Türkiye' de siyasetin gözlemcisi ve yorumcusu olmanın dayanılmaz ağırlığını bir kez daha hissedenlerdenim... Soma'daki facianın bile kayıt dışı siyaset erbabı tarafından istismar edilmesi, bu ağırlığı iyice artırıyor.
Dünyadaki her yönetim gibi, Türkiye'yi yönetenlerin de tabii ki eleştirilmesi gerekir. Ama elinizi vicdanınıza koyun... Soma faciasından duyulan toplumsal elemi bile hakarete, sokak kalkışmalarına, çarpıtılmış algı üretimine ve yasa dışı komplolara dönüştürmeye çalışanların yoğunlukta bulunduğu bir ortamda, bu yönetimi nasıl eleştireceksiniz?
Bu durum hep aynı değil mi?
Kavram kargaşaları
"Tayyip Erdoğan gitsin de, nasıl giderse gitsin" içerikli yazıları okur ve sokak eylemlerini izlerken, bunlar "Düşünce özgürlüğü"nü ve "Eleştiri ihtiyacı"nı yansıtıyor diye mi düşünüyorsunuz? Aklın başta olduğu bir ortamda "Soma'daki işçilerin AK Parti'ye oy verdikleri için ölmeleri haktandır" benzeri bir söylemi kimse seslendirebilir mi?
Acaba bu kavram kargaşasının kaynağını, devleti kurarken yaptığımız hatalarda mı aramalıyız? Karmaşık bir devlet yapısının üzerinde kurmaya çalıştığımız çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi, sonunda "Eleştiri"nin "Hakaret" şeklinde algılandığı bir kargaşaya mı dayandı?
Müfettişler devleti
Devletin bu yapısını Turgut Özal benim yazdığım "Anılar"ında şöyle tahlil etmişti: "
Yazının devamı için:http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2014/05/18/bereket-sessiz-cogunluk-ve-ortak-bir-akil-var































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.