• İstanbul 14 °C
  • Ankara 18 °C

İsmail Kıllıoğlu'ndan: Düşünme ve Kavramsallaştırma-II

İsmail Kıllıoğlu'ndan: Düşünme ve Kavramsallaştırma-II
Din, felsefe ve bilim, aynı zamanda sanat, amaçları bakımından ortak bir hedefe yöneliktirler, yani “hakikat” kavramıyla ifade edilen “olgu”yu amaçlarlar.
ismailkillioglu

Din, felsefe ve bilim, aynı zamanda sanat, amaçları bakımından ortak bir hedefe yöneliktirler, yani “hakikat” kavramıyla ifade edilen “olgu”yu amaçlarlar. Birtakım ortak kavramlara, ilkelere veya olgulara dayansalar da, mesela insanın akıl ve duygu etkinliği gibi, hakikate erişme yolları kendine özgü nitelikler içerirler. Bu yöntem sorunu olarak tanımlanabilir. Mesela dinin, mahiyetinden kaynaklanan kavram ve ilkelerini, kendine özgü yöntemiyle değil, felsefe ya da bilimin yöntemlerinden herhangi birini esas alarak kavramaya çalıştığımızda, onun mahiyetini sınırlandırmış oluruz. Belki de, mahiyetini, dolayısıyla yöneldiği amaç olan hakikati çarpıtıcı bir nitelikte konumlandırma durumunda kalabiliriz. Felsefede bunun çarpıcı örnekleriyle sıkça karşılaşılmaktadır. Felsefi yöntem gereği hakikati kavramaya yönelik çabalarının sonucunda Platon “idea”, Aristoteles “form”, Spinoza “töz” kavramlaştırması yaparak, dinin temel ve merkezi ilkesi olan “birlik” (vahdaniyet) ilkesini ortaya koymak istemişlerdi. Felsefenin, kendine özgü kavramı olan varlığın birliğini, din “Tanrı” olarak tanımlamaktadır. Eğer din, felsefe, bilim ve sanatın amaç ve yöntemlerinin, kendine özgü kavramsallaştırma özelliğini göz önünde tutmaz, yani sistematik düşünmenin gereğini yapmazsak, büyük bir karmaşanın ve yanlışın içine düşmemiz kaçınılmazdır. Nitekim Platon, felsefi yönteminin gereği olarak kavramsallaştırdığı “idea” kavramını, özellikle son dönemlerinde yazdığı eserlerinde “iyi ideası” şeklinde nitelendirmek durumunda kalır. Ama bunu bütün ideaların kaynağı, aynı zamanda yaratıcısı biçiminde de tanımlamaya başladığında, adeta sınırı aşar. Bundan dolayı sert eleştirilere uğrar. Aristoteles’in mutlak formu, Spinoza’nın tek tözü (substantia) de böyledir. Çünkü ne “iyi ideası”, ne “mutlak form” ve ne de “tek töz”, dinin tanımladığı “Tanrı” kavramı yerine konulamaz. Aksi takdirde, büyük bir yanlışlığın içine düşülme bir tarafa, asıl olarak düşünme etkinliğinin özünden saptırılması gibi bir durumla karşı karşıya kalınır.

Bu bağlamda kavramsallaştırma ve sistematik düşünme, gereğince işletilemediği takdirde insanın mugalata yapması ve genel söyleme sarılması kaçınılmaz hale gelebilmektedir. Sayısız yeni kavramların ve sınırsız yeni bilgilerin kullanılması, hakikatin, dünden daha doğru ve daha kuşatıcı algılanıp kavrandığı, daha derinden içselleştirildiği anlamını da vermez. Belki de, hakikati daha saf, yalın, içten algılama ve kavramayı karartıcı, engelleyici, hatta saptırıcı bir niteliğe bile dönüşebilir.

Bir yargı, hüküm olarak değil, genel bir gözlem olarak bugün İslam dünyasında, bu arada Türkiye’de de düşünme faaliyeti bakımından, kavramsallaştırma ve sistematik düşünme alanında açık bir sıkıntının bulunduğu söylenebilir. '80’li yılların, yani 12 Eylül hareketi sonrasının yaydığı ufunet ortamında bir reklam cıngılı şöyleydi: “Alkolsüz bira!” bunun mümkün olup olmadığı, değerlendirmesi, maksadı vb. tartışmaya gerek yok. Pratik amaç, bira ya da alkol üreten firmanın daha fazla kazanç elde etmesiydi. Benzer şekilde, aile kurumunu, dini, ahlaki ve hukuki bir değer ve kurum olan evlilik ve nikah ile ilgili bir başka söylem ve tartışma başlatılmıştı: “Nikahsız birliktelik.” Özetle dönemin “ruhunu” şöyle formüle etmiştim: “Alkolsüz bira, nikahsız evlilik ve imansız din (yani, haşa) İslam!”. Oluşmuş o “ruhun” ya da gudubet olarak üstümüze çökmüş o havanın altında insan, erdem, toplum, devlet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, adalet vb. üzerinde tekrar tekrar ne kadar tartışmalar yapıldığını, söylemler ortaya konularak geliştirilmeye çalışıldığını hatırlayalım. İyimser açıdan bakarak insan, toplum, devlet, hukuk, adalet, iktisat, kentleşme, çevre duyarlığı, tüketim alışkanlığının hızlı ve yaygın bir şekilde artışı, haberleşme, ulaşım ve daha bir sürü alanda sorunların çözümlendiğini, birtakım rahatlamalar sağlandığını varsayalım. Ancak bütün bunların sonucunda din, bilim ve sanat alanında ne türden bir kavramsallaştırma ve sistematik düşünme yönünde gelişme oldu, şeklinde bir soru mukadder olarak ortadadır. Gerçekten sorunlar, eni-boyu kavranıp çözümlenmiş midir? En basitinden aynı inancı paylaşan insan ve toplumlar daha bir yakın mıdır, yoksa giderek uzaklaşmakta mıdırlar? Millet, ümmet, cihat, kardeşlik kavramları ne anlam ifade etmektedirler? Ve daha iyi ve doğru anlaşılmaları bakımından ne ölçüde kavramlaştırma ve sistematik düşünmenin konusu olabilmiştir?

27.08.2014 Milli Gazete 

Bu haber toplam 656 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim