• İstanbul 18 °C
  • Ankara 22 °C

ŞİİR BENİM ARKADAŞIM, YOLDAŞIMDIR

ŞİİR BENİM ARKADAŞIM, YOLDAŞIMDIR

Röp. Mehmet Kurtoğlu

 “Süleyman Çelebi Büyük Ödülü” alan  Kosovalı Şair İskender Muzbeg: 

-Şair olarak Süleyman Çelebi Büyük ödülünü aldınız. Edebiyatın içinde olanlar sizi elbette tanıyor ama Türk okuyucu için kendinizi tanıtır mısınız?

Ben 1947 yılında Prizren’de doğdum. Prizren Kosova Cumhuriyeti’nin büyüklük bakımından ikinci şehridir, kültürel faaliyetler bakımından ise zengin bir kültür geçmişi olan, birçok kültürlerin harmanlandığı ve birbirini etkilediği, özellikle Türk kültür bütünlüğü açısından yüzyıllarca ve bugün halen ayakta durarak yarınlara selam veren bir kültür merkezidir.

Prizren’in Terzimahalle semtinde doğup büyüdüm. Terzimahalle Şar dağları Bülbüldere eteklerinde bulunur. Bu mahallede, iki yapıdan ve ön avlu ile arka avludan oluşan bahçeli, çardaklı zemin katlı bir evde - Prizren deyimiyle pınarı (kuyusu), kapı altı, ahırı ve otlukhanesi olan bir evde doğdum, bu evde çocukluğum da geçti, gençliğim de; bu evi öyle sevdim ki, yetmiş beş yıldır hala buradayım.

Çocukluğumun ilk yılları ekonomik planda, İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasındaki fakirlik ve kıtlık yıllarıdır; toplumsal planda ise, Kosova’da Türk varlığının henüz tanınmadığı yaralı bir zamandır.  Bu zamanı ben daha geçlerde şiirlerime de yansıtarak çeşitli semboller kullandım ve durumu, güçlükleri ve sergilenen sağlam duruşu anlatmaya çalıştım.

Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşından sonra – Yeni Yugoslavya kurulduğunda bu topraklarda yaşayan milletlere kendi dillerinde eğitim görme hakkı tanınmış, dolayısıyla, Balkan savaşlarının sona ermesiyle buralarda sonlandırılan Türkçe eğitime devam edilmiştir ama, örneğin Yeni Yugoslavya federasyonunun yapılış kısmı sayılan cumhuriyetlerden Makedonya’da 1944 yılından itibaren Türkçe eğitime de devam edilmiş, Sırbistan Cumhuriyeti’nin bir Muhtar Eyaleti statüsünde olan Kosova’da ise Türkçe eğitime devam edilmemiştir. Böyle bir durum toplumumuzda adeta bir yara olarak kanamaya devam etmiştir. “Hukuki Belgeler Çerçevesinde Kosova Türkleri” başlıklı bir makalemde de belirtildiği gibi “II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kosova`da baş gösteren yeni bir dönemin ilk yıllarında Türklerin kimliği adeta yasaklanmış ve dondurulmuştur. Türklere o dönemde çeşitli baskılar yapılmıştır, öyle ki, Kosova’da kendini Türk hisseden insanlar 1948 nüfus sayımı sırasında kendilerine Türk diyememiştir. Bundan sonraki dalgalanmalar, Kosova`da birçok gerici çevrelerin Türk varlığına şüpheyle bakmasının sonucudur. Çeşitli zaman dilimlerinde Kosova`da yönetime bile geçen bu çevreler Türklere "yapay eleman" gözüyle bakmış, Kosova Türklerinin varlığını yadsımış ya da küçümsemişlerdir.”(1). Tüm bu zorluklara rağmen 1951 yılında Kosova’da Türk varlığı resmen tanınmış, halkımızın yaşantısında coşkulu bir dönem başlamıştır. Bu coşkulu dönemi ben şiirlerimde şöyle anlatmaya çalıştım:

/Dönüşümden bir resim/varoluştan bir anı/elliler arasında./ ses soyutlandı dil emdi özsuyunu/özgür kara toprağın/ağrıya son verildi toplumun yarasında.” (2)

