Yekta Saraç, Belagat kitabında belâgatin “Yerinde söylenmiş doğru ve güzel sözü” konu ve gaye edinen bir ilim dalı olduğunu söyleyerek belâgatin iki yönü olduğunu şöyle açıklar: “Biri meleke, diğeri ilim olma durumudur. Her insan bir sözü zamanında, yerinde ve olması gereken şekliyle söyleyebilme yeteneğini doğuştan kendisinde taşır. Diğer bir ifade ile belli bir dönem belâgatin eş anlamlısı olarak kullanılan “beyan” insan ile var olmuştur.”
“Belâgat, bir düşünce ve duygunun yerinde ve zamanında en açık şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir. Kelimenin temel anlamı ulaşmak, bir şeyin son noktasına erişmek, olgunlaşmaktır.”
Kitap, belâgatin öğrenilen ve öğretilen, kuralları belirlenmiş, konu çerçevesi çizilmiş bir disiplin halini almasının çok sonralarda geliştiğini dile getirilir. Yazar, belâgat üstadı olarak anılan Abdülkahir Cürcanî’nin yazmış olduğu iki kitapla belâgat ilmine yeni bir bakış açısı getirdiğini söyler. Abdülkahir Cürcanî Delâilü’-İ câz isimli eserinde Kur’an-ı Kerim’in belâgat yönünden icazını Abdülcebbar’ın görüşünden de hareket ederek sözün fesahatine dayandırır. Fakat bu lafzın güzelliği veya manaların etkileyiciliği, orijinalliği anlamında değil, maksadın ifade şekli ve sözün nahivle ilgili bağlantıları anlamındadır.
“Belâgat kitaplarında sözün fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâl ve makam denilen söyleyenin, söze muhatap olanın ve dile getirilecek düşünce, duygu ve hayalin durumuna uygun şekilde söylenmesi olarak tanımlanır. Muktezâ-yı hâl ve makam, lafızların gösterdiği anlamların belirlenmesi ve anlaşılmasında da önemlidir. Aynı kelime farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazanabilir. Belâgat ile iki şey nitelenir; kelâm/söz ve bu kelâmı dile getiren.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.