Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihinde kuruldu. Kuruluşu, işleyişi, müfredatı, perspektifi, uygulamaları, mezunları ve ülkeye getirip/götürdükleri ile 'Köy Enstitüleri', maarif tarihimizin belki de en çok tartışılan eğitim/maarif projesi oldu.
Köy Enstitüleri köy çocuklarının 11 yaşında köylerden, ailelerinden alınıp, Türkiye çapında kurulan 16 Köy Enstitüsünde 5 yıl süreyle yetiştirildikten sonra tekrar köylerde/köylerinde görevlendirildikleri sistemin adıdır.
Yetiştirildikleri dönem de hedef kitle, ülkenin yüzde sekseninin köylerde yaşadığı bir ortam ve yapıyı kapsamaktaydı. Bu okulların amacı, zamanın yöneticilerinin deyimi ile ‘uygarlık ışığı’ götürmek gibi müphem ve içeriği oldukça efsane bir niteliğe büründürüldü.
Köy Enstitülerinin psikolojik arka planında, yüz yıllık bir aydın halet-i ruhiyesinin hali pürmelalini görmek mümkün. Bu hali tasvir eden en iyi ifade sarsılma, savrulma ve panik halinde bir aşağılık duygusudur.
Geri kalmanın nedenini metotlarda, çabada, keşifde, çalışmada değil kendinde ve kimliğinde aramak gibi nakıs bir halin tüm yansımalarını bu projede görmek mümkündür.
O nedenle Köy Enstitüleri projesi, çare ve çıkış değil, tıkanma getirdi.
Bu dönüştürme projesinin dönem muadillerinden birinde görevlendirilen bir isimde Sıdıka Avar’dır. O dönemi sembolize eden bir isim olması nedeniyle Sıdıka Avar'a yakından bakalım.
Hikayesi İzmir kadınlar hapishanesinde başlar. Görevlendirildiği her koğuşu, güçlü eğitim ve insani ilişkileri ile sükunete kavuşturan eğitmen olarak tanınır, şöhret bulur. Keşfedilir. Hakkında misyonerlik iddiaları da ortaya çıkar. Bu iddialar bizzat yüzüne karşı söylenir. Ancak o cihetinden sarfınazar edilerek Elazığ'da, bir tür 'eğitim misyoneri' olarak görevlendirilir.
Bingöl, Elazığ ve Tunceli’nin dağ köylerine bizzat giderek, köy çocuklarını toplayıp yetiştirmek üzere Elazığ’da görevlendirilir.
Kendisi tam da istenileni yapar. Elazığ Kız Enstitüsünde bölgeden topladığı çocukları ‘dönüştürerek’ yetiştirir. Bu köy kızlarının; kıyafetleri, kültürleri, bakış açıları değiştirilir. Bu çocuklar ‘batılılaştırma’ ve 'yenilik' adı ile ideolojik bir dönüştürme misyonu ile yüklenip, tekrar bölgede görevlendirilir .
Köy Enstitülerinde bu felsefe zirveye çıkarılır. Mezunları geldikleri köylerden manevi, kültürel ve insani bağları büyük ölçüde koparılmış ve ‘dönüştürülmüş’ olarak yetiştirilirler.
Mezunları geldikleri köylerden, manevi, kültürel ve insani bağlardan büyük ölçüde koparılmış ve 'dönüştürülmüş' olarak yetiştirilirler. Bu mezunlar kimliğine, kültürüne, tarihine yabancılaştırılmış ve hepsi birere 'sömürge misyonerine' dönüştürülmüşlerdir.
Bu halleri ile tekrar bölgelerinde, köylerinde görevlendirilirler.
Bu okul mezunu çocuklar aldıkları eğitimin bir gereği olarak, hizmet vermek üzere döndükleri halkı kendileri gibi ‘dönüştürülesi ve değiştirilesi’ kesim olarak görmeye başlamışlardır!. Bu bakış ikinci meşrutiyet tipi 'batıcılaşma' ideolojisinden gözü kamaşmış aydın tipi modellemesidir.
Köy Enstitüsü mezunları böyle bir hareket noktası ihtiva eden bakış neticesi, halkla bağlantı ve münasebet kuramadılar/kurmakta zorlandılar.
‘Halk için’ yetiştirildiler ama ‘halka rağmen’ oldular. Halktan bu kopuş neticesi köy şartlarına uygun yetişme tarzları da, yeterli ölçüde verime ve performansa dönüştürülmedi.
Durum böyle olunca bir ‘dönüştürme’ projesi olarak başlayan sistem yürümedi ve tıkandı. Halka ulaşamadı.
Netice de Köy Enstitüleri bizzat sistemin kurucuları, proje müellifleri tarafından, 1947 senesinde asli fonksiyonlarına son verilmek suretiyle kapatıldı. Ancak üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen Köy Enstitüleri üzerinde halen ‘romantik’ bir tartışma yürütülmektedir.
Bu okullardan yetişen öğretmenlerin dil, kültür ve kimlik üzerine hizmetlerini mahfuz tutalım. Muhtevası ve seküler karakteri hep tartışılarak bugünlere gelindi.
Ülkenin uzak dağ başlarında kurulan okullarla nasıl bir şehirli toplum kurulabilirdi?
Şehirden, cemiyetten uzakta dağ başlarında kurulan okullarda hangi şehirli bir medeniyet projesi hayat geçirilebilirdi?
Dünyanın neresinde ‘dönüştürme’ projeleri başarıya ulaşmıştır? Cevabını içinde saklayan bu sorular henüz millet vicdanında makes bulmamıştır.
Bütün bunlar ilmi, insani ve ülke gerçekleri ile örtüşecek şekilde araştırılmalı. Bu alanlardaki veriler, bir tecrübe olarak araştırmalar ışığında ortaya konulmalı.
Bendeniz de bir öğretmen lisesi mezunu(Pazarören 1982) Bu okulların gerçekçi ilmi neticelerinin ortaya çıkarılması samimi bir beklentimdir.
Bir nebze düşünme alanımıza katkı umuduyla bu yazı kaleme alınmıştır.
Sağlıcakla kalınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.