Prizren “Mustafa Baki” sekiz yıllık İlköğretim okulunda (1955-1963) ve beş yıllık Prizren “Dimitriye Tusoviç” Öğretmen Okulunda (1963-1968) Türkçe eğitim gördüm, Priştine Hukuk – İktisat Fakültesine kaydımı yaptırdığımda (1968) bu fakültede eğitim Arnavutça ve Sırpça gerçekleştiriliyordu, ben Sırpça hukuk okuyup Priştine Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum (1974). Şiir ve hikayelerim yıllar boyunca Üsküp (Makedonya Cumhuriyeti), Priştine (Kosova Cumhuriyeti), Belgrad  (Sırbistan Cumhuriyeti) ve Bakü’de (Azerbaycan Cumhuriyeti) kitap olarak; ayrıca şiir, hikaye, deneme ve eleştiri yazılarım çeşitli dergilerde;  bilimsel çalışmalarım (özellikle Türk, Arnavut ve Sırp atasözlerindeki benzerlikler konusunda karşılaştırmalı çalışma ürünlerim) birçok bilimsel yayında yer aldı; hazırlamış olduğum Yugoslavya Türk Şiiri seçkileri (Kosova ve Makedonya Türk şairlerinin şiirlerinden oluşan seçkiler) çeşitli dergilerde çeşitli dillerde yayınlandı; Yayınladığım kitaplara gelince, - şiirlerimden ve hikayelerimden oluşan 8 kitap; - Kosova’da Türk dilinde gerçekleştirilen eğitimde ders kitabı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Tarih dersi için (Tarihçi Bedrettin Koro ile birlikte hazırlamış olduğumuz) 3 ders kitabı;- Kosova Türklerinin mevcut kuruluşlarının faaliyetleriyle ilgili 3 monografi (30 Yıl "Doğru Yol" KGSD 1951 – 1981, (1981, Prizren), "Doğru Yol" KGSD Nazım Hikmet Yazın Kolu 1968 – 1988 (1988, Prizren), Türk Yazarlar Derneği, belgeler, bilgiler, eserler  (1996 Prizren); - Sırpça’dan ve Arnavutça’dan Türkçe’ye olduğu gibi Türkçe’den de Sırpça’ya da toplam 6 çeviri kitabı çeşitli zaman dilimlerinde ilgili okuyucuların hizmetine sunuldu.  İş hayatıma gelince, Priştine’de çıkan “Tan” gazetesinde 4 yıl kültür sayfaları redaktörü, bundan sonra Prizren’de 13 yıl Prizren Belediyesi Hazine Avukatı, 4 yıl Prizren Belediye Meclisi Yürütme Konseyi üyesi ve Sekreteri, 8 yıl Prizren Belediye Mahkemesi’yargıcı, 4 yıl Humanitarian Law Center (Hümaniter Hukuk Merkezi) insan hakları kuruluşunun Prizren Ofisi’nde araştırmacı, gözlemci ve avukat olarak çalıştım. Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, uzun yıllar birçok toplumsal ve mesleki görevlerde bulundum, 20 yıl serbest avukat olarak çalıştım. İş hayatımda olsun, toplumsal – siyasal etkinliklerde olsun, her zaman Kosova insanları arasında hoşgörünün yaygınlaştırılmasına Kosovalı bir Türk aydını olarak elimden geldiğince katkı sunmaya çalıştım; bu bağlamda uzun yıllar Kosova’da ve daha geniş çapta – Balkanlarda Türk dili ve Türk kültürünün tanıtılıp yaşatılması alanında uğraş vermeye çalıştım, bu tür çalışmalarım hala sürmektedir. (3)

Gazetecilik yanında edebiyatın diğer alanlarında şiir, roman dallarında eserleriniz bulunmaktadır. Edebiyat hayatının içinde olan biri olarak bu sanat dalları içinde kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Çocukluk yıllarımda ve gençliğimin ilk yıllarında çoğunlukla şiir yazmayı denedim, şiirlerimi Üsküp’te Türk dilinde çıkan gazete ve dergilere gönderiyor, bu dergi ve gazetelerin yeni sayılarını, belki benim de bir şiirim yayınlanmıştır umuduyla, sabırsızlıkla bekliyordum. Daha geçlerde hikâye ve roman yazmayı da denedim; deneme ve eleştiri alanında da çalışmalar yaptım ama kendimi şiirde en rahat hissettiğimi, şiirde en büyük sorumlulukları üstlenmeye hazır olduğumu yavaş yavaş anlamaya başladım; en azından böyle bir duygu bana yeni yeni sorumluluklar yükleyebiliyordu. İddialı olmasa bile, şiirde konumlanmak beni rahatlatan, aynı zamanda da beni tedirginleştirip esinlendiren bir durum oldu, ben bu duruma yıllardır yakın bir ilgi duymaktayım.

Şiire nasıl başladınız, şiir serüveniniz anlatır mısınız?

İlkokulun birinci sınıfındayken şiir okuma merakım filizlenmeye başladı, beşinci sınıfa geldiğimizde ise ilk şiir denemelerimi bir şiir defterime yazmaya başladım, altıncı sınıftayken şiirlerimi Üsküp’e gönderdim, böylelikle ilk şiirim Üsküp’te “Sevinç” Çocuk Dergisinde yayınlandı. İlkokulun birinci sınıfında öğretmenimiz bize “Sevinç” dergisinden şiirler okurdu. Büyük bir dikkatle dinlerdim okunan şiirleri; her geçen gün, her geçen ay, her geçen yıl şiir merakı beni biraz daha sarmaya, ısıtmaya, giderek daha çok ilgimi çekmeye başladı. Hatırlıyorum, birinci sınıfı en iyi başarıyla bitirmiştim, bu nedenle Okul yönetmenliği tarafından bana Enver Tuzcu’nun Üsküp’te yayınlanan “Bahar ve Çocuk” başlıklı şiir kitabı hediye edilmişti… Ben “Bahar ve Çocuk”taki şiirlerden ve Enver Tuzcu’nun sanatından büyük bir zevk aldım, bu kadar güzel şiirlerin nasıl yazılabildiğini merak etmeye başladım… Bilmem, belki bu kitap benim şiir ile alakamın ilk kıvılcımı; beni şiirin o sihirli dünyasına götüren, bende şiir sevgisini aşılayan, bana şiiri öğreten ilk eserdir. Daha geçlerde anladım ki Enver Tuzcu gerçekten bir şiir öğretmeni niteliklerine sahipti. Enver Tuzcu’nun sanatını bezeyen bu özelliği Prof. Dr. Mustafa İsen “Yugoslavya Türk Çocuk Şiirinden Seçmeler” (4) kitabında ve “Balkanlarda Türk Çocuk Şiiri Antolojisi”nde (5) şöyle anlatmaktadır: “Enver Tuzcu ülkedeki çocuk şiirinin adeta öğretmeni durumundadır”,  “Yeni dönem Makedonya Türk şiirinin öncü isimlerinden biridir.”

Bendeki bu şiir sevgisi ilerleyen yıllarda “Mustafa Baki” sekiz yıllık okulundaki Türkçe öğretmenim Muhammet İmam’ın etkisiyle yeni boyutlar kazandı, okulda bize dağıtılan aylık “Sevinç” ve “Tomurcuk” dergilerini, özellikle dergilerde yer alan şiirleri büyük bir hevesle okuyor, her yeni sayıyı sabırsızlıkla bekliyor, benim de şiirimin bu dergilerde yayınlanmasını istiyordum. 1961 yılında, az önce de belirtmiş olduğum gibi, ben altıncı sınıf öğrencisiyken “Sevinç” dergisinde ilk şiirim yayınlandı. Dünyalar benim olmuştu. Yeni şiirler yazmaya başladım. Zamanım buna adeta yetmiyordu. Enver Tuzcu’nun bana hediye olarak verilen “Bahar ve Çocuk” şiir kitabından bana doğru sıçrayan o kıvılcım şimdi bende ateşler yakıyor, beni giderek daha çok şiire bağlıyordu. Bir yandan dersleri çalışma merakım artıyor, bana yeni sorumluluklar yüklüyor, diğer yandan da şiir tutkum büyüyor, beni şiir dünyalarının kuytu köşelerindeki güzelliklere doğru götürüyordu. Tedirginliğim, kaygım, sevincim şiirdi.  

