırlanmaz…” diye sözlerine devam etti.

Harran Üniversitesinden Urfa’ya dönerken Mehmet oymak oralar hakkında bize bilgiler verdi. Bu arada ovanın yavaş yavaş beton yığınlarına dönüştüğünü görüyorduk. Göbeklitepe’de Almanlar üst kurmuş yıllardır kazı yapıyorlarmış. Orası onlar için çok önemliymiş. Bizim ise bu konularla ilgilenmediğimizi hatırlattı…
Öğlen yemeğini çok güzel bir lokantada yedik. Soğan salatası ( soğan, Urfa isotu, ev yapımı salça) konuyor masaya. Mustafa öğretmen bize “şıllık” yemeğinin hikâyesini anlattı. Şıllık burada sulu bir yemek adıymış. Önümüze tasla yayık ayranı konuldu hani derler ya, “İçmede yanında yat.” Biz iki tas iştik.
Yemekten sonra Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürü ve Türkiye Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyesi  Selami Yıldız’ın Kültür Bahçesinde bizi çaya davet etti. Yaptığı konuşmada: Birbirinden değerli konukları, Yazarları, Şairler  ve Sanatçılarla bir arada olmaktan mutluluk duyduğunu belirterek, “Kültür Bahçemizde zaman zaman kültür, sanat etkinlikleri ve şiir programları gerçekleştiriyoruz. Bugün de Söyleşi ve Şiir şöleninde değerli yazarlar ve şairlerle bir aradayız. Şanlıurfa’nın bütün değerlerini bütün şiir birikimini bu programda buluşturmaya çalıştık. Ülkemizde var olan kaynaşma zeminini sanat ve kültürde de olması gerektiğini düşünüyorum,” diyerek herkese teşekkür etti ve misafirleri Şanlıurfa’da ağırlamaktan dolayı mutlu olduklarını belirtti. Misafirlere Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından basılan Şanlıurfa’yı tanıtan kitaplar hediye etti.
Yol güzergâhımızda buluna yalnız yolu çok bozuk olan Eyüp Nebi kasabasına uğradık. Burada çok vakit kaybımız oldu. Eyup Peygamberin mezarının burada olduğu söyleniyor. Türbeyi ziyaret ettik. Dilek taşı diyorlar bu bana çok inandırıcı gelmedi. Kim görmüş Eyüp Peygamberin bu taşa yaslanıp oturduğunu. Bu yörede taşlar hep aynı renk ve her taraf taş. Buralarda olanlar toprağa hasret. Mehmet Kurdoğlu’da bu konuda benim gibi düşünüyordu. Buraları değerli kılmak için her şeyi kutsallaştırıyorlar, diye düşündüm. Vatan zaten bizim için kutsal, gerisi çok önemli değil. Eğer bu topraklarda benim atam, anam, babam yatıyorsa çok lafa hacet kalmaz…
Belediye başkanı açık havada, ağaçların altında, bize ayran ve meyve tatlı ikramında bulundu. İşte bunları gördükten sonra başka sebep aramaya gerek yok. Ocağına düştün mü en iyi şekilde seni ağırlıyor. Yaşlı adamlar bizlere hizmet ediyorlar. Buralarda misafir çok kıymetli…

Eyüp Nabi’den ayrılıyoruz. Yolumuz Mardin’e doğru. Kültür İl Müdürünün verdiği CD yi otobüsün çalarına taktık. “Urfalıyam dağlıyam / Bahçeliyem bağlıyam /Ağam da şimdi gelir / Paşam da şimdi gelir / Güzel de şimdi gelir vay...” türküsüyle yolumuza gidiyoruz.
Genel Başkan İ. Ulvi Yavuz yolculuk boyu çok az konuştu. Hiç ses çıkarmadan çoğu zaman öylece oturdu. Dün Antep’de kalenin yanından yukarı çıkarken, birisine kızmıştı. Resmini çektim. “Ben kızgınken resmimi çekme,” dedi. “Senin bu halini görüntülemek istedim,” dedim.
Urfa’da da o mükemmel kaleyi, haranı, Hz. Eyüp’ün çilehanesini görmeden ayrılıyoruz. Aslında burada o kadar gezilecek yer vardı ki saymakla bitmez. Hiç değilse birkaçını göreydik dedim ama olmadı. Bu peygamberler şehrinde bu konuda bilgi edinmeden ayrıldık.
Türküler bizi Mardin’e doğru götürürken Yardımcı Şoför Murat su dağıtıyordu. Arkasından kahve ve çay verecekti. Hava oldukça sıcak, iki yanımızda yeşil ekin tarlaları uzanıyordu. GAP buraya su getirmiş. Artık ağaçlar her yanda büyümüş. Yamaçlarda ormanlar bile olmuş. Ovanın iklimi çoktan değişmiş. Arabanın çalarında türkü söylüyor.
“Ta ezelden yüzüm gülmez ağlarım
Ceylan gibi dağdan dağa gezerim
Dertliyim söylerim ağlarım
Ben halime yanarım
Bu çileyi ben çekerim el duymaz
Bu dünyada kimse bana yar olmaz
Dertliyim söylerim ağlarım
Ben halime yanarım”
Urfa’da güler yüzlü insanlarla karşılaştık. Herkes sözü güzel konuşuyor. Sesleri Allah vergisi hoş geliyor kulağa. Her yemekte bir tas yayık ayranı, köpüklü konuluyor önüne. Burada bahar, bakır bir tas içinde güler yüzle sunuluyor. Abdulkadir Karacabey aşkını kimseye anlatamıyor. Yaptıklarını kimse anlamıyor. Ben anlıyorum diyenler de anlamıyor. Hikâyeyi konuştuk. Bir köşeye çekilip sadece dinledim. “Yazar işin zor,” dedim. Dermanın sadece kendinde... İnsan sevdiğinin hayallerini bile kıskanır sonunda. Yazar yazmadan içini nasıl döker, nasıl anlatır kendisini?.. Yazarın kaleminin mürekkebi yazarın gözyaşlarıdır. Çizgi çizgi uzar gider. Ferahlar içi…

Gökyüzünü sis bulutu kapladı. Yeşil tarlaların yüzü gülüyor. Ağaçlar, yeşillikler bizimle doğuya doğru uzanıyor. Nihayet ova bitiyor kayalık yamaçlar bizi karşılıyor. Neredeyse üzerinde toprak kalmamış boz tepeler iki tarafa yaslanıyor. Toprak damlı köyleri geçiyoruz, derisi esmerleşmiş çocuklar el sallıyor. Yerli Güney Doğu Anadolu Kırmızısı inekler seyrekte olsa var ve aralarında zayıf siyah beyaz alacalar taşlar arasında karnını doyurmaya çalışıyor…
Bu haber toplam 2002 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim