Bütün medeniyetler, öncü kuşakların, çileli, zorlu, yorucu buluş, oluş ve varoluş yolculuklarının eseridir.
Bizim medeniyetimizin öncü kuşakları, âlim, ârif ve hakîm'den oluşuyordu.
HAKİKAT SARAYI'NIN YAPITAŞLARINI DÖŞEMEK...
Alim, ilim yolculuğunun yapıtaşlarını döşüyordu. Alim'in ulaştığı bulguları da dikkate alan ârif, marifet ve fikir yolculuğunun hamurunu karıyordu. Hakîm -tasavvufu eksene alarak konuşacak olursak- hayatımızın iç ve dış dünyalarının hikmet duvarlarını örüyor; âlim ve ârif'in gerçekleştirdiği buluş ve oluş/um/ların neticesinde, hakikat sarayının inşasına katkıda bulunuyordu.
Sonuçta bu üç 'kurucu şahsiyet', Yaratıcı'nın eşyada, âlemde ve -küçük âlem- insanda tezahür ve tecellî eden hakikatinin izdüşümlerinin g/izlerini araştırıyor, derinliklerinde hiç bitmeyen bir kendini keşif, eşyayı keşif, kâinâtı keşif ve nihayet Yaratıcı'yı keşif yolculuğu yapıyordu.
Bu üç şahsiyet, bu önaçıcı yolculukları yaparken, kendilerinin veya ağlarına bağlandıkları 'fikriyat'larının, meşreplerin, yönelimlerin doğruluğunu ispatlama / dayatma kaygısı ile hareket etmiyorlardı: Hakikatin bütün insanlığa önaçacak koridorlarının keşfedilmesine önayak oluyorlardı, kendi meşreplerince, kendi 'meslek'lerince -gerçekleştirdikleri seyr ü sülûkları çerçevesinde.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.