Sekizinci sınıfa geldiğimde on beş yaşıma basmış, artık bir delikanlı olmuştum. Bu delikanlılık şiirlerime de yansımaya başlamıştı. Bu şiirlerimi en yakın arkadaşım Burhan Muzbeg’e sıklıkla okuyor, onun da okunan şiirle ilgili düşüncesini merak ediyordum. Burhanlarla evlerimiz de komşuydu. Burhan Muzbeg, 1929 yılında Prizren’de ölen ünlü şair Hacı Ömer Lütfi’nin torunuydu. Hacı Ömer’in eşi Zekiye Hanım yani Burhan’ın anneannesi Prizren’in Rahlin semtinde küçük bir evde yalnız yaşıyordu. Burhan ve ben sıkça Zekiye hanımların evine giderdik. Bu evin avlusu çok küçüktü ama duvar kenarlarındaki düzgün, bakımlı ufak tefek çiçek bahçelerinde yıldız çiçeği, sümbül, hanımeli, gül, menekşe gibi renk renk çiçekler vardı, bu çiçeklere Zekiye Hanım mukayyet olurdu, “çiçekler insanlar gibidir çocuklar, bakım ve dikkat isterler, yalnızlığı hiç sevmezler; ben çiçeklerimi her akşam sularım.” der dururdu. Zekiye hanım ile o evin bahçesindeki çiçekler arasında çok büyük bir sevgi bağı vardı. Ben o çocuk ruhumla “çiçekler insanlar gibidir, bakım ve dikkat isterler, yalnızlığı hiç sevmezler” gibi kelimelerin ne anlama geldiğini pek anlayamazdım. Hacı Ömer Lütfi’nin eşi Zekiye hanımın Bürhan’a ve bana sıkça, bir saygı ve bir vefa duygusuyla şu sözleri de söylediğini iyice hatırlıyorum: “Fethi Hafız’ı ziyaret ediniz, sevinir, zavallı Haci Babo yalnız yaşıyor; ne halde olduğunu gidip bir anlayın, kendisine benim selamlarımı iletmeyi unutmayın…” Biz Fethi Hafız’ı – bu çok bilgili, aynı zamanda da çok alçakgönüllü, bu aydın kişiyi Mehmet Paşa Camisinin yanında bulunan Medrese binasının ikinci katındaki odasında ziyaret ederdik. Fethi Hafız bize her gidişte birer lokum verir, bizimle sakin sakin konuşur, bize, anlayamadığımız ama dinlemekten zevk duyduğumuz beyitler okur, “bunlar Hacı Ömer’in eserleridir.” der ve beyitlerdeki tasavvufi düşünceleri açıklar, bize kalp temizliğinin, güzel ahlâkın ve ruh olgunluğunun önemini anlatırdı.  

Demin de belirttiğim gibi ben o çocuk ruhumla “çiçekler insanlar gibidir, bakım ve dikkat isterler, yalnızlığı hiç sevmezler” gibi kelimelerin ne anlama geldiğini pek anlayamazdım ama Fethi Hafız’ın bize yaptığı açıklamaları biraz anladıktan sonra güzel ahlak, ruh olgunluğu gibi kelimelerden ve Zekiye hanımın çiçekleri her akşam sevgiyle sulamasından bazı anlamlar çıkarır, bu hanımın çiçeklerle bu yakın ilişkisini her defa yeniden fark eder; onun yaşama sevincinin bu çiçeklerle ilişkisine bağlı olduğunu tekrar tekrar anlardım. Zekiye hanımın bu çiçek sevgisi ve yalnızlık duygusu, Fethi Hafız’ın da Hacı Ömer Lütfi’nin şiirlerini o güzel açıklamaları daha geçlerde benim şiirlerime de yansımış, dizelerimde gizlenen düşüncelere güzellikler katmıştır.       

İlkokuldan sonra eğitimime Prizren Öğretmen Okulunda devam ettim Burada ben bir okul dergisiyle karşılaştım. Bu okul dergisi etrafında toplanan öğrencilere hemen katıldım, derginin yazı kurulunda görev aldım, bu çerçevede derginin Türkçe bölümünün malzemelerini gözden geçiriyor, düzyazı ve şiirleri baskıya hazırlıyordum. Bu dergi Öğretmen Okulunda dil ve edebiyat derslerini veren öğretmenlerin desteğiyle öğrenciler tarafından hazırlanıp yayınlanıyordu.  Ben bu dergide artık delikanlılık şiirlerimi yayınlıyordum, Üsküp’te yayınlanan “Sevinç”, “Tomurcuk” dergileri ve “Birlik” gazetesinin “Özel İlave” sanat ekinden sonra Prizren Öğretmen Okulu’nda “Kardeşlik” adında üç dilde- Türkçe-Arnavutça ve Sırpça çıkan bu dergi de benim şiir serüvenimi etkiliyordu.

Öğretmen Okulu’nda ayda en az iki edebiyat görüşmesi düzenleniyor, şiirler, düzyazılar okunuyor, okunanlarla ilgili düşünce alışverişi yapılıyordu. Üç dilde (Arnavutça, Sırpça ve Türkçe) düzenlenen bu toplantılara benim aktif bir biçimde katılmamın sebebi benim edebiyata merakımdan ve bu yolda beni Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerimin- ilk başta Ömer Mısırlı’nın, daha geçlerde Şaban Topko’nun, en sonunda da Nebile Koro’nun desteklemelerinden ileri geliyordu.

Prizren Öğretmen Okulu binasının ikinci katında Yüksek Pedagoji Okulu öğrencileri ders görüyordu. Yüksek Pedagoji Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nda kurduğumuz “Kıvılcımlar” Edebiyat Gurubu çerçevesinde belirli aralıklarla düzenlenen ve Prof. Süreyya Yusuf tarafından yönetilen, Prof. Sebahat Mahmut’un da katıldığı edebiyat toplantılarında şiirler okuyor, okunan şiirler üzerine sohbet ediyor, değerlendirmeler yapıyorduk; bu faaliyetler benim şiir sanatına daha da bağlanmama yardımcı oluyordu.  1965 yılının aralık ayından itibaren Üsküp’te yeni bir dergi çıkmaya başladı. “Sesler” Aylık Toplum Kültür ve Sanat Dergisi olarak yayınlanan bu dergi ilk sayıdan itibaren yazarlarımızı, şairlerimizi, sözün kısası, eli kalem tutan tüm aydınlarımızı bir araya getirmeye, sanatçıları kültür adına, edebiyat adına seferber etmeye başladı. “Sesler” dergisinin 1. sayısında “Umutlar” köşesinde benim de bir şiirime yer verilmişti. İlhami Emin’in bu vesile ile bana gösterdiği ilgi ve destek sonucunda aramızda başlayan dostluk benim şiir alanında daha da gelişmemi desteklemiş oldu. Her görüşmemizde İlhami Emin benimle şiir hakkında konuşuyor, önerilerde bulunuyor, “fazlalık kelimelere şiirde yer yok” diyerek şiirin ekonomik olması gerektiğini ileri sürüyordu. İlhami ağabeyle 1965 yılında başlayan dostluğumuzun, onun ölümüne kadar, yarım yüzyılı aşan bir zaman diliminde günden güne ve her vakit sanat adına, hesapsız, çıkarsız, tertemiz bir dostluk biçiminde geliştiğinin de burada altını çizmeliyim.  Tüm bunlar benim bana göre gelişen şiir serüvenimi olumlu bir biçimde etkiliyordu.1966 yılının mayıs ayında /hatıralarıma ve Güncemdeki notlara göre: 16.05.1966’da) Prizren Lisesi’nde zengin bir edebiyat saati düzenlendi. Bu edebiyat toplantısında ben de bir şiirimi okudum. Üsküp’ten gelen ve toplantıya katılan şairlerimizin (Şükrü Ramo, Necati Zekeriya, İlhami Emin v.d.) önünde şiir okumak bende ayrı bir duygu uyandırmıştı, bu duygularla ben şiir okumanın kolay bir iş olmadığını, sorumluluk gerektirdiğini anlamıştım. Tüm bu yaşantılar, edebiyat saatleri, ziyaretler, sohbetler, yakınlıklar, acı ve tatlı anlar bazen ayrı ayrı bazen de toptan benim kişiliğimi etkilediler, şiir sevgimi beslediler, edebiyatla bağlarıma güç kattılar ve beni hep şiir denen o enginliğe taşıdılar diyebilirim.

                                                                                                                     Devam edecek

 

 

Bu haber toplam 483 